'Dosya: "Ulusaşırıcılık"'

Ulusal Sınırları Aşmak: “Ulusaşırıcılık”

Ülkeler arası ilişkilerin tek boyutlu bir düzlemde ilerlemesi artık neredeyse imkânsız hale geldi. Ulusaşırı kimliğe sahip olan göçmenler, hem ev sahibi hem köken ülkeye ait sosyokültürel aidiyet unsurlarını aynı anda barındırabiliyor.

Teknolojinin gelişmesi ve sosyal inovasyonların öne çıkması kişilerin, çevrelerin ve toplumların mekansal hareketliliğini hızlandırdı. Kültürlerin oluşumundan etkileşimine kadar tüm süreçlerde insan hareketliliğinin benzersiz bir yeri var. Her ne kadar günümüzde birçok platformda “kriz” olarak ele alınsa da, bu anlamıyla göç insanlık tarihinin normal ve hayati bir unsuru.

Göç hareketleriyle birlikte insanların birbirleriyle ekonomik, siyasi, kültürel, dinî ve dilsel etkileşimleri artmış, Birinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan ulus devlet anlayışı bu dinamizmin ihtiyaçlarına karşılık vermekte zorlanmıştır. Ortak inanç ve düşünce, etnisite ve din, hatta mutfak kültürü, ilaç tüketimi, yaşam tarzı, moda, müzik gibi alanlarda karşılıklı etkileşim üzerinden şekillenen yeni bir sistem oluşmuştur.

Bugün Alman millî takımında oynayan Türkiye kökenli Mesut Özil ve Emre Can; benzer şekilde Türk millî takımını seçen Almanya doğumlu Nuri Şahin ve Hakan Çalhanoğlu; spor, sanat ve diğer unsurların ulusal anlayış kalıplarını aştığını ortaya koyuyor. Bu isimler, ulusaşırı göçmenlere futbol özelinde popüler örnekler olarak gösterebilirler. Nitekim ulusaşırı kimliğe sahip kişiler, hem ev sahibi hem köken ülkeye ait sosyokültürel aidiyet unsurlarını aynı anda barındırabilmektedir. Bu durum, ülkeler arası ilişkilerin tek boyutlu bir düzlemde ilerlemesinin artık neredeyse imkânsız hale geldiğini de göstermektedir.

Göçün “Neden”i Değil, “Nasıl”ı

Uzun zamandır sosyal bilimlerde göç, kimlik, küreselleşme, ulusaşırıcılık ve diaspora gibi kavramları yeniden tanımlama ve yorumlama çabaları görülüyor. Özellikle ulusaşırıcılık kavramı, göç ve diaspora olgularının anlaşılmasında temel esaslardan biri olarak kabul edilirken, bu kavramın günümüze kadar geçirdiği evrimler de önemli.
“Ulusaşırıcılık” kavramını çalışırken, “Daha önceki göç hareketlerinde göçmenler, bıraktıkları anavatanları ile iletişime geçmiş miydi?” sorusu merkezi önem taşıyor. Uluslararası literatürde klasik göç araştırması daha çok göçün çeşitli “nedenlerini” ele alırken, ulusaşırıcılık araştırması, “nasıl” sorusuna cevap bulmaya çalışıyor. Buna göre göçmenlerin ve daha sonra gelenlerin ülkeler üstü sosyal, kültürel, ekonomik ve en önemlisi değer alışverişleri ile ilgileniyor. Bu noktada “ulusaşırıcılık”, “melez kültürler” ve “diaspora” kavramlarının tanımlamalarındaki farklılık da araştırmacıların görüşlerine göre değişiyor.[1]

İlk defa 1916 yılında Randolph Bourne’nin “Ulusaşırı Amerika” (İng. “Trans-National America”) başlıklı yazısında kullanılan “ulusaşırıcılık” (Transnationalism/Transnationalismus) terimi, ilk etapta çoğulcu Amerika ütopyasının gerçekleşmesi için kültürel ve etnik farklılıklarının birer zenginlik olarak görülmesi çabası ve ulusalcı kimliği öne çıkaran Avrupa’ya karşı farklılık oluşturma isteğinden ibaretti. Fakat 1960’lı yıllara gelindiğinde bu kavram, siyaset bilimcilerin ilgisini çekmeye başlayarak, farklı ülke ve kültürlerin karşılıklı etkileşim süreçlerinin tanımlanmasında önemli bir rol oynadı. Bu dönemde; Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Dünya Bankası gibi ulusüstü organizasyonlar kurulmuş ve “ulus devlet” kavramı ikinci planda kalmıştır.

Örneğin 18 Nisan 1951’de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunun kurulmasıyla Avrupa Birliğinin doğuşu söz konusu olmuş ve ulusötesi ekonomik, siyasal ve sosyokültürel değerlerin karşılıklı değişimi bir nevi kurumsallık kazanmıştır. Ulusaşırıcılık fikrinin yaygınlaşması ve güçlenmesi de bu gelişmelerle birlikte görülmektedir.[2]

Ulusal Sınırların Ötesinde

1990’lı yıllarla birlikte göç, ulusal bir bakış açısından uzaklaşarak ulusaşırı bir perspektif kazanmaya başladı. Ulusal sınırların çoklu ilişkilerde önemini kaybetmeye başlamasıyla ulusal ekonomi, ulusal kültür ve ulusal politika gibi kavramlar geçersiz olmaya başladı.[3] Buna göre bir göçmen sadece ülke değiştirmemekte, aynı zamanda da anavatan ile ilişkilerini her açıdan sürdürmekte veya geliştirmekteydi. Bu bağlamda ulusaşırıcılık olgusunun, göç meselesine yeni bir boyut kazandırdığı söylenebilir.[4]

Diğer taraftan ulusaşırıcılığa kavramsal ve teorik bir çerçeve vermek isteyenlerin başında gelen Portes, ulusaşırıcılığı ekonomik, siyasi ve sosyokültürel aktör ve hedefler üzerinden tanımlamaktadır. Burada ulusaşırı piyasalarda aktif olan şirketler, göç veren ülkelerin göçmenlerin yaşadığı ülkelerdeki siyasi etki alanını genişletme ve ulusal kimliği koruma isteği, göçmen organizasyonların kendi siyasi kimliği ile var olma çabası gibi durumlar örnek olarak gösterilmektedir.

Ulusaşırıcılık: Ülkeleri Birbirine Bağlayan Süreç

Ulusaşırıcılığın kavramsal araştırmasını yapan diğer önemli bir isim ise Antropolog Nina Glick-Schiller’dir. Glick-Schiller ulusaşırı göçü; göçmenlerin, sosyal ilişki ve günlük pratikleri ile ülkeleri birbirine bağlayan uluslararası süreç olarak tanımlarken, değişen dünya dinamizminde karşılaşılan sorunları açıklamak için ulusaşırıcılığı açıklayıcı bir kavram olarak görmektedir.[5]
Günlük hayata gelindiğinde ise ulusaşırıcılık akımı ile birlikte ulusal vatandaşlık, siyasal katılım, göçmen grupların dinî ve siyasi temsiliyeti gibi konuların da önem kazanmaya başladığı görülmektedir. Özellikle Marshall tarafından ilk defa dile getirilen ulusal vatandaşlık (İng. “national citizenship”) kavramı üç açıdan ele alınmaktadır: Bireysel hakları ve hukuk devletini önceleyen sivil vatandaşlık, siyasal katılım süreçlerini içeren politik vatandaşlık ve toplumsal meseleler çerçevesinde sosyal vatandaşlık. Marshall’ın bu üçlü ayrımı kendinden sonra gelişecek literatürün de temellerini atmıştır.[6]

Yalnızca bir ulus devlete bağlılığı ima eden liberal demokratik tanım, uzun yıllar vatandaşlık tartışmalarının merkezinde yer almıştır. Bununla beraber, son yıllarda küreselleşme ve göç hareketlerinin bu klasik tanımları büyük ölçüde işlevsiz hâle getirdiği görülmektedir. Çünkü liberalizm gibi eski ve devlet merkezli teoriler değişen dünya koşullarını açıklamada yetersiz kalmıştır. Bunların aksine ulusaşırıcılık resmî olmayan süreçleri asıl belirleyici aktörler olarak görmesiyle diğer teorilerden ayrılır. Böylece, tek bir ulus devletin sınırları içinden tanımlanan kimlik yerine esnek[7], küresel[8], çokuluslu[9], ulus-sonrası[10] ve nihayet ulusaşırı (transnational) vatandaşlık tanımları gündeme gelmiştir.[11]

Ulusaşırılığa Karşı Oluşan Direnç

Tam bu noktada 2015’ten itibaren kendini hissettirmeye başlayan Avrupa göç krizi ile kimlik ve vatandaşlık tartışmaları uluslararası ölçekte yeniden önem kazanmıştır. Bunda ulusaşırı etkileşimlerin artması, göç alan ülkelerdeki göçmenlerin siyasi ve sosyal kimlikleri ile birlikte var olma isteği, bireysel özgürlükler ve insan hakları konularının ön planda tutulması gibi konular önemli rol oynamıştır.

Öte yandan Brexit’in gerçekleşmesi, ulusötesi anlayışın başarılı örneklerinden biri olarak gösterilen Avrupa Birliği idealinin geleceği üzerinde kuşkular oluşturmuştur. Aynı şekilde aşırı sağın birçok ülkede yükselişi benzer şekilde, ulusötesi oluşumlara karşı ciddi bir direncin oluşmaya başladığını göstermektedir.

Uluslararası iş fırsatları, iletişim mekanizmaları, hareketlilik (mobility), göçmenlerin ve anavatanlarının görüş ve beklentilerinin yanı sıra artan mülteci ve göç dalgaları bu alandaki araştırmaların önemini daha da artırmıştır. Göçmenlerin aidiyet ve bağlılık (loyalty) duygularıyla birlikte coğrafi algılamaların değişmesi, diğer taraftan hukuki düzenlemeler açısından ulusal sınırların baskın olması, göçmenlerin birden çok ülke ile bağ kurmaları ve sık veya sürekli bir şekilde etkileşim hâlinde olmalarıyla birlikte göç araştırmalarında yeni bir alan doğmaya başlamıştır. Artık göçmen, hem anavatanının hem de yaşadığı vatan toprakların kendisine sunduğu imkânları “nasıl” değerlendireceğini düşünürken, pasif konumdan aktif birey rolüne geçmektedir.

Bu bağlamda ulusaşırı yaklaşımla birlikte şu noktalar vurgulanmaktadır: Göçmenin hangi ülkenin fırsatları olduğundan bağımsız, rasyonel olarak kendi çıkarlarını gözeterek karar vermesi, anavatanında kendisine sunulan fırsatları değerlendirmesi, hedeflerini gerçekleştirme imkânı bulması ve ekonomik, siyasi ve kültürel aktör olarak ulusal sınırların ötesinde anavatan toplumunu etkilemesi. En son belirtilen nokta, günümüzde göçmenlerin anavatanları ile yoğun ilişki içerisinde olmasıyla daha farklı bir anlam kazanmıştır. Buna örnek olarak anavatandaki seçimlerde oy kullanmaları ya da ekonomik kalkınmaya katkı sağlamak için girişimde bulunmaları gösterilebilir.

Kavramlara dair teorik tartışmaları bir kenara bıraktığımızda belki de en önemli soru olarak karşımıza göç alan ve veren ülkelerde “ulusaşırılığın” bir fırsat olarak görülüp görülmediği çıkıyor.

[1] Linda J. (2011). Transnationalismus – Migration – Integration. Migration und Nationalstaat in der modernen Weltordnung am Beispiel des Konzepts Transnationalismus. In: SIAK-Journal – Zeitschrift für Polizeiwissenschaft und polizeiliche Praxis (4), 4-19, Online: http://www.bmi.gv.at/cms/
BMI_SIAK/4/2/1/2011/ausgabe_4/files/Jakubowicz_4_2011.pdf
[2] Mayer, R. (2005). Diaspora. http://www.transcript-verlag.de/media/pdf/add19fa33abf7c84109b14c6ffb83605.pdf
[3] Cappai, Gabriele. (2005). Im migratorischen Dreieck: eine empirische Untersuchung über Migrantenorganisatonen und ihre Stellung zwischen Herkunfts- und Aufnahmegesellschaft. S. 157
[4] a.g.e. S. 171
[5] Özkul, Derya. Ulus-Ötesi Göç: Uluslararası Göç Yazınında Yeni Bir Paradigma. In: Diaspora Ulus-Ötesi Göç. S. 483 – 500
[6] Marshall, T. H. (1950). Citizenship and Social Class and Other Essays. http://www.jura.uni-bielefeld.de/lehrstuehle/davy/wustldata/1950_Marshall_Citzenship_and_Social_Class_OCR.pdf
[7] Ong, A. (1999) Flexible Citizenship: The Cultural Logics of Transnationality (University of California Press, Berkeley, CA
[8] Falk, R. (1994) “The making of global citizenship’’, inThe Condition of Citizenship Ed. B van Steenbergen (Sage, London) S. 126-140
[9]Held, D. (1995). Democracy and the Global Order: From the Modern State to Cosmopolitan Governance (Polity Press, Cambridge)
[10]Soysal, Y. N. (1994). Limits of Citizenship: Migrants and Postnational Membership in Europe (University of Chicago Press, Chicago, IL)
[11]Bauböck, R. (1994). Transnational Citizenship: Membership and Rights in International Migration (Edward Elgar, Cheltenham, Glos)

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler