'Filistin'

Geçmişten Günümüze İspanya’nın Filistin’den Yana Tavrı

İspanya’nın Filistin'e olan desteği tesadüf değil: tarihsel diplomasi, kamuoyu vicdanı ve AB’nin tıkanıklığı aynı çizgide buluşuyor. Bu yazıda, İspanya'nın Filistin desteğinin nedenlerini arıyoruz.

Fotoğraf: Shutterstock

Gazze Şeridi’nde süren soykırıma karşı en net tavır alan Avrupa ülkelerinden biri İspanya oldu. İsrail’in yıkıcı saldırılarının başladığı günden bu yana Madrid yönetimi Filistinlilere destek verirken, bu duruş sık sık İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun sert tepkilerine yol açtı.

İspanya’nın 28 Mayıs 2024’te (İrlanda ve Norveç ile birlikte) Filistin devletini tanıması, aynı yıl ekim ayında Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanında (UAD) İsrail’e açtığı soykırım davasını desteklemesi ve İsrail’e yönelik silah ihracatını kısmen askıya alması yalnızca güncel siyasi gelişmelerin sonucu değil. Bu adımlar, hem tarihten gelen diplomatik bir geleneğin devamı hem de İspanyol kamuoyunda köklü bir şekilde var olan Filistin desteğinin yansımasıdır.

İspanya’nın Franco Döneminde Başlayan Filistin’den Yana Tutumu

İspanya-Filistin ilişkilerinin bugünkü seyrini anlamak için Franco dönemine bakmak gerekir. Francisco Franco’nun 1939-1975 arasında süren diktatörlüğünde, İspanya’nın Arap dünyasına yönelmesinde en büyük etken ülkenin uluslararası izolasyonunu kırma isteğiydi. Nazi Almanyası ve Faşist İtalya ile yakınlığı nedeniyle 1945 sonrasında dışlanan İspanya, 1955’e kadar Birleşmiş Milletler’e kabul edilmedi. Bu süreçte, 1947’de BM’deki Filistin Taksim Planı oylamasına da katılamadı.

Franco yönetimi, yalnızlığını aşmak için özellikle Ürdün, Suudi Arabistan, Mısır, Irak ve Libya gibi Arap monarşileriyle yakınlaşmaya çalıştı. Bu çerçevede İsrail’i tanımayı reddetti. Gerekçesi ise Arap ülkelerinin desteğine duyulan ihtiyaçtı: İspanya, sömürgesizleştirme süreçleri, Cebelitarık meselesi ve BM üyeliği gibi kritik konularda Arap oylarını kazanmak istiyordu. Ayrıca Arap ülkeleriyle kurulan ilişkiler, İspanya’nın petrol krizlerini daha kolay atlatmasına yardımcı oldu.

Franco’nun İsrail karşıtlığını pekiştiren bir diğer faktör, 1949’da İsrail’in, İspanya’ya uygulanan diplomatik boykotun kaldırılmasına karşı çıkmasıydı.

1955’te uluslararası sisteme yeniden entegre olmasına rağmen İspanya, İsrail’in diplomatik ilişki tekliflerini reddetti. Soğuk Savaş yıllarında ABD çizgisine yaklaşsa da, İsrail’e karşı tavrını sürdürdü. 1967 Savaşı’nın ardından Sina, Golan Tepeleri, Batı Şeria (Doğu Kudüs dahil) ve Gazze Şeridi’nin İsrail tarafından işgalini kınadı.

Franco rejimi, İsrail’le olası diplomatik yakınlaşmayı iki koşula bağladı: İşgal altındaki Arap topraklarından çekilme ve Kudüs’ün uluslararasılaştırılması. 1974’e gelindiğinde ise İspanya, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün meşru temsilci olarak tanınmasını öngören BM Genel Kurulu’nun 3236 ve 3237 sayılı kararları lehine oy kullandı.

İspanya’nın Avrupa Ekonomik Topluluğu Üyeliği İçin İsrail’i Tanıması

Franco’nun ölümünden sonra İspanya, dış politikasını yeniden tanımlamaya başladı. 1977’de Demokratik Merkez Birliği’nin (UCD) seçim zaferiyle başbakan olan Adolfo Suárez, İsrail’in 1967’de işgal ettiği Arap topraklarından çekilmesini talep eden ve Filistin halkının ulusal haklarını savunan daha iddialı bir politika benimsedi. 13 Eylül 1979’da Suárez, FKÖ lideri Yaser Arafat’ı kabul eden ilk Avrupalı lider oldu. FKÖ’nün Madrid’deki ilk bürosu ise 1972’de açılmış, 1977’de İspanyol devleti tarafından tanınmıştı. O dönemde Batı’da “terör örgütü” olarak görülen FKÖ, İspanya’da normalleşmiş bir aktör hâline gelmişti.

1982’de İspanyol Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) seçimleri kazandı ve Felipe González başbakan oldu. González, Arap-İsrail çatışmasına adil ve kalıcı bir çözüm için BM kararlarına dayalı bir yaklaşımı savundu. Ancak aynı zamanda İspanya’nın NATO ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) üyeliğini destekleyerek ülkenin dış politikasında önemli değişiklikler yaptı.  İspanya, AET’ye üye olabilmek için İsrail’i tanımak zorundaydı. Ocak 1986’da İspanya ve Portekiz’in AET üyelikleri resmen kabul edildi. Bu süreçte Madrid yönetimi, İsrail’le tam diplomatik ilişki kurduğunu açıkladı. Ancak bunu yaparken yayımladığı Lahey Bildirisi’nde şu noktaların altını çizdi:

  • 1967’den beri işgal edilen Arap topraklarının ilhakını amaçlayan hiçbir adımı tanımayacağı,
  • Kudüs’ün statüsünü tek taraflı değiştirmeye yönelik önlemleri reddettiği,
  • Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkı da dahil olmak üzere meşru haklarının tanınması gerektiği.

Böylece İspanya, İsrail’i en son tanıyan Avrupa ülkesi oldu. Bildiride ayrıca işgal altındaki topraklardaki yerleşimlerin kaldırılmasının, “toprakların iadesi için ilk adım” olduğu vurgulandı.

İspanya’nın Filistin İçin Girişimleri

İspanya, AET’ye katılmak için İsrail’i tanımış olsa da topluluk içinde Filistinlilerin haklarını savunmayı sürdürdü. Nitekim İspanya’nın ilk AET dönem başkanlığı sırasında, 27 Haziran 1989’daki zirvede kabul edilen Madrid Bildirgesi, “Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkı da dahil olmak üzere meşru haklarının tanınması” gerektiğini vurguladı ve BM himayesinde, FKÖ dâhil tüm tarafların katılımıyla bir Uluslararası Barış Konferansı toplanmasını talep etti.

Bu çağrı, 30 Ekim 1991’de Madrid’de düzenlenen ve ABD ile SSCB’nin sponsorluğunda gerçekleşen Madrid Konferansı’na zemin hazırladı. Konferans, 1993 Oslo Anlaşması dahil olmak üzere sonraki barış girişimlerinin başlangıç noktası oldu.

İspanya’nın Orta Doğu politikasında Filistin desteği temel bir unsur olarak kalmaya devam etti. Madrid yönetimi, Filistin Ulusal Yönetimi’nin önde gelen bağışçılarından biri hâline geldi. Ancak Camp David sürecinin başarısızlığa uğraması, İkinci İntifada’nın başlaması ve 11 Eylül sonrasındaki siyasi konjonktür, İspanya’yı ABD’ye daha da yaklaştırdı. Bu dönemde barış sürecinin yeniden başlaması, Washington’un yaklaşımı doğrultusunda “terörle mücadele” ve Filistin Yönetimi’nin reformlarıyla ilişkilendirildi.

2004’te Sosyalist Parti’nin iktidara dönüşüyle birlikte Madrid yönetimi bu çizgiyi değiştirdi. 25 Ocak 2006’daki yasama seçimlerinde Hamas’ın zaferinin ardından ise İspanya, Hamas’tan İsrail’in var olma hakkını tanımasını, şiddeti bırakmasını ve Oslo sürecini kabul etmesini talep etti. Öte yandan İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukaya karşı çıktı ve insani krize dikkat çekti.

Aralık 2012’de Mahmud Abbas’ın Madrid ziyareti sırasında dönemin Başbakanı Mariano Rajoy, iki devletli çözümün “İspanya’da tarihsel ve geleneksel bir tutum” olduğunu, hem halkın çoğunluğu hem de tüm siyasi partiler tarafından desteklendiğini vurguladı.

İspanya’ya Gelen Öğrencilerle Oluşan Filistin Diasporası

1960’lı yıllarda çoğunluğu erkek olan Filistinli öğrenciler yükseköğrenim için İspanya’ya gelmeye başladı. Bir kısmı eğitimden sonra ülkede kaldı, İspanyol vatandaşlarla evlilikler yaptı ve çeşitli mesleki alanlarda yer edindi. Bugün İspanya’da özellikle ekonomi, ticaret ve akademi gibi alanlarda aktif olan çok sayıda Filistin kökenli profesyonel bulunuyor.

Bu göç dalgasının sembolik bir sonucu da siyasette görüldü. İspanya’nın Çocuk ve Gençlik Bakanı Sira Rego, 1973’te Filistinli bir baba ile İspanyol bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Rego’nun bakanlık görevine yükselmesi, Filistin kökenli toplulukların İspanya toplumuna entegrasyonunun dikkat çekici bir göstergesi kabul ediliyor.

İspanyol Kamuoyunun Filistin Hassasiyeti

İspanyol toplumu, ülkedeki Filistinli nüfusun oldukça küçük olmasına rağmen uzun süredir Filistin davasına güçlü bir dayanışma göstermektedir. Halkın büyük çoğunluğu, Filistinlileri İsrail karşısında “ezilen taraf” olarak görmekte; 1967’den beri işgal altındaki topraklarda bağımsız bir devlet kurma mücadelesini desteklemektedir. Bu algı, özellikle 1987’deki Birinci İntifada sırasında daha da pekişti.

Yıllar içinde yapılan anketler, Filistin davasına desteğin özellikle sol kesimlerde daha yüksek olduğunu ortaya koydu. Elcano Enstitüsü tarafından Temmuz 2025’te yayımlanan araştırmaya göre İspanyolların %82’si İsrail’in Gazze’de soykırım işlediğini düşünüyor; %78’i ise Avrupa devletlerinin Filistin’i resmen tanımasını destekliyor. Sol seçmenlerin %97’si, merkez seçmenlerin %85’i ve sağ seçmenlerin %62’si bu görüşte birleşiyor. Ayrıca İsrail’e silah ambargosu çağrısı, 500’den fazla İspanyol sivil toplum örgütü tarafından desteklendi.

Bu güçlü kamuoyu desteği, siyasete de yansımış durumda. Başbakan Pedro Sánchez’in Filistin yanlısı çıkışları, ülke içinde daha fazla görünürlük kazandı. Aşırı sağcı Vox partisi Avrupa’daki benzer hareketler gibi İsrail’e yakın bir çizgi izlese de, Sosyalist Parti (PSOE) ile muhafazakâr Halk Partisi (PP) arasında “çözümün mutlaka bir Filistin devleti yaratılmasından geçtiği” yönünde iki partili bir mutabakat söz konusu.

İspanya’nın İsrail’e Uyguladığı Yaptırımlar

İspanya, 15-16 Temmuz 2025’te Kolombiya’nın başkenti Bogotá’da Lahey Grubu tarafından düzenlenen zirveye katılarak İsrail’e yönelik yaptırım sürecine resmen dâhil oldu. 31 Ocak 2025’te kurulan Lahey Grubu, İsrail’in uluslararası hukuku ihlallerine karşı Uluslararası Adalet Divanı (ICJ) ve Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) kararlarının uygulanmasını savunan bir devletler koalisyonu. Grup; olası ihlallerle bağlantılı silah ve yakıt tedarik zincirlerini kesmeyi, liman ve lojistik akışlarını denetlemeyi hedefliyor. Bogotá zirvesinde bu kapsamda altı maddelik bir yaptırım planı açıklandı.

Avrupa’dan sürece katılan az sayıdaki ülke arasında yer alan İspanya ve İrlanda, bu girişime siyasi ve diplomatik destek verdi. Madrid yönetiminin Eylül 2025’te duyurduğu dokuz maddelik yaptırım paketi de Bogotá’da ilan edilen önlemleri kapsıyor.

8 Eylül 2025’te Başbakan Pedro Sánchez’in , “Gazze’deki soykırımı durdurmak, failleri yargılamak ve Filistin halkını desteklemek” amacıyla açıkladığı dokuz önlem arasında:

  • Ekim 2023’ten beri fiilen uygulanan silah ambargosunu kalıcılaştıracak bir Kraliyet Kararnamesi;
  • İsrail ordusuna yakıt taşıyan gemilerin İspanyol limanlarına transitinin yasaklanması;
  • İsrail’e savunma malzemesi götüren devlet uçaklarına İspanya hava sahasının kapatılması;
  • Soykırım, ağır insan hakları ihlalleri ve savaş suçlarına doğrudan karışan kişilere ülkeye giriş yasağı;
  • Gazze ve Batı Şeria’daki yasadışı yerleşimlerden ürün ithalatının yasaklanması;
  • Bu yerleşimlerdeki İspanyol vatandaşlarına konsolosluk hizmetlerinin yasal asgariyle sınırlandırılması;
  • Filistin Yönetimi’ne desteğin güçlendirilmesi (EUBAM Rafah’a ilave İspanyol personel ve tarım, gıda güvenliği, tıbbi yardım alanlarında yeni projeler);
  • UNRWA’ya ek 10 milyon avro katkı;
  • Gazze’ye insani yardım ve işbirliğinin 2026’ya kadar toplam 150 milyon avroya çıkarılması yer alıyor.

Özellikle son yıllarda ise İspanya’nın Filistin’e desteği, ülkenin uluslararası alanda “bağımsız bir aktör” imajını güçlendiren bir unsur hâline geldi. İsrail’le diplomatik ilişkiler kurulmuş olsa da Madrid yönetimi, AB içinde barış sürecini ve bir Filistin devletinin kurulmasını destekleyen girişimlerde ısrarcı oldu.

İspanya’nın AB İçindeki Konumu

İspanya’nın Filistin meselesine verdiği destek, ülkeyi uluslararası alanda bağımsız ve tutarlı bir aktör olarak öne çıkarıyor. Özellikle Akdeniz havzasında ve Küresel Güney’de Madrid yönetimine önemli bir prestij kazandırıyor. Fransa’nın eski Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Dominique de Villepin’in sözleri bu algıyı özetliyor: “Bugün bu bölgede Avrupa’nın onurunu kim kurtarıyor? İspanya.”

Başbakan Pedro Sánchez’in Filistin yanlısı çıkışları, aynı zamanda Avrupa Birliği’nin etkisizliğine bir tepki niteliğinde. AB, İsrail-Filistin meselesinde ortak bir tutum geliştirmekte başarısız olurken, İspanya hem ikili düzeyde girişimlerde bulunuyor hem de AB içinde İsrail’le yapılan anlaşmaların askıya alınması için baskı yapıyor. Buna karşılık Almanya, Avusturya ve Çekya gibi ülkeler İsrail’i açıkça destekliyor veya en azından diyalog kanallarının korunması gerektiğini savunuyor.

Bu koşullarda İspanya, Filistin konusunda Avrupa’da en güçlü seslerden biri olarak öne çıkıyor ve hem kamuoyundan hem de sivil toplumdan aldığı destekle dış politikasını bu yönde sürdürmeye devam ediyor.

Perspektif’le Avrupa gündemini günlük takip etmek ister misiniz? Perspektif bültenine kaydolun, Avrupa'daki gelişmeler e-posta kutunuza gelsin.

Ebubekir Tavacı

Lisans derecesini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden 2016 yılında alan Tavacı, Fransa’da Université Paris 1 Panthéon Sorbonne’da Siyaset Bilimi yüksek lisans programından 2021 yılında mezun olmuş ve aynı üniversitede aynı alanda doktora araştırmasına devam etmektedir. Avrupa Birliği göç politikaları, Türk diasporası ve Fransa’da göç gibi konular üzerine çalışmalar yapmaktadır. Tavacı Perspektif redaksiyon kurulu üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler