'Sudan'

Yassmin Abdel-Magied: “Sudan Hep Dışarıdan Tanımlandı; Halkın Sesini Duyan Yok”

Sudan bugün yalnızca tarihin en ağır insani krizlerinden birini yaşamıyor; aynı zamanda küresel algı ve sömürgeci çerçevelerle verilen görünmez bir “anlatı savaşı”nın da merkezinde. Sudanlı ve Avustrayalı yazar Yassmin Abdel-Magied ile hem sahadaki yıkımı hem diasporanın hafızayı koruma mücadelesini konuştuk.

Yassmin Abdel-Magied. Fotoğraf: Facebook- Yassmin Abdel-Magied kişisel hesabı.

Yassmin Abdel-Magied, hoş geldiniz. Bugünkü tabloya baktığımızda Sudan yıkıcı bir şiddet sarmalının içinde. Sudan’daki hayatın gerçek yüzünü insanların hangi yönleriyle görmesini isterdiniz? Yazılarınızda derin yas ve öfkeyi çok etkileyici biçimde anlatıyorsunuz. Bu savaş bugün sizin açınızdan nasıl görünüyor, nasıl hissettiriyor?

Bence durumu anlamanın en iyi yolu istatistiklere bakmak. Sudan’daki kriz artık dünyanın en ağır insani krizlerinden biri olarak tanımlanıyor. Nüfusun neredeyse yarısı yardıma muhtaç. Kaç çocuğun okula gidemediği, kaç kişinin kıtlıkla mücadele ettiği, kaç kişinin öldürüldüğü ya da cinsel şiddete maruz kaldığı konusunda milyonlarla ifade edilen rakamlar dolaşıyor. Bu sayıların büyüklüğü, yaşanan şiddetin ölçeğini zihinde canlandırmayı bile zorlaştırıyor.

Sudan’ın yeniden gündeme gelmesinin nedeni ise son haftalarda El Faşir’de yaşananlar. Kuzey Darfur’un başkenti olan El Faşir, yaklaşık beş yüz gün boyunca Hızlı Destek Kuvvetleri (RSF) kuşatması altında kaldı. Bu sürede şehirde yiyecek tükenmiş, yüzbinlerce insan açlıkla mücadele eder hâle gelmişti. Doğumlar, hastalıklar, regl gibi en temel ihtiyaçlar bile hiçbir sağlık hizmetinin olmadığı koşullarda yaşandı. Kuşatma, RSF’nin 26 Ekim’de şehre girmesiyle sona erdi. O tarihten bu yana bölgede güçlü katliam ve soykırım iddiaları gündemde. Bu gelişme uluslararası ilginin artmasına yol açsa da sahada gerçek bir baskıya dönüşmüş değil. Ateşkes ve “insani ara” gibi kavramlar konuşuluyor ama bunların çoğu ne yazık ki içi boş sözlerden ibaret.

Metinlerinizde Sudan’daki durumu yalnızca bir insani felaket olarak değil, aynı zamanda bir “anlatı savaşı” olarak tanımlıyorsunuz. Sudan’ın nasıl görüldüğü üzerine verilen bu mücadeleden tam olarak neyi kastettiğinizi biraz açar mısınız? Sizce bugün Sudan hakkında etik ve saygılı habercilik nasıl olmalı? Sudanlıların sesine odaklanmak neyi değiştirirdi?

Sudan’ın yaşadığı zorluğun, benim Avrupa’da yaşayan Afrikalı, göçmen, başörtülü bir Müslüman kadın olarak yaşadığım zorlukla çok benzer olduğunu fark ettim. Sürekli dışarıdan tanımlanıyorsunuz. Sudan da böyle: Ne ülkenin öznesi ne halkın iradesi ne de hakikat esas alınarak anlatılıyor. Bu dış bakış çoğu zaman kendi yargılarını pekiştirmekle meşgul. “Etnik çatışma”, “kabile savaşı”, “Afrikalılar birbirini öldürür” gibi indirgemeci anlatılar hâlâ çok güçlü. Sanki bu ülkede ilham verici bir toplumsal hareketin, bir devrimin yaşanmış olabileceği hiç akla gelmiyor.

Üstelik Sudan’daki krizi anlatırken ülke farkında olmadan “yardıma muhtaç” bir yere oturtuluyor. Oysa Sudan altınından tarımına, hayvancılığından Arap zamkına son derece zengin bir ülke. Bu zenginlik sömürülürken, halk yoksullaştırılıyor. Yani sömürgeci anlatı sürüyor; yalnızca aktörler değişmiş durumda.

Bilgi kirliliği ve propaganda da Sudan halkını bölmek için kullanılıyor. Bundan kâr edenler Sudan’daki askerî elitler ve bazı küresel güçler; sıradan Sudanlılar değil. Bu nedenle gazetecilikte sahadaki gerçek sesleri -Sudanlı gazetecileri, yazarları, Radio Dabanga, Ayin Network, Sudan Tribune gibi haber ağlarını- duymak hayati. Sudan “karmaşık” olduğu için anlaşılmaz değil; aslında anlamak için gerekli çaba gösterilmiyor.

“Artık başkaları için değil, bizim için yazıyorum.” demiştiniz. Diasporada hafızayı korumaya çalışan biri için bu dönüşüm ne ifade ediyor? Tanıklıkla mesafe arasındaki bu alanı nasıl yönetiyorsunuz?

Açıkçası yönetebildiğimi ve çok farklı bir pozisyonda olduğumu söyleyemem. Diasporada yaşarken sürekli “diğerleri” için açıklama yapmanız bekleniyor. Travmayı unutma veya üzerinden geçme imkânınız yok; onun içinde donup kalıyorsunuz, kehribarın içinde hapsolmuş bir böcek gibi. Her şeyi o katmanın içinden görüyorsunuz.

“Bizim için yazıyorum” desem bile İngilizce yazmak zorundayım. Arapça konuşabiliyorum ama yaratıcı üretim dilim değil; bu da ayrı bir mesafe yaratıyor. Diasporanın görevi bence sesleri yükseltmek, bağlantıları diri tutmak ve sahadakileri desteklemek. Aynı zamanda şu soruyla baş başasınız: Sudan’da değilken Sudanlı olmak ne demek? Kültürün dışında yaşarken o kültürü nasıl yaşatacağız? Bu sorular yüzyıllardır diaspora topluluklarının mücadele ettiği şeyler ve biz hâlâ cevap arıyoruz.

Diasporadaki Sudanlıların sosyal medya, sanat ve aktivizm yoluyla kendi hikâyelerini anlattığını görüyoruz. Sizce bu yeni anlatı dalgası Sudan’ın küresel algısını değiştirme potansiyeline sahip mi?

Bunu bugün kesin olarak söylemek zor. Çünkü ben de bu hikâyenin içindeyim. Ama zaman gösterecek. Arşiv fikrine çok bağlıyım: Olanları nasıl kaydedeceğiz, bu dönemi nasıl anlatacağız? Fiziksel eserlerin yok edildiği, bir kuşağın neredeyse silindiği bir anda Sudanlıların hikâyesi nasıl korunacak? Sudanlı olmak ne anlama gelir, Sudan’ın hikâyesini bilmiyorsan?

Diaspora, elleriyle suyu tutmaya çalışan insanlar gibi. Su sızsa da özünü kaybetmemeye uğraşıyorlar. Tarih geriye baktığında bugün üretilen sanatın halkın acısını, umudunu ve direncini belgeleyeceğini düşünüyorum. Bugün görünmez kılınsak bile, kendi kendimizi unutmuyoruz. Bu sanat, “Biz vardık ve bunlar yaşandı.” deme biçimi.

Bunca yıkımın ortasında bile sık sık neşeden, dayanıklılıktan ve hatırlamanın gücünden söz ediyorsunuz. Sudan’ın içinde ve diasporasında yeni kuşaklara baktığınızda size umut veren nedir?

İnsanlar. Halkın kendisi. Gönüllülerden oluşan acil müdahale grupları yıllarca milyonlarca insanı besledi. Teyzem mimarlık eğitimi veren bir profesör: İki yıllık ders programını tamamen WhatsApp ve Telegram gibi kanallar üzerinden yürüttü. Bu inanılmaz bir çaba.

Evet, herkes derin bir travma yaşıyor ama insanlar bir şekilde dayanma gücü buluyor. Bunun büyük kısmı inançtan geliyor. Allah’a, ilahî adalete, bu dünyada olmasa bile öte dünyada gerçekleşeceğine inanıyorlar.

Dolayısıyla ben de halkımın gösterdiği dayanışmayı, inancı ve umudu gördükçe umutsuzluğa düşemiyorum. Onlar bana ilham veriyor.

Medine Tezcan

Uluslararası Londra Üniversitesi’nde Siyasal Bilimler ve Uluslararası İlişkiler eğitimini tamamlayan Medine Tezcan, İsveç Genç Müslümanlar (SUM) Derneği’nde başkan yardımcılığı yapmıştır. Brüksel Özgür Üniversitesi’nde (VUB) Avrupa ve Uluslararası Yönetişim alanında Siyasal Bilimler yüksek lisansına devam eden Tezcan, Perspektif redaksiyon ekibinin üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler