'New York'

Mamdani Tarzı Sınıf Siyaseti: Kimliği Dayanışma Zemininde Yeniden Kurmak

Zohran Mamdani’nin New York’taki zaferi, kimlik ve sosyal sınıfları karşıt kutuplar olmaktan çıkarıp iç içe geçen bir adalet siyasetine dönüştürme umudu getirdi. Ancak şimdi kritik soru şu: Bu eklemlenme, Mamdani'nin kampanya sürecindeki enerjisinden belediye yönetiminin reel politiğine taşınabilecek mi?

Fotoğraf: Ron Adar - Shutterstock.

Zohran Mamdani’nin New York’un Queens semtinde yankı bulan kampanyası ve ardından gelen seçim zaferi, günümüzde sol siyasete dair tartışmaların merkezindeki temel soruyu yeniden gündeme getiriyor: Kimlik ve sınıf birbirine rakip iki siyaset alanı mı, yoksa aynı toplumsal mücadeleyi farklı biçimlerde taşıyan kesişen hatlar mı? Yıllardır ana akım yorum, bu ikisini birbirine karşı konumlandırdı. Sınıf söylemi “reel” ekonomiye, kimlik siyaseti ise “duygusal” ve “bölücü” kültürel taleplere havale edildi. ABD siyasetinde hızla yükselen Mamdani, bu bölünmenin geçerliliğini, yalnızca söylemsel düzeyde değil, bizzat sahada geçersiz kılan bir siyasal moment yarattı.

Bu momentin büyüklüğü yalnızca seçim sonucunda değil, Mamdani’nin New York Belediye Başkanı olarak seçilmesine dair reaksiyonlarda da görünüyor. Zafer konuşmasının İsrail televizyonlarında canlı yayınlanması, Tel Aviv’den kimi bakanların New York’taki Yahudilere göç etmeleri için açıktan çağrı yapacak kadar ileri gitmesi, aynı anda “ilerici” olarak tanımlanan genç Yahudi gençlik örgütlerin Mamdani’ye net bir destek açıklaması yapmaları; bu zaferin yalnızca belediye düzeyinde olmadığını gösteriyordu. Aynı anda Filistin diasporasının kutlamaları, kampüslerde uzun süredir kriminalize edilen dayanışma söyleminin aniden meşru bir siyasal kanala kavuşmasının yarattığı rahatlama, yeni kuşağın siyasal nefes borularından birinin açıldığına işaret ediyordu.

“Mamdani’nin Kimliği Kültürel Bir Süs Değil”

Yine de Mamdani’nin etkisini yalnızca Filistin konusunda tabuyu kırmış olmakla açıklamak, bu hikâyenin maddi zeminini görünmez kılmak olur. Mamdani’nin kampanyasını taşıyan asıl omurga, gündelik hayatın ağırlığını taşıyan taleplerdi. Mamdani kira artışlarını sınırlayan düzenlemeler, sosyal konutların genişletilmesi, toplu taşımanın ücretsiz olması, kamusal çocuk bakım hizmetlerinin erişilebilir hâle getirilmesi, belediye bütçesinin finansal sermayeyi önceleyen geleneksel önceliklerden çıkarılıp doğrudan lokal ölçeğe yöneltilmesi gibi vaatlerle yükseldi. Bunlar, solun romantik söylem repertuarından rastgele seçilmiş talepler değildi. Tam tersine New York’ta kira ödeyerek yaşayan milyonların, Latin ve siyah mahallelerin, göçmen işçilerin ve güvencesiz genç kuşağın günlük hayatına dokunan somut meselelerdi.

Dolayısıyla Mamdani’nin Müslüman kimliği, göçmen kökeni ve Filistin’e açık desteği bu maddi programın “kültürel süsü” değil; tam tersine, bu maddi programın hangi tarihsel deneyimlerden doğduğunu, kimler tarafından taşındığını ve kimler adına konuştuğunu belirleyen zemini oluşturuyor. Zira bir kişinin oturduğu daireyi boşaltması yönünde aldığı resmî tebliğ ile havalimanında uygulanan “seçici güvenlik taraması” aynı yaşamın deneyimlediği iki farklı baskı biçimini oluşturuyor. Kimlik, burada ekonomik baskının nasıl yaşandığını belirleyen duyusal ve tarihsel çerçeve iken; sınıf ise bu baskının hangi maddi koşullarda üretildiğini tanımlıyor.

Tam da burada Nancy Fraser’ın yıllar önce işaret ettiği o kritik önermeyi yeniden hatırlamakta fayda var: Maddi yeniden dağıtım ile kültürel tanınma, birbirini dışlayan iki proje değil; adalet fikrinin iki zorunlu yüzü. Bu yaklaşım; kira yükü, kamusal görünürlük ve göçmenlik deneyimlerini birbirinin yerine geçebilir değil, birbirini koşullayan gerçeklikler olarak ele alıyor. Mary Bernstein’in kimlik siyasetini “kişisel deneyim ile kolektif politik konumlanma arasındaki bağı yeniden kurma pratiği”[1] olarak tanımlaması, Mamdani’nin çizgisini açıklamak için güçlü bir kavramsal kapı aralıyor.

Mamdani’nin kimliğini New York’taki seçim kampanyasında temsil edilen bir kategori olarak değil, örgütlenen bir bağ olarak görüyoruz. Müslüman kimliği, göçmen kökeni ve New York’ta kiracı olma hâli, birbiriyle çelişen kimlik kümeleri değil; ortak bir dayanışma dili üreten kesişim noktaları. Kesişimsellik kavramının biz anlattığı gibi[2]; baskı biçimleri toplamsal değil, iç içe geçmiş bir şekilde çalışıyor. Mamdani’nin seçim kampanyasında görülen siyasal özneleşme de bu iç içelikten doğuyor. Müslüman olmak bir kültürel konumken, kiracı olmak ekonomik bir konum; siyah ve göçmen mahallelerle dayanışma ise politikanın ortak zemini hâline geliyor. Dolayısıyla Mamdani’nin siyaseti, kimlik siyasetinin dar temsiliyetiyle sınırlı değil; kimliği dayanışmanın içinden yeniden kuran bir sınıf siyaseti.

Mamdani ve “Cesur Lider” Anlatısı

Bu bağın kurulduğu koalisyon da tesadüfi değil. ABD’de kira mücadelesi yürüten inisiyatifler, savaş karşıtı gençlik ağları, feminist örgütlenmeler, siyah mahalle komiteleri, göçmen dernekleri, sendikalar ve antisemitizme karşı duyarlı Yahudi ilericiler aynı mitinglerde, aynı kürsüde, aynı sloganlarda yan yana geldiler. Bu tablo, kimlik siyasetinin kaçınılmaz olarak parçalayıcı olduğu iddiasını tek hamlede çürütmese de koşullar doğru kurulursa kimliklerin pratikte koalisyonun kurucu öğesi olabileceğini gösteriyor. Aynı zamanda, bu hat hiçbir şekilde pürüzsüz değil. Filistin dayanışması ile antisemitizm tartışmaları arasındaki gerilim, sendikal hareket içindeki farklı öncelik anlayışları, göçmen mahallelerinin homojen olmayışı, genç aktivizmin kurumsal siyasete karşı taşıdığı doğal huzursuzluk… Bunların her biri, bu koalisyon gücünün kırılganlığına işaret ediyor.

Bu nedenle Mamdani’nin hikâyesini “cesur lider” anlatısına indirgemek hem analitik açıdan zayıf hem de siyasal açıdan tehlikeli. Zira Mamdani’nin başarılı seçim kampanyasını mümkün kılan şey, tekil bir karizma değil; yıllara yayılan örgütlenme emeği. Kapı kapı dolaşan kiracı komiteleri, kampüslerde kriminalizasyon baskısına rağmen Filistin dayanışmasını ayakta tutan öğrenciler, polis şiddeti karşısında mahalleleri örgütleyen topluluk ağları, sendikaların yavaş ama derin dönüşümü… Mamdani’yi bu haritadan çekip almak, hikâyeyi steril ve romantik hâle getirir. Oysa hikâye tam tersine, pürüzlü, çelişkili, kırılgan ve tam da bu nedenle politik olarak değerli…

Gelinen noktada asıl soru şu: Bu eklemleniş, kampanya estetiğinden belediye aygıtının karmaşık ve dirençli pratiklerine taşınabilecek mi?

Solun “Kimlik mi, Sınıf mı” Sorusu

Trump yönetiminin fon ve güvenlik sopası, Albany’deki bütçe pazarlıkları, Wall Street’in dolaylı baskısı, belediye bürokrasisinin ataleti, polis teşkilatının direnci ve medyanın kişiselleştirici dili… Her biri, eşitlikçi yeniden dağıtım ufkunu daraltma, güvenlik rejimini tahkim ederek muhalefeti kriminalize etme ve kentsel müşterekleri yeniden piyasa mantığına çekme potansiyeli taşıyor. Kısacası, Mamdani’nin seçmenlerine vadettiği “kentsel adalet rejimi” bu çok katmanlı baskı alanının içinden geçerek sınanacak. Bu testin sonucunu belirleyecek olan, retorikten çok kurumsal beceri olacak. Mamdani, kampanya döneminde kurduğu radikal eklemlenişi, belediye aygıtında üç somut alana tercüme edebilirse anlamlı bir kırılma yaratabilir.

Birincisi, oldukça kırılgan olan bütçe siyaseti alanı. Ücretsiz ya da ucuz toplu taşıma, kreş, sosyal konut ve kiracı korumaları, sadece sembolik jestlerle değil, yeniden önceliklendirilmiş bir kent bütçesiyle mümkün. Bu, aynı zamanda kimlik koalisyonunu maddi bir kazanıma bağlamak demek.

Bir diğeri hukuksal ve normatif çerçeve. Mamdani’nin antisemitizmle mücadele programlarını güçlendirirken, Filistin dayanışmasını kriminalize eden girişimlere karşı koyabilmesi; polis yetkilerini denetlerken, güvenlik kaygılarını ciddiye alan bir dil kurması; uluslararası hukuka yapılan atıfları iç politikada ciddiyetle sürdürmesi, depolitizasyon riskine verilecek pratik bir yanıt olabilir.

Ve kentin müşterek alanları (urban commons)… Parklar, toplu taşıma, sosyal konut, kamusal bakım altyapısı gibi alanlarda Mamdani somut iyileşme üretebilirse, “kent hakkı” ufku soyut bir teoriden, seçmenin gündelik hayatına dokunan bir gerçekliğe dönüşebilir. Aksi hâlde, radikal söylem, “solcu ve etkisiz” klişesini yeniden üretme riski taşır.

Mamdani Momenti Siyasetin Geleceği Adına Neyi Gösteriyor?

Dolayısıyla, Mamdani’nin zaferi ne kendiliğinden bir dönüm noktası ne de kaçınılmaz olarak dağılmaya mahkûm geçici bir moment. Bu zafer aslında, solun yıllardır teorik metinlerde tartıştığı “kimlik mi sınıf mı?” sorusunun artık akademik bir alıştırma olmaktan çıktığını gösteriyor. Artık mesele, “hangi siyaset doğru?” değil; “hangi siyaset güç üretebiliyor?” sorusu.

New York’ta açılan parantez bunu yansıtıyor. Mamdani’nin zaferi bize, kimlikleri karşı karşıya koymayan, kenti yalnızca yönetilecek bir mekân değil, geri alınacak bir alan olarak gören, Filistin’i susulması gereken bir dış politika başlığı değil, adalet siyasetinin kurucu zemini olarak konumlandıran bir hattın, büyük şehirlerin yönetim katlarına kadar sızabilir olduğunu gösteriyor.

Bu hattın sürdürülebilir olup olmadığını ise artık teoriler değil, pratikler belirleyecek.Ve işte tam bu nedenle, bu hikâye yeni başlıyor.

Kaynaklar

  • [1] Bernstein, M. (2005). “Identity politics.” Annual Review of Sociology, 31, 47–74.
  • [2] Crenshaw, K. (1991). “Mapping the margins: Intersectionality, identity politics, and violence against women of color.” Stanford Law Review, 43(6), 1241–1299.

Ahsen Ayhan

Bilkent Üniversitesindeki lisans eğitimimin ardından Brüksel’de siyaset bilimi alanında eğitim hayatına devam eden Ahsen Ayhan, göç, toplumsal cinsiyet ve kent siyaseti üzerine çalışmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler