Friedrich Merz

Merz’in İsrail Ziyareti: Staatsräson’dan Cılız Eleştirilere Kaçış

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, İsrail’e ilk resmî ziyaretini gerçekleştirdi. Merz’in ziyareti, Filistin’deki soykırımın, Almanya’nın hukuka bağlılığı konusunda nasıl bir sınava dönüştüğünü ve şansölyenin Filistin’in geleceği konusundaki ne öldüren ne de güldüren siyasi tercihlerini ortaya koyuyor.

Merz’in İsrail Ziyareti: Staatsräson’dan Cılız Eleştirilere Kaçış
Almanya Şansölyesi Friedrich Merz (CDU) İsrail'e yönelik ilk resmî ziyaretini yaptı. Fotoğraf: shutterstock.com | Değişiklikler: Perspektif

Almanya Başbakanı Friedrich Merz (CDU), 6-7 Aralık tarihlerinde İsrail’e ilk resmî ziyaretini gerçekleştirdi. Toplamda 20 saat süren bu diplomatik olay, çok farklı aktörler nezdinde son derece yüksek beklentileri içeriyor ve aynı ölçüde politik bir sürekliliği de simgeliyordu. Merz’in ziyareti o kadar çelişkiliydi ki, kimileri bu ziyaretin Berlin’in İsrail ile olan “geleneksel dostluk” çizgisini yeniden onaylama anlamına geldiğini söylerken, diğer yanda ise bu ziyaret, Gazze savaşının yol açtığı uluslararası hukuk eleştirilerinden kaçmanın bir yolu olarak okunuyordu.

“Staatsräson”dan “Wesenskern”e

Merz’in İsrail ziyareti, şansölyenin sosyal medya hesabına her zamanki paylaşım alışkanlıklarından farklı olarak daha yoğun içeriklerle yansıdı. Almanya’nın İsrail’le yakın ilişkilerini yeniden kanıtlamak amacı güden bu paylaşımlardan birisinde, Merz Kudüs’te bulunan ve Holokost kurbanları için merkezî bir anıt olan Yad Vaşem’in anı defterine yazdığı metni okuyordu.

Şöyle diyordu Merz konuşmasında: “Avrupa’nın dört bir yanından yalnızca Yahudi oldukları için Almanlar tarafından öldürülen altı milyon erkek, kadın ve çocuğun önünde saygıyla eğiliyorum.” Ve ardından şöyle devam ediyordu: “Almanya, İsrail’in varlığını ve güvenliğini savunmak zorundadır. Bu, ilişkilerimizin değiştirilemez özünün bir parçasıdır ve üstelik sonsuza kadar böyle kalacaktır.”

Merz’in bu ziyaretinde, İsrail’in güvenliğinin Almanya tarafından desteklenmesinin “bir devlet gerekliliği”, yani Almanca tabirle “Staatsräson” olduğu ifadesi şaşırtıcı bir şekilde tekrarlanmadı. Bilhassa 7 Ekim sonrasında Almanya’da, İsrail hükûmetinin Gazze’deki soykırım savaşına yönelik eleştiriler, tam da bu tabir kullanılarak baskılanmaya başlamış ve İsrail’deki aşırı sağcı hükûmetin uluslararası hukuku hiçe sayan eylemleri, yine bu tabir ileri sürülerek Almanya’da devletin sinir uçlarına dokunan eylemler olarak ele alınmıştı.

2008 yılında, seçildikten birkaç ay sonra dönemin başbakanı Angela Merkel (CDU) İsrail parlamentosu Knesset’te yaptığı konuşmada ilk defa İsrail’in güvenliğinin Almanya için bir devlet gerekliliği olduğunu söyleyerek “Staatsräson” kavramını yürürlüğe sokmuştu. Merkel konuşmasında şöyle demişti:

“Benden önceki tüm federal hükümetler ve tüm federal şansölyeler, Almanya’nın İsrail’in güvenliği konusunda sahip olduğu özel tarihsel sorumluluğa bağlıydı. Bu tarihsel sorumluluk, ülkemin devlet aklının (Staatsräson) bir parçasıdır. Bu da şu anlama gelir: İsrail’in güvenliği benim için, bir Alman federal şansölyesi olarak asla pazarlık konusu değildir. Ve madem öyle, o hâlde sınandığımız anlarda bunun boş sözler olarak kalmaması gerekir.”

Almanya’da 2008 yılından 2025 yılına kadar bu minvalde çok büyük bir değişiklik olmadı. Merkel’den sonraki federal şansölye olan Olaf Scholz (SPD) tarafından da sürdürülen bu İsrail politikası, Merz döneminde de değişmedi. Bununla birlikte Merz, İsrail’e yaptığı ziyarette şaşırtıcı bir şekilde “Staatsräson” kavramını sekteye uğratarak kamuoyuna yeni bir tabirle çıktı: “İsrail’in varlığını ve güvenliğini savunmak, Almanya-İsrail ilişkilerinin değiştirilemez özünün (Wesenskern) bir parçasıdır.”

Buna ek olarak Merz, Şoa’nın (Holokost) dehşetinin Alman kimliğinin, hatta bizzat kendi kimliğinin bir parçası olduğunu söyledi ve Almanya’nın her zaman İsrail’in yanında duracağını ziyareti boyunca yineledi.

Siyasi Limbo Dansı mı, Eleştiri Noksanlığı mı?

Ülkeye “İsrail’in bir dostu olarak” geldiğini ve “Almanya ile İsrail arasındaki dostluğun sonsuz derecede kıymetli olduğunu” söyleyen Merz, konuşmasında bu dostluğun “kendinden menkul” kabul edilemeyeceğini de vurguladı.

Merz’in İsrail’e bağlılığını defaatle ifade etmesine rağmen, hem İsrail tarafında hem de Almanya kamuoyunda onun İsrail’e yönelik “eleştirel” olarak algılanan ifadelerinin bu ziyaretin en ilgi çekici kısmı olduğunu söyleyebiliriz.

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile düzenlediği ortak basın açıklamasında Merz, iki devletli çözümden bahsedip Netanyahu hükûmetinin Batı Şeria’yı ilhak girişimlerine oldukça dolaylı bir şekilde karşı çıktığında Netanyahu Merz’e itiraz etti ve “Filistin devletinin amacının dünyadaki tek Yahudi devletini yok etmek olduğu”nu öne sürdü. Yine Merz, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ile görüştüğünü söylediğinde de Netanyahu, buna “Filistin yönetiminin İsrail’le barışa ilgi duymadığı ve İsrailsiz bir barış istedikleri” şeklinde karşı çıktı.

Zeit’in Kudüs muhabiri Tina Gildebrandt’a göre Merz’in Netanyahu ile buluşması “siyasi bir limbo dansı”na benziyordu. Tagesschau’dan Bettine Meier’e göre ziyaret bir “denge arayışı”ydı.

Bununla birlikte, Gazze’deki soykırımı iki seneden fazla bir süredir canlı yayında izlemek zorunda kalan ve bu süre zarfında uluslararası hukukun Almanya başta olmak üzere dünyanın süper güçleri nezdinde nasıl içi boş bir retoriğe dönüştüğünü gören insanlar açısından Merz’in ziyaretinin hiç de eleştirilerle dolu olmadığını söyleyebiliriz. Zira Merz’in İsrail’deki tüm ziyareti boyunca “eleştiri” namına dile getirdiği tek şey, İsrail’in Gazze’deki savaşını “vatandaşlarının güvenliğini savunma hakkı” olarak koruma altına aldıktan sonra Almanya’nın içine düştüğü ikilemle ilgiliydi. Merz, Gazze savaşının gidişatı esnasında İsrail’in “tutumunun” Almanya’yı bir ikileme sürüklediğini söylemekle yetindi.

Merz’in ağzında nötr bir ifadeyle “tutum” olarak hayat bulan İsrail’in bu eylemleri, Gazze’de 70 binden fazla kişinin ölümüne, yaşam altyapısının önümüzdeki onlarca yıl inşa edilemeyecek şekilde yerle bir edilmesine ve sessiz soykırımın ateşkese rağmen sürmesine yol açıyordu.

Merz’in İsrail Ziyareti ve Protestolar

Netanyahu ile ortak basın açıklamasında Merz’in İsrail-Filistin meselesinde iki devletli çözüme atıfta bulunması da oldukça ikircikli bir tutumdu. Zira Almanya’da devletin Filistin meselesinde benimsediği iki devletli çözüm politikası, bir yanıyla uluslararası toplumdan dışlanmamak için iki devletli çözümü savunmak, diğer yanda ise Avrupalı ülkelerden farklı olarak Filistin devletini sözde “devlet vasıfları oluşmadığı için” tanımamak üzerine kurulu.

Filistin devletinin Almanya standartlarınca tanınacağı bir “devlet” olabilmesinin önündeki en büyük engelin, İsrail’in on yıllardır sürdürdüğü işgal, etnik temizlik ve sürgünler olduğu gerçeği ise Almanya’nın Orta Doğu politikası açısından pek de dikkate değer değil anlaşılan.

Merz’in Almanya standartlarına göre “temkinli eleştiri” olarak nitelendirilen, fakat İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da cezasızlıkla karşılanan korkunç hak ihlalleri açısından bakıldığında “eleştiri” olarak bile nitelendirilemeyecek bu ifadeleri İsrail’deki ilk resmî ziyaretinin köşe taşlarını oluşturuyordu. Merz, Kudüs’te, yanı başındaki evlerinden kovulmuş, aileleri paramparça edilmiş ve herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın hapse atılmış on binlerce Filistinliyi görmezden gelerek İsrail’in aşırı sağcı hükûmetinin lideriyle görüşürken, Uluslararası Af Örgütü, Berlin’deki Paris Meydanı’nda “Savaş suçlularına silah hediye edilemez” yazılı pankartlarla protesto gösterisi düzenliyordu.

Son bir senedir Avrupalı hiçbir devlet başkanının makul gerekçelerle gitmediği İsrail’e Merz’in düzenlediği bu ziyaret, Af Örgütü’ne göre oldukça sorunluydu. Af Örgütü Genel Sekreteri Julia Duchrow yaptığı açıklamada, şansölyenin resmî ziyaretinden hemen önce İsrail’e silah sevkiyatına yeniden izin vermesini “acı bir misafir hediyesi” olarak tanımlayıp Alman hükümetinin kapsamlı bir silah ambargosu uygulaması çağrısında bulunmuştu.

Af Örgütü, Merz’in ziyareti esnasında İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da süren uluslararası hukuk ihlallerini açık şekilde kınamasını, İsrail’e silah ambargosu uygulamasını ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kararına saygı duyup savaş suçlarının siyaseten normalleştirilmemesini talep etti. Merz’in ziyareti, bu taleplerden hiçbirini karşılamadığı gibi, hakkında yakalama kararı çıkartılan Netanyahu’ya bir de Alman şansölyesi eliyle meşruiyet sağlamış oldu.

Dahası, Merz liderliğindeki Alman hükûmeti, Ağustos 2025’te İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını arttırma planı nedeniyle getirdiği silah ihracatı kısıtlamasını İsrail ziyaretinden birkaç hafta önce, 24 Kasım’da kaldırdı. Federal hükûmet, bu kararını İsrail’in Gazze’deki ateşkesinin “istikrara kavuştuğunu” öne sürerek gerekçelendirdi. Bu durumda Merz’in, “istikrarlı bir ateşkes”ten tam olarak ne anladığı büyük bir merak sebebi.

Alman Dış Politikasının Araçsal Gerçekçiliği

Mevcut durumda Merz’in pozisyonunda kristalleşen Almanya’nın İsrail politikası oldukça çelişkili: Almanya bir yandan İsrail’in soykırımını silah sevkiyatı ile mümkün kılarken, diğer yanda ise uluslararası hukuka cılız atıflarla değerler savunuculuğu rolünü sürdürmek istiyor. İsrail’e silah sevkiyatı bir yanıyla Holokost’un korkunç vahşeti karşısında Almanya’nın tarihsel sorumluluğu ile gerekçelendirilirken, öte yanda bu sevkiyatların Alman savaş ekonomisini ne şekillerde canlı tuttuğu pek de dikkat çekmiyor.

Netanyahu ve aşırı sağcı koalisyon hükûmetinin, işledikleri savaş suçlarına yönelik her türlü eleştiriyi antisemitizm ve “Hamas propagandası” olarak nitelendirmesi karşısında Merz’in ufak itiraz kırıntıları henüz canlanmadan sönümlenmeye mahkûm. Zaten Merz’in siyasi pragmatizmi, esasen tam da bu yükseliş ve alçalmalarla karakterize.

Bu yükselişlerden birinde aynı şansölye, Ağustos ayında İsrail’in Filistin’de barbarlığa varan ihlalleri neticesinde dünya kamuoyunun çığlıklarına reel siyaset açısından daha fazla kayıtsız kalamamış ve “Açıkça söylemek gerekirse İsrail hükümetinin Gazze’de artık hangi hedefi izlediğini bilemiyorum” demişti. Hemen ardından da İsrail’e Gazze’de kullanılabilecek silahların sevkiyat izinlerinin askıya alındığını duyurmuştu. Bunun üzerine Almanya’da başta Merz’in partisi Hristiyan Birlik saflarında huzursuzluk baş göstermişti.

Tüm bunlara rağmen Merz’in İsrail ziyareti, özünde bir siyasi pragmatizmin ve riskten kaçınma refleksinin dışavurumu. Merz, diplomatik ziyaretiyle önceliği, büyük çatışma ortamında Berlin’in “kontrollü ve hasarsız” çıkışlar yapabilmesine verdiğini gösterdi. Oysa bu tutum, kısa vadeli devlet çıkarlarını ve güvenlik bürokrasisi sürekliliğini ön plana koyarken, aynı zamanda Almanya’nın tarihsel sorumluluğunun esas etik taleplerini de törpülüyor. Merz dile getirmekten kaçınsa da “Staatsräson”, hukuki ve insani kaygıların çoktan yerini almış durumda. Alman dış politikasının araçsal gerçekçiliği, normatif tutarlılığının üzerinde kocaman bir gölge olarak uzanıyor.

Merz’in ziyareti, anlık diplomatik bir başarı olarak görülebilir mi ya da Merz’in yarım ağızla Netanyahu hükûmetine yönelttiği eleştiri benzeri ifadeler Almanya’yı uluslararası hukuk bedellerinden koruyabilir mi belli değil. Fakat bildiğimiz şey var: Filistinlilerin yaşadığı akıl almaz ihlaller, hâlâ Alman siyasetinin tepelerinde görünmeyi bekliyor.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi #0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler