Dosya: "Makbul İmam" Arayışı

“Sıkıştığında İmamları Kullanan Anlayış Yanlış”

Hasan Ağırbaş, 2005 yılında DİTİB Din Görevlisi olarak, eşi ve iki kızıyla birlikte Yalova’dan Almanya’ya geldi. Şu anda Idstein Din Görevlisi olarak görev yapmakta olan Ağırbaş 2017 Temmuz ayında Türkiye’deki vaizlik görevine geri dönecek. Münster Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde doktora eğitimine de devam etmekte olan Ağırbaş’la Almanya’daki imamlara dair tartışmayı konuştuk.

1 Haziran 2016

Alman kamuoyunda DİTİB imamlarına yönelik bir baskı var. Siz de bu tartışmada portresi çizilen imamlardansınız. Tartışmalar sizi nasıl etkiliyor?

Medyanın ve politikacıların yaklaşımı cemiyetteki çalışmalarımızı etkilemiyor. Senelerdir hangi çalışmaların peşindeysek o şekilde devam ediyoruz. Sadece zihinsel olarak bu tartışmanın daha da baskıcı bir hâl alıp almayacağına dair endişeler taşıyoruz.

Bu endişeyle birlikte, bu tür tartışmalardan olumlu sonuçlar ortaya çıkacağını düşünüyorum. Siyasilerin gündeminde olmamız bizlerle tanışmak, görüşmek ve konuşmak isteyenlerin artmasına da sebep oluyor. Kilise temsilcileri, medya mensupları, diğer yerel aktörler ve normal vatandaşlar “Kim bu imamlar, neler yapıyorlar?” gibi sorular sorarak bizlerle diyaloğa geçmek istiyorlar. Bu durum dahi olumlu bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor.

Türkiye’den gelen imamlarda en çok eleştirilen konu dil meselesi. Argümanlardan ilki bugünkü kuşağın artık Türkçeyi, Arapçayı, Boşnakçayı anlamadığı yönünde. İkincisi ise Alman siyasiler camilerde konuşulanları anlamak istiyor. Ne dersiniz?

Bu argümanlardan ilkinde bir miktar haklılık payı var, ama meseleye daha derinlikli bir bakış atmak lazım. Öncelikle DİTİB’in buraya imam göndermeye başladığı dönemde buradaki insanlarımızın hepsi Türkçe konuşuyordu, hiçbiri Almanca bilmiyordu. Dolayısıyla onlara Türkçe konuşan, çocuklarına Türkçe vaaz verecek imamlar gerekiyordu. Bugün realite değişti. İlk neslin torunlarında Türkçe’yi anlama ve konuşma sıkıntısı var. Fakat bu, Türkçe konuşan imam ihtiyacının ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Bilakis bu ihtiyaç daha da fazla kendisini gösteriyor.

Bizim için hem anadil hem de ülkenin dili aynı oranda önemli. “Sadece ana dil yeter, Almanca olmasa da olur” veya “sadece Almanca yeter, anadil çok da önemli değil” gibi bir anlayışı kabul etmemiz mümkün değil. O yüzden anadilde vaaz ve sohbetlere devam etmek durumundayız. Ayrıca kimsenin bizden anadilimizden vazgeçmemizi istemeye hakkı da yok. Çünkü bu aynı zamanda anayasal ve insani bir hak.

Sadece Almanca vaaz ettiğimizde anlamayacak çok insanımız var. Özellikle birinci nesilden gelen insanların yanında Türkiye’den buraya yeni gelmiş insanlar da var. Dolayısıyla hutbenin Türkçe, Arapça ya da Boşnakça olması hâlâ bir ihtiyaç. Bunun yanında çocuklarımızın ve gençlerimizin Türkçe hutbeleri anlamakta zorluk çektiği de bir gerçek. Bu durumda Türkçeden başka bir dili anlamayan kimseler için Türkçe bir ihtiyaç, üçüncü nesil çocuklar ve diğer Müslüman kardeşlerimiz için de Almanca bir ihtiyaç ve en az Türkçe kadar şart. Bu aynı zamanda dinî açıdan da gerekli. Çünkü hutbenin amacı o meselenin Müslümanlar tarafından anlaşılmasıdır, zaten cumanın amacı da Müslümanların ortak bir gündeminin olmasıdır. Camiye gelen bir Müslümanın hutbeden hiçbir şey anlamadan geri gitmesi doğru olmaz.

Hutbelerin Alman toplumu tarafından da anlaşılması ve içeriklerinin bilinmesi gerektiğini söyleyenlere gelince; zaten yıllardır DİTİB de, IGMG, VIKZ ve diğer İslami cemaatler de hutbelerin iki dilde okunmasına önem veriyorlar. Bugün DİTİB’in birçok camisinde imamlarımız Türkçe-Almanca olmak üzere iki dilli hutbe okuyor. Eğer hoca Almanca bilmiyorsa Türkçesini okuyor, Almancasını da bir başkasına okutuyor. Eğer bu da yoksa ve hutbe sadece Türkçe okunuyorsa, hutbenin Almanca metnini uygun bir yere koyuyorlar ve namaz sonrasında isteyen alıp oradan okuyabiliyor. Bizler bu iki dilliliği bir zenginlik olarak görüyoruz.

Peki kamoyu?

Camide ne anlatıldığını öğrenmek isteyen kişi ya Almanca okunan hutbeyi dinler, ya camiden çıkarken Almanca hutbeye yazılı bir şekilde ulaşır ya da en kötü ihtimalle, hutbeler her hafta Almanca olarak dinî cemaatlerin internet sitelerinde yayımlanıyor. “Bu imamlar camilerde ne diyorlar?” diye merak edenler oradan her hafta okuyabilirler. DİTİB şeffaf, ne yaptığı ve ne konuştuğu ortada olan bir kuruluş. Tıpkı Almanya’da ortak İslam anlayışına sahip olduğumuz diğer dinî cemaatler gibi.

Hatta hutbe konusunda bir adım daha öteye gidelim. Son dönemde mültecilerin sayılarının artmasıyla biz imamların sorumlulukları da arttı. Türkçe ve Almanca bilmeyen bu kardeşlerimizin de okunan hutbeleri anlamaları gerekiyor. Hepsi de Arapça konuşan insanlar. Dolayısıyla artık birçok camide iki dilli değil, belki üç dilde hutbe okunması gerek. Mesela ben şahsen yaklaşık bir yıldır bu şekilde bir uygulama yapıyorum. Almanca ve Arapçasını bir özet şeklinde sunarak üç dilde hutbe okuyorum. Tüm kardeşlerimiz bundan çok memnunlar. Sonuç olarak okunan hutbeyi herkes anlamış oluyor.

Siz Almancayı burada mı öğrendiniz?

Evet. Almanya’ya gelir gelmez yaptığım ilk iş Almanca kursuna yazılmak oldu. Yaklaşık altı ay sonra, yani Almanca bir metni okuyabilecek seviyeye gelir gelmez de hutbelerin Almancasını da okumaya başladım. İhtiyaç durumunda İngilizce de okuyabilirim. Önemli olan Müslümanların hutbedeki konuyla ilgili az da olsa bilgilenmiş olmaları.

Alman medyasında tartışmalar daha çok Almanca hutbeler üzerinden yürütülüyor. Ancak esasen sohbetler, kandil programları ve gençlik çalışmaları da buna dâhil edilebilir. Cemiyetlerin dilini tamamen Almancaya çevirmek mümkün mü?

Çok küçük camiler haricinde birçok camide çocuklara verilen derslerde din görevlisinin yanında başka yardımcı hocalar da görev yapıyorlar ve ihtiyaca göre Almanca da dinî bilgiler eğitimi veriliyor. Dinî bilgiler kitabından elif cüzüne kadar iki dilli kitaplar basılıyor. Çünkü camilerimizde sadece Türk çocukları yok. Afrika’dan, Balkanlardan, Arap ülkelerinden gelen çocuklarımız da var. Mesela ben kendi camimde dinî konuları Türkçe ve Almanca olarak iki dilde de anlatmaya çalışıyorum.

Bunun dışında sadece cami hocaları sohbet etmiyor ki camilerimizde. Gençlere yönelik programlar düzenliyor ve genç akademisyenleri, ilahiyat hocalarını çağırıyoruz. Örneğin biz 3-4 cami ortaklaşa Almanca İslam tarihi seminer serisi yaptık. Bu tarz programlar Almanca oluyor zaten, bunlar senelerdir yaptığımız çok sıradan programlar.

Bütün bir eğitim dilinin ya da cemiyetteki konuşma dilinin sadece Almancaya çevrilmesini istemek baskıcı bir tutum olur. Biz anadili önemsiyoruz. Bizim gençlik sohbetlerimize katılanların tamamının Türkçesi hem dinleme/anlama hem de ifade etme konusunda çok iyi. Cami merkezli büyüyen gençlerimizin Türkçesinde bir sorun yok, onlarla sohbetlerimiz Türkçe yapılıyor. Buna rağmen gençlerle sohbetlerde daha iyi anlaşılsın diye birçok İslami kavramı Almanca da dile getiriyorum.

Fakat burada da Almancanın kimlik oluşturucu bir seviyede kullanılmadığı eleştirisi getiriliyor. Ne dersiniz?

İslami literatür Almancaya tam olarak intikal etmiş değil. İslami kavramların Almancalaşması meselesi uzun bir süreç. Biz bu esnada gençlere İslam’ı Türkçe ve mümkün mertebe Almanca anlatmaya devam ediyoruz.

Bir de insan anadilinden niçin vazgeçsin ki? Bir Alman aile Türkiye’ye yerleşse anadilinden vaz mı geçecek? Burada kaçıncı nesil olursa olsun Türkiye’yi anavatanı olarak gören insanlar var. Gidip geliyorlar. Türkiye’deki akrabalarıyla irtibat hâlindeler. Türkçeye ihtiyaçları var. Almancayı öğrenme gerekliliğini tartışmaya bile gerek yok, bu şart. Ama Türkçeden vazgeçilmesini istemek mantıksız.

Dil konusu bir tarafa aşırılığı önleyici tedbirler camilerde de sıkça uygulanıyor. Bir imam olarak bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gençlerimizi aşırı akımlardan korumak ve onların bu tarz akımların peşine gitmelerini engellemek bizim önemsediğimiz ve gündemimizde olan bir konu. Camiyle içli dışlı olan, dinî temel bilgisi olan gençlerimiz aşırılıktan uzaklar. Radikalleşen gençlerin çoğunluğu camilerden uzak yaşayan ve temel dinî bilgilere sahip olmayan gençler. Büyük bir kısmı genelde geçmişte uyuşturucu, alkol gibi kötü yollara düşmüş, daha sonra bir şekilde dönüş yapmak istemiş, fakat hızlı bir dönüş yaparak bu sefer de tam aksi istikamete meyletmiş kimseler. Bizim İslam anlayışımız ortada. Almanya’daki Müslümanların büyük çoğunluğunun yaşadığı İslam orta yolda olan, aşırılıktan uzak bir İslam’dır. Dolayısıyla radikalizmle mücadele eden herkesin aslında bizlere teşekkür etmesi gerek.

Camiler sorunun bir parçası değil.” diyorsunuz. Peki camilerin aşırılıkla mücadele etmede öne çıkması bir süre sonra kamuoyunda “Camilerin aşırılık konusunda genel bir sorunu var.” algısını güçlendirmez mi?

Aşırılığa meyledenler yanlış dinî yorumlardan ve dini argümanlardan etkileniyorlar. Yani bu gençler din kullanılarak aşırılığa çekiliyorlar. Bu durumda onları oradan kurtarmanın en etkili araçlarından biri de dinî argümanlar olmalı. Oraya gidenler dinî gerekçelerle gidiyorlarsa biz hocalar da buna karşı ortaklaşa dinî argümanlar sunmalıyız. Tabi ki bu sadece işin bir boyutu. Diğer yandan yetişme tarzından tutun da toplumda İslam’la ilgili negatif algılara kadar aşırılığın birçok başka sebebi de var. Bütün sorunları es geçip, “Camiler aşırılığın yuvalarıdır.” demek çok büyük bir hata olur. Camiler olsa olsa sorunun değil, çözümün merkezleridirler. Ama tabi ki tek merkez de değiller.

Almanya’da verilen imam eğitimleri buradaki Müslümanların sorunlarını çözebilecek mi sizce?  

Yurt dışından imamların gelmesi bir ihtiyaç. “Doğru mu yanlış mı”dan ziyade bunun reel bir ihtiyaç olduğunu görmek lazım. Buradaki toplum ihtiyaç hissetmiş ve önce cemiyetler kendi bütçeleriyle imamlar getirmişler. Bu ihtiyaç değişir de Türkiye’den imam gönderilmesine ihtiyaç olmazsa bu realite elbette değişir.

Buradaki imam eğitimi elbette olumlu ama yeterli değil. Şu an emekleme aşamasında, daha kalkacak, yürüyecek ve koşacak. Daha da iyileştirilerek buradaki topluma hitap edebilecek din görevlilerinin yetişmesi desteklediğimiz bir husus. Türkiye’den ve diğer İslam ülkelerinden hocalar buraya gelip ilahiyat fakültelerinde ders veriyorlar. İslam ilahiyatlarının ve ilim adamlarının diğer ülkelerle bağlantılarının olması oldukça tabii. Diğer ülkelerdeki İslam ilahiyat metotlarından buradaki fakültelerin eğitimine katkı sağlayacak şekilde istifade etmek çok faydalı olacaktır. Zira orada asırlardır kökleşmiş bir gelenek var.

Buradaki İslam ilahiyatlarına dair “Acaba nasıl bir İslam anlayışı sunulacak?” endişesi duyan Müslümanlar da var. Bu endişeler hakkında ne dersiniz?

Hangi niyetle kurulursa kurulsun ben bu ilahiyatların sonucunun hayırlı olacağını düşünüyorum. İslam’ı araştıran insanların çoğalmasının, dindarların barışçıl bir şekilde bir arada yaşamaları için olumlu sonuçları olacaktır. İslam burada endişe duyulan bir olgu, çünkü bilinmiyor. İnsanlar ve de yetkililer “Müslümanlar, imamlar ve dinî cemaatler” hakkında değil, “Müslümanlarla, imamlarla ve dini cemaatlerle” konuşsunlar. İslam ilahiyatları bu yönde büyük bir adım olacaktır.

Türkiye’den geldiniz, burada doktora yapıyorsunuz. Kim bilir sonrasında nereye gideceksiniz. Bu küresel çağda Türkiye’den gelen imamların korku oluşturmasının anlamı var mı?

İmamların korkuya neden olan davranışları yok ve kamuoyu da bunun farkında aslında. Bütün şehirlerde bugün birçok politikacının eleştirdiği Türkiye’den gelen imamlar Müslümanlarla iletişimde birinci muhatap kabul ediliyorlar. Dolayısıyla korku üzerinden yapılan bu tartışma suni bir gündem oluşturma çabasının sonucu. Sıkıştığında imamları kullanan anlayış oldukça yanlış.

Almancaya dair zorluklar elbette var, ama bu en kötü ihtimalle toplantılarda tercüman aracılığıyla halledilebiliyor. Dilden daha önemlisi dinî anlama, algılama ve yorumlama şekli. Bizim İslam anlayışımız sağlam, sahih ve bu toplumun ve de insanlığın hayrına bir anlayış. Çok iyi dil bilip çok yanlış bir İslam anlayışına sahip olanları da biliyoruz. Gençlerimizi yanlış bir dinî anlayışa sevk edenlerin hepsinin Almancası mükemmel. Dil önemli ama her şey demek değil.

Bu gündemin sağcılara oy kaptırmamak için muhafazakâr partiler tarafından kullanıldığını kabul etsek bile imamların yapması gerekenler neler?

Toplumla daha çok diyaloğa girmeliyiz. Dil konusunda, dünyayı, gençleri daha iyi tanıma konusunda, değişen dünyayı iyi takip etme konusunda ve bu tür tartışmalara olumlu katkılar yapma konusunda kendimizi geliştirmemiz gerek. Eleştirilere tamamen kulakları kapatmak doğru bir yaklaşım olmaz. Ayrıca öz eleştiriyle de kendimizi sürekli geliştirmeliyiz. Ama bizi eleştirenlerin de gençlerle irtibat konusunda ne kadar güzel çalışmalar ortaya koyduğumuzu ve dinamik, çalışkan, dünyayı tanıyan nice imamların olduğunu artık görmeleri gerek.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler