Almanya’da “Kim, Neden Radikalleşiyor?” Sorusu
Almanya’da doğup büyümüş olan ve adları silahlı örgütlerle anılan bireyler hangi sosyal ve psikolojik etkenlerden ötürü bu radikal örgütlere katılıyor? “Radikalleşme süreci” olarak tabir edilen bu sürece devlet kurumlarınca nasıl bakılıyor? Wolfgang Schmidt'in 2012 yılında yayımladığı “Genç, Alman, Taliban” adlı eseri bu soruları tartışıyor.

Kuşkusuz 2001 yılında gerçekleşen 11 Eylül olayları sonrası oluşan siyasi hava, dünya siyasetini olduğu kadar, bilhassa Avrupa’da yaşamlarını sürdürmekte olan toplumların sosyal yaşantısını da etkilemiş durumda. Bilindiği gibi 11 Eylül sonrası “Terörle Mücadele” adı altında oluşturulan güvenlik atmosferi, kimi devletlerin kendi toplumlarının güvenliğini sağlama amacıyla bir takım güvenlik projelerin geliştirilmesine zemin hazırlamış bulunuyor.
Bu hususta Almanya’daki duruma göz attığımızda da benzer bir durum ile karşılaşıyoruz. Alman devleti, kurum ve kuruluşlarıyla geliştirdiği güvenlik projeleriyle ana hedeflerinin, merkezleri genellikle Orta Doğu’da bulunan ve Avrupa’da uzantıları olan bir takım radikal örgütlerin güçlenmesini ve son yıllarda bu örgütlere katılım sağlayan bireylerin radikalleşme sürecini engellemek istediğini vurguluyor.
Toplumda özellikle gençlerin bu tür örgütlere ne zaman, nasıl ve hangi sebeple katıldığını araştırma çalışmalarına Almanya devlete ait pek çok kurum ve kuruluşlarıyla ağırlık vermiş bulunuyor. Bu kurum ve kuruluşların uzmanları, Almanya’da doğup büyümüş olan ve adları silahlı örgütlerle anılan bireylerin hangi sosyal ve psikolojik etkenlerden ötürü bu radikal örgütlere katılım sağladıkları konusunda hangi görüş ve fikirleri savunuyor? Bireysel olarak dile getirdikleri ve “radikalleşme süreci” olarak bahsettikleri bu sürece nasıl bakıyorlar?
Wolfgang Schmidt 2012 yılında yayımladığı “Jung, Deutsch, Taliban” (Genç, Alman, Taliban) adlı eserinde konuya dair cevap arayışlarını, Alman toplumunun genel görüşlerini de yansıtır bir biçimde ele alıyor.
“Genç, Alman, Taliban”
Yazarın eserinde sıkça belirttiği üzere, kabul edilen genel kanaat, toplum içerisinde özellikle son yıllarda devletin radikal ve aşırı tehlikeli olarak sınıflandırdığı örgütlere katıldığı tespit edilen bireylerin herhangi bir sosyal sınıfta kategorize edilmelerinin mümkün olmadığıdır. Yapılan araştırmalarda, kadın veya erkek, genç veya yaşlı, iş sahibi veya işsiz, Alman veya yabancı, sabıkalı veya entelektüel, sosyal hayatın her alanından bireylerin bu örgütlenmelerde yer alması ilginçtir.
Almanya’da Bilim ve Siyaset Vakfı uzmanlarından Guido Steineberg, bu sebeple “On yıl önceye kadar tehlikeli olarak gördüğümüz örgütlenmelere sadece Doğu ülkelerinden gelen bireyler katılırdı, ama artık Almanlar da bu hareketin içinde.” ifadesinde bulunuyor.
Dolayısıyla herhangi bir etnik veya kültürel unsurun bu örgütlere yönelmede öncülük ettiğini söylemek mümkün olamıyor. Ancak hiçbir Avrupa ülkesinden, Almanya’dan olduğu kadar Pakistan-Afganistan bölgelerinde bulunan silahlı örgütlere katılımın olmadığı da eserde altı çizilen hususlardan biri. Geçtiğimiz yıllarda sadece yabancı kökenli bireylerin bu tür örgütlere katılım sağladığı ifade edilirken, son yıllarda elde edilen verilere göre, artık bu örgütlere katılan şahıslar arasında Almanya doğumlu olanların bulunduğu ve Stefan, Tobias, Sabrina gibi isimler taşıyan Alman vatandaşlarının da mezkûr örgütlere katıldığı savunuluyor.
“Marjinal Muhalefet Gençlere Çekici Geliyor”
Yazara göre, Alman medya organlarının da son zamanlarda sık sık dile getirdiği bu olgu, resmî kurum ve kuruluşları tedirgin bir havaya sokuyor. Dolayısıyla devlet kurumları, bilhassa Alman kökenli olup Pakistan-Afganistan bölgelerinde merkezleri bulunan örgütlere katılan vatandaşlarının, hangi sebepler dolayısıyla bu değişime yöneldiklerini bilmek istiyor. Ancak bu konuda net bir tahlil ve tespitin yapılabilmiş olduğunu söylemek şu an için mümkün değil.
Yazar eserinde ayrıca, Almanya’nın, kendi vatandaşlarında radikal örgütlere yönelik eğilimleri analiz etme konusunda, tıpkı Neonazi dünyasına yönelenleri araştırmada gösterdiği yaklaşımı sergileyerek, bu yöneliş sürecindeki psikolojik ve sosyal etkileri iyi tahlil etmek zorunda olduğunu ve söz konusu insanlardaki değişimin bu şekilde anlamaya çalışılması gerektiğini belirtiyor. Bunun için de “Erlebniswelt” denilen, bireyin “deneyim dünyası”nın iyi analiz edilmesi gerektiğini vurguluyor.
Ancak söz konusu bireylerin biyografilerini, yaşamlarında gerçekleşen dönüm noktalarını, temas kurdukları grup ve örgütlerle sağladıkları ilişkileri teferruatlı bir şekilde gözden geçirmeden, bu değişim sürelerini tanımlayabilmekte güçlük çekileceği de atlanmaması gereken önemli bir ayrıntı olarak varlığını koruyor.
Buna mukabil, International Center for the Study of Radicalisation London yöneticisi Peter Neumann, Batı’da oluşan marjinal radikal örgütleri ve mensuplarını “counter culture” olarak tanımlıyor. Neumann, toplumda var olan genel yapıya marjinal bir muhalefet şeklinin, bir boşluk ve arayış içinde olan gençlere çok çekici geldiğini vurguluyor.
Radikalleşme Sürecini Tetikleyen Üç Faktör
Öte yandan yazarın dikkat çektiği ve bazı grupların radikalleşmesinde etkili olan unsurlardan bir diğeri, dünya siyasetinde gelişen olaylar. Bilhassa Bush yönetimi döneminde gerçekleşen 11 Eylül olayları sonrası ABD’nin Afganistan, Irak ve Guantanamo’da izlediği politikalara tepki olarak gelişen anti-Amerikancı düşüncelerin, gençlerin marjinal gruplara yönelmelerinde ve genele muhalif bir konuma gelmelerinde etkili olduğu savunuluyor.
Dünya siyasetinde gelişen olaylara karşı gelişen tepkinin yanı sıra, söz konusu bireylerin toplum içinde yaşadıkları kimlik krizi, aile içi problemler, psikolojik sorunlar gibi unsurların da etkisiyle, hızlı bir marjinalleşme sürece yaşandığı da yazarın iddiaları arasında. Ancak bu tespitlerin bireylerdeki radikalleşmeyi kavrayabilmek için tümüyle yeterli olmadığının da altı çiziliyor.
Dolayısıyla, gençlerin neden bu tür radikal gruplara katılım sağladığı sorusuna genel bir cevap vermenin mümkün olmadığı belirtilse de Neumann gençlerde radikalleşme sürecini tetikleyen üç faktörden bahsediyor: Birincisi, bireylerin ötekileştirmeye maruz kalması, yani sosyal hayatta ayrımcılığa maruz kalarak dışlanması, söz konusu bireylerin marjinal gruplara yönelmesini kolaylaştıran etkenlerin başında geliyor. Bu durumda bilhassa kimlik krizi yaşayan bireylerde ortaya çıkıyor. Sosyal hayatlarında aidiyet duygusu gelişmemiş ve arayış içinde olan gençlerin, birtakım örgütlerin ideolojik propagandalarından etkilenmeleri kolaylaşıyor.
Diğer bir önemli etken; sosyal ve siyasi alanda patlak veren olaylara karşı gelişen tepkiler. Bilhassa son yıllarda, “Terörle Mücadele” adı altında ABD önderliğinde yürütülen siyaset sonucu birçok ülkede kaos ortamının oluşmuş olması ve dünya kamuoyunun genelinde bir tepkisizliğin var olduğuna inanış, söz konusu bireylerin bu duruma tepki olarak marjinal gruplara yönelmesi gerçeğini ortaya çıkarıyor.
Neumann’ın belirlediği üçüncü faktöre göre ise; bireyin kendisiyle aynı düşünce dünyasını paylaşanlarla iletişim kurarak bir gruplaşmanın oluşmasına meyli ve ancak bu şekilde kendini bütün olarak hissetmesi. Dolayısıyla da marjinal bir grubun oluşmasıyla bireyler birbirlerini tasdik ederek kendi içlerinde bir dinamizm oluşturuyor, kendilerinin bu tür gruplara karşı olan aidiyet duygularını da sabitleştiriyor. Ancak daha önce de belirtildiği gibi, bütün bu olası faktörlere rağmen, yazara göre bireylerde marjinalleşme süresinin nasıl geliştiğine dair kesin bir tez sunmak mümkün değil. Ve bu husus Batı kamuoyunu daha uzun süre meşgul edeceğe benziyor.