Zohran Mamdani: “Bize Gölgede Kalmak Öğretildi, Artık Yeter!”
New York’un yeni belediye başkanı 4 Kasım’da belirlenecek. Şehrin Müslüman başkan adayı Zohran Mamdani, yayınladığı bir mesajda New Yorklu Müslümanlara hitap etti. ABD siyasetindeki nefret dilini eleştiren Mamdani'nin vurucu mesajının tamamını Türkçe olarak paylaşıyoruz.

New York belediye başkanlığı seçimlerine günler kala seçim kampanyası da oldukça hararetli bir hâl aldı. Anketlerde en ön sırada gözüken ve belediye başkanlığını kazanması ihtimali yüksek olan Zohran Mamdani, 4 Kasım’da sandıktan en fazla oyla çıkarsa ABD’nin büyük şehirlerinden birinin ilk Müslüman belediye başkanı olacak. Nefret söylemlerine maruz kalan Momdani, seçimlere günler kala paylaştığı video manifestosunda New Yorklu Müslümanlara seslendi. Momdani’nin mesajını Türkçe olarak paylaşıyoruz:
“Bize Gölgelerden Çıkarken İnancını Bırakmak Öğretildi”
Altı yıl önce, New York Belediye Başkanlığı için adaylığımı açıkladıktan kısa bir süre sonra, iyi niyetli bir Müslüman amca beni bir kenara çekti. Bana yumuşak bir şekilde gülümsedi, şefkatle baktı ve sakin bir sesle bana, Müslüman olduğumu insanlara söylemek zorunda olmadığımı söyledi. Gözleri nazik, sakalı gururlu, yüzü ise söylenmemiş olan şeylerin ağırlığıyla doluydu.
O zamanlarda, bu amcaya defalarca öğretilmiş olan şeyi ben henüz öğrenmemiştim. Bu öğreti, yaşadığımız şehirde güvenliğin ancak gölgelerde bulunabileceği yönündeki öğretiydi. Bu amcaya, Müslümanların ancak o gölgelerde kendi kimliklerini bütünüyle kucaklayabilecekleri ve o gölgelerden çıkacaksak inancımızı da oralarda bırakmamız gerektiği öğretilmişti.
Bunlar, sayısız New Yorklu Müslüman’a tekrar tekrar öğretilen şeylerdir. Ve bu öğreti son birkaç gündür, Andrew Cuomo’nun, Curtis Sliwa’nın ve Eric Adams’ın seçim kampanyalarının kapanış mesajına dönüşmüş durumda.
Dün bir radyo programı sunucusu benim yeni bir 11 Eylül saldırısını memnuniyetle karşılayacağımı söylediğinde Andrew Cuomo kahkaha attı ve bu sözleri onayladı. Dün, Eric Adams “Şehrimizi Avrupa’ya dönüştüremeyiz.” ifadelerinde bulundu. Beni şiddet yanlısı aşırılıkçılarla kıyasladı ve siyasi hareketimizin kiliseleri yakmayı ve toplulukları yok etmeyi amaçladığı yalanını söyledi.
Ondan bir gün önce, Curtis Sliwa bir tartışma programında beni karalayarak küresel cihadı desteklediğimi iddia etti. Süper lobi gruplarının reklamları beni her gün “terörist” olarak yaftalıyor ya da yemek yeme biçimimle dalga geçiyorlar.
New Yorklulara “helal gıdayı zorunlu kılmak” gibi uydurma önerileri destekleyip desteklemediklerini soran yönlendirmeli anketler yapılıyor ya da adaylığımı Dünya Ticaret Merkezi’ne doğru ilerleyen bir uçak olarak resmeden politik karikatürler yayınlanıyor.
“New Yorklu Müslümanlara Sesleniyorum”
Tüm bunlara rağmen sahip olduğum zamanı, onlara bir şey söylemek için kullanmak istemiyorum. Ben bu şehrin Müslümanlarına seslenmek istiyorum. 11 Eylül’den sonra kendisini başörtüsüyle metroda güvende hissetmediği için metroya binmeyi bırakan teyzemin hatırasına seslenmek istiyorum.
Okullarımızda ders veren ya da New York Polis Departmanı için devriye gezen Müslüman belediye çalışanlarına seslenmek istiyorum. Şehrimiz için her gün fedakârlık yapan ama liderlerinin yüzlerine tükürdüğünü gören New Yorklulara seslenmek istiyorum. New York’ta “öteki” olarak büyüyen, (arama ya da kontrollerde) rastgele seçildiği söylenen ama asla rastgele seçilmiş gibi hissetmeyen o çocuklara seslenmek istiyorum. Asla silinemeyecek bir lekeyi taşıyormuş gibi hissedenlere…
11 Eylül’ün gölgesinde büyürken, sürekli bir şüphe altında yaşamanın ne demek olduğunu öğrendim. Karşılaştığım küçümsemeyi, adımın bir anda “Muhammed”e dönüşebileceğini ve şehrime döndüğümde havaalanında iki aynalı bir odada bana “bu şehre saldırmayı planlayıp planlamadığım”ın sorulabileceğini asla unutmadım.
Ve çocukluğumdan beri biliyorum ki, en kötü şeyleri yaşamamıştım bile. Bana bir sınıf arkadaşıma yapıldığı gibi muhbir olmam için baskı yapılmamıştı. Garaj kapıma “terörist” yazısı yazılmamıştı. Camim hiç yakılmamıştı.
New York’ta Müslüman olmak, aşağılanmayı beklemek demektir. Ancak aşağılanmak bizi farklı kılmaz. Zira bu aşağılanmalara maruz kalan birçok New Yorklu var. Bizi farklı kılan aşağılanmayı kabullenmektir.
“İnancımın Ötesinde Bir Aday Olarak Görülebileceğimi Sandım”
Bir yıl önce, belediye başkanlığı adaylığımı açıkladığımdan beri, sadece Müslümanların değil, tüm New Yorkluların adayı olmak istedim. New York’un tarihinde belediye başkanlığına aday olan ilk Müslüman olarak bu aşağılamaları benimle birlikte taşıdım.
Evrenselliğe dayalı bir kampanya inşa edersem, ten rengi ya da dini ne olursa olsun her New Yorkluyu temsil eden bir lider olabileceğimi düşündüm. Yeterince çok çalışırsam, tam olarak o lider olmaya fırsatım olabileceğine inandım. Irkçı, temelsiz saldırılar karşısında yeterince “kibar” kalırsam ve hep ana mesajıma dönersem, inancımın ötesinde bir aday olarak görülebileceğimi sandım.
Yanılmışım.
Hiçbir yönlendirme yeterli değilmiş. Böyle yaparak, Jackson Heights’teki o zeki çocuğa ya da Parkchester’daki ilk kez oy kullanacak gence, onların da gölgede kalmaları gerektiğini söylemiş oldum. Beni bir kenara çeken o amcaya benzemeye başladım.
Artık yeter.
Her Müslüman’ın hayali, tıpkı diğer New Yorklular gibi muamele görmektir. Ama bize çok uzun zamandır bundan daha azını istememiz gerektiği, bize verilen azla yetinmemiz gerektiği söylendi.
Artık yeter.
Bugüne dek açık bir şekilde gördük ki, kim ne derse desin, hâlâ bu şehirde kabul gören nefret biçimleri var. İslamofobi “affedilemez” sayılmıyor. Camilerimize karşı şiddeti teşvik eden biri, hiçbir zaman kınanmayacağını biliyor. Bu şehirde seçilmiş yetkililer, hiçbir hesap verme korkusu olmadan benim sınır dışı edilmemi talep eden mesajları taşıyan tişörtleri satabiliyor.
Bu nefretin sonuçları ise açık. Bu şehirde bir milyondan fazla Müslüman yaşamasına rağmen bize kendi evimizde misafirmişiz gibi hissettiriliyor.
Artık yeter.
“İslamofobi Uzlaşılan Az Sayıdaki Konudan Biri”
Bir seçimin eşiğindeyiz, ama bugün mesele bu değil. Biliyoruz ki, iki haftadan kısa bir süre içinde, itibarsız bir eski valiye ve şu anda hakkında dava açılmış mevcut belediye başkanımıza veda edeceğiz.
Bugün mesele, çok daha büyük bir şeye veda edip etmeyeceğimiz. Mesele, bu şehirde kökleşmiş Müslüman karşıtı duygulara veda etmeye hazır olup olmadığımız.
Müslüman karşıtı nefret New York’ta o kadar yaygın hâle geldi ki, artık bunu duyduğumuzda sözlerin bir Cumhuriyetçi mi yoksa bir Demokrat tarafından mı söylendiğini ayırt bile edemiyoruz. Bildiğimiz tek şey, nefretin bu şehrin siyaset dilinde yer aldığı. İki partili uzlaşının giderek azaldığı bir dönemde İslamofobi, üzerinde anlaşılan az sayıdaki konudan biri hâline geldi.
Son iki gündür beni savunan herkese minnettarım, ama bu şehirde ben asıl benim gibi demokratik bir aday olma lüksüne sahip olmayan, dayanışmaya layık görülmeyen Müslümanları düşünüyorum. Bu yarışta rakiplerim bu nefreti gündeme taşırken, bu nefret, New York’un beş ilçesinde pek çok Müslüman’ın her gün yaşamak zorunda kaldığı sıkıntıların sadece küçük bir örneğini teşkil ediyor.
Ve “Biz aslında böyle bir şehir değiliz” demek kolay olsa da hepimiz gerçeği biliyoruz: Bu hâle dönüşmeye biz izin verdik.
Şimdi her birimizin önünde bir soru duruyor: New Yorklu olmanın ne anlama geldiğine dair dar bir tanımı mı kabul edeceğiz ve onuruyla yaşama hakkı olanların sayısını mı kısıtlayacağız? Gölgelerde mi kalacağız? Yoksa hep birlikte ışığa mı çıkacağız?
New York Belediye Başkanlığı seçimlerine sayılı günler kaldı. Ben önümüzdeki bu günler boyunca ve sonrasında her gün New York’ta yaşayan bir Müslüman adam olacağım.
Kim olduğumu değiştirmeyeceğim. Yeme biçimimi değiştirmeyeceğim. Mensubu olmaktan gurur duyduğum inancımı değiştirmeyeceğim. Ama bir şeyi değiştireceğim: Artık kendimi gölgelerde aramayacağım.
Kendimi ışıkta bulacağım.





