'Dosya: "Avrupa’ya Gelen Mülteciler"'

İdomeni’den Haber Var

İnsanın onurlu bir yaşama ilişkin taşıdığı son umut da NATO telleri ve çöp çukurları arasında yitip gittiğinde ne yapılabilir? Bu soruya en etkileyici cevap İdomeni’deki mültecilerden geliyor.

Abdüllatif artık Angela Merkel’i beklememeye karar verip uyku tulumunu dürerek çadırından çıktığında saat akşam 11’i biraz geçiyordu. “Sınırdan yeni bir haber var mı? Brüksel’den yeni bir haber? Yok mu?” diye son bir defa soruyor ve ıskartaya çıkarılmış tren vagonlarının arkasında kayboluyor. Abdüllatif’in ardında iki yıl süren bir kaçış ve henüz gerçekleşmemiş bir yaşam ümidi var. “Daha iyi bir yaşam ümidi” değil, sadece “bir yaşam ümidi”. Abdüllatif’in kız kardeşi hayatını kaybetmiş, anne ve babası kaçamayacak kadar yaşlı ve hasta, vatanı kalınamayacak kadar harap. Önünde bir zamanlar henüz NATO tel örgülerinin olmadığı dönemlerde Yunanistan ve Makedonya arasında doğal sınır olan Belasica Dağları’nın zirvelerinde yanıp sönen kırmızı uyarı ışıkları var.

Bu gece yolculuğu Abdüllatif’in İdomeni’den dördüncü kaçış denemesi. Birkaç ay öncesine kadar Yunanistan-Makedonya sınırındaki sahipsiz bölgede bulunan önemsiz bir tren garının ismi olan İdomeni artık Avrupa’nın mülteci politikasındaki başarısızlığının sembolü. Mülteci krizi sözde Avrupa değerlerinin Avrupa sınırlarına dayandığı her sınavda daimi bir başarısızlıkla sonuçlanıyor: Melilla, Lampedusa, Lesbos, Calais… Ve şimdi de bir çamur, zatürre ve siyasi bağnazlık çukuru olan İdomeni.

Mülteciler, Takımlarına Bir İsim Verseler İsmi “Merkel Takımı” Olurdu

“Ölmek isteseydim vatanımda, ebeveynlerimin yanında kalırdım.” diyor 24 yaşındaki Abdüllatif harekete geçmeden bir akşam önce. Tren garındaki küçük binada hâkim olan gerilim tıpkı önemli bir futbol maçının kritik dakikalarında yaşanan gerilime benziyor. Aradaki tek fark İdomeni’deki 12.000 mültecinin kaderi hakkında kararların da verileceği AB başkanlarının Brüksel’deki toplantısının canlı yayınlanmaması. Zaten burada bir priz bile yok ve burada kimse kendi takımına çok da umut bağlamıyor. Brüksel’de gerçekten de sınırın açılması için oynayan bir takım olsaydı İdomeni’deki mülteciler bu takıma muhtemelen “Merkel Takımı” adını verirlerdi. “Sınırı açıp açmadıklarını biliyor musun? Hayır mı? Merkel’den umutluyuz… İnşallah…” Sözcükler genellikle ya çok sık kullanılmalarının ya da yılgınlığın bir eseri olarak monotonlukla ağızlardan çıkıyor.

Televizyonda haftalardır belki de Yugoslavya Savaşı’ndan beri Avrupa’da pek de sık karşılaşılmayan görüntüler var. Yayın araçları çamura batmamak için İdomeni’deki küçük asfaltlı alana sıkışıyor ve bilmem kaç kere tekrarlanmasına rağmen Avrupa’yı uyandırmaya yetmeyen o görüntüleri yayınlıyorlar. Eğer boğulmuş olan Suriyeli-Kürt çocuk Aylan Kurdi’nin fotoğrafı Avrupa’nın mülteci politikasını değiştirebilseydi, İdomeni’den yayınlanan görüntülerin aslında bir insanlık devrimini tetiklemesi gerekirdi: Buz gibi suyun içinde yenidoğan bebekler, NATO tel örgülerine takılmış çocuk çorapları, yanan bir çöp yığınının ateşinde akşam yemeklerini hazırlayan aileler… Dikenli tel engelinde, teneke çatı altında plastik bir bardakta verilen çay ve bir portakal için uzun bekleyişler. Hem de Avrupa’nın tam ortasında.

Trajediler Hakkında Binlerce Haber Yapıldı, Değişen Bir Şey Yok

“Uyuyoruz, bir yerlerde bekliyoruz ve tekrar uyuyoruz.” diyor Suriyeli Muhammed. 24 yaşındaki genç Şam’da İngiliz Edebiyatı okuyormuş. Daha sonra komşu eve üç füze isabet etmiş.

Muhammed Avrupa’ya sığınana kadar bir sene Türkiye’de düşük ücretli geçici işlerle ayakta kalmış ve uçuk ücretli mülteci kaçakçıları ile mücadele etmiş. Devlete değil, komşu çadırdaki Kürt ailenin yanına sığınmış.

“Sınırın ne zaman açılacağını biliyor musun?” sorusu 50 yaşındaki Ömer’in de ilk sorusu. Muhammed’in yanına sığındığı yeni aile babası az sonra gelecek cevabı biliyor ve çaresizlikle bu cevap karşısında gözlerini kapatıyor. “Mercimek çorbası?” diye sorarken gözlerini tekrar açıyor. “2 litre fasulye” etiketli, isli bir kutunun içindekini yıkanmış kâğıt bardaklara boşaltıyor. “Şuradakiler benim çocuklarım.” diyor ve yakmak için ıslak odun getirmeye çalışan ilkokul çağındaki üç çocuğu gösteriyor. Kendisine eşi sorulduğunda gözleri tekrar kapanıyor.

Muhammed ve Ömer’inki gibi hikâyeler binlerce defa anlatıldı fakat bu trajediler yetkililerin Avrupa’nın değerleri hakkında sarf edilen sözleri eyleme dökmesine yetmedi. Kirli her bir çadır kapısının arkasında bir başka trajedi saklı: 50 yaşındaki Ali Somali’de polis olarak çalışıyordu. Şebab milisleri kendisine üçüncü kez saldırdığında kaçtı. Şimdi ise sabahları soğuğa karşı yanacak bir şeyler toplayabilmek için çöpten fareleri kovalıyor.

28 yaşındaki Ranja Suriye’nin Deyrizor şehrinde eczacı olarak çalışıyordu. IŞİD terör örgütünden kurtulabildi ama eşi onun kadar şanslı değildi. Şimdi tek başına mücadele ediyor, iki çocuğu ve karnındaki bebeğiyle.

34 yaşındaki Fatih Suriye’de kick boks hocalığı yapıyordu. Şimdi ise eşi ve iki çocuğuyla birlikte haftalardır bir benzin istasyonunun park yerinde yatıyorlar.

Sınır Günde Birkaç Kez Açılıyor

İki benzin deposu ötede Süleyman çadırının önünde oturuyor. Çoğu Kürt olan yaklaşık 100 mülteci gibi o da “benzin istasyonu kampına” çekilmiş. Bu iyi haber, çünkü asfaltlanmış girişler çadırların çamura batmasını engelliyor. Aynı zamanda kötü haber, çünkü mülteciler burada büyük ölçüde yardım organizasyonları olmadan ayakta kalmak zorundalar. Süleyman belki de Almanya’ya kaçmayı başarmış fakat yine de tekrar buraya dönmüş tek mülteci. Söylediğine göre bunun suçlusu IŞİD’in yanı sıra Berlin Yabancılar Polisi. Hikâyeyi üçüncü kez anlatırken de “Evlilik cüzdanımın fotokopisini kabul etmek istemediler!” şeklinde öfkesini dışarı vuruyor. “IŞİD’e gidip, ‘Yabancılar Polisi için bana evlilik cüzdanımı verir misiniz?’ diye mi sorayım?” diyor. Aslında Süleyman aile birleşimi kapsamında eşini yanına getirtmek niyetindeymiş, şimdi ise bunun yerine Balkanlar üzerindeki rotadan yürümek zorunda. Acaba buna gerek kalmayabilir mi? “Belki de memleketimize geri döneriz. Yoksa sınırdan yeni bir haber mi var?”

Bir yandan sınırın açılacağına ilişkin haftalardır hiçbir işaretin olmadığını bilmek, diğer yandan geri dönmenin imkânsız olması çelişkisi sadece mültecilerin sözlerinde hissedilmiyor: Şam’dan gelen genç bir adam rayların üzerinde, herkese sirayet etmiş yılgınlığı kelimelere dökmeye çalışıyor. Bir pankartın üzerine “Biz savaştan kurtulduk. Ama sizin yüzünüzden kurtulmamış olmayı dilerdim.” yazmış. Genç adam Yunan polisleri kendisinden yolu boşaltmasını talep edene kadar bütün gün orada duruyor.

İdomeni’de sadece birkaç dakikalığına Makedonya’ya uzanan sınır kapısı açılıyor: İnsanlar için değil, yük trenleri için. Birkaç çamur birikintisi ötede ekskavatör ve dozerler yumuşamış arazi üzerinde daha fazla yılgınlık dağıtıyor. Birkaç saat sonra Sınır Tanımayan Doktorların bir sonraki büyük çadırı kuruluyor. Herkes kampın sonsuza kadar burada kurulu kalacağından endişe ediyor: Kampın ana caddelerine satıcılar sebze stantları kurmuşlar. Bazı mülteciler bellerindeki tezgâhlarda sigara satıyor. Bir paketteki kâr payı 20 Cent. Sınırdaki tel örgüde bir Kürt gururla çadırının etrafına açtığı çukuru gösteriyor. İlerleyen günlerde ek drenaj kanallarının komşu çadırları birbirleriyle ve hepsini bir su rezervi ile bağlaması planlanıyor. İleride iki adam çamaşır ipi germek için yere kazık çakıyor. Kampın diğer köşesinde Afganlar eğreti bir kızakla cılız bir ormancıktan topladıkları ağaçları çamurun üzerinden sürüklüyorlar. Ellerinde uyku tulumları ile yeni gruplar raylardaki çakılların üzerinden İdomeni’deki kampa doğru ilerliyor.

Onlardan biri de Abdüllatif. Kaçış denemesinin ertesi sabahı yine yanan çöplerden oluşan kamp ateşinin yanında oturuyor. Artık İdomeni’de bu belirsizliğin devam edeceği biliniyor. AB ve Türkiye arasında yapılan anlaşmanın adı Mülteci Anlaşması, fakat İdomeni’de bulunan mülteciler hakkında tek söz bile yok.

“Bu sefer isabet ettiremediler.” diye seviniyor Abdüllatif ve geçen sefer Makedonya polislerinin coplarının isabet ettiği yerlerdeki morlukları gösteriyor. “Kahve ya da çay?” diye soruyor. Bir de Merkel’den yeni bir haber olup olmadığını.

Fabian Goldmann

Jena ve Şam’da Siyaset ve İslam Bilimleri eğitimi gören Fabian Goldmann, serbest gazeteci olarak çalışmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler