'Dosya: Avrupa'da Hospis ve Palyatif Bakım'

Dr. Mahmud Kellner: “Hepimiz Yaşam Denen Ölümcül Hastalıktan Muzdaribiz”

Ölüm döşeği, birçok etik, dinî ve hukuki sorunun ortaya çıktığı bir süreç. Doktorasını “Yaşamın Sınırında Tıbbi Müdahalelere Dair İslam Mezheplerinin Görüşleri” başlıklı teziyle tamamlayan, Osnabrück Üniversitesi İslam İlahiyatı Bölümü öğretim üyesi Dr. Martin Mahmud Kellner ile ölüm öncesi süreç, biyoetik ve İslam ilahiyatının ilişkisini konuştuk.

2 Kasım 2020 Elif Zehra Kandemir
Fotoğraf: Dr. Martin Mahmud Kellner | Institut für Islamische Theologie - Universität Osnabrück | Değişiklikler: Perspektif

Ölüm hep belirsizlik, hüzün ve acı ile ilişkilendirilir. Müslümanlar açısından ölüm olumsuz bir anlama mı sahip?

Hayır. Ölüm Müslümanlar için yaşamın bir yüzünden diğerine geçmek demek. Doğum, anne karnındaki yaşam biçiminden bu dünyadaki daha büyük yaşama sancılı, zor, ama yine de olumlu bir geçiştir. Ölüm de yine insan yaşamının berzah adı verilen sonraki şekline zor, duruma göre sancılı, fakat olumsuz olmayan geçişidir.

Ölümü tartışırken insan bedeni ve yaşamına dair tanımlardaki farklılık da ortaya çıkıyor. İslam bedeni ve yaşamı nasıl tanımlar?

Yaşam harekettir. Beden ruhun belirli bir süre ikamet ettiği bir meskendir. Esas mesele insanın bu beden ile ne yaptığı ve bu bedene nasıl muamele ettiğidir. Bu sorumluluk, kişi yetişkin ve akil bir insan olarak bu dünyada yaşadığı süre boyunca devam eder. Ölüm geldiğinde ruh bedenden ayrılır ve bu sorumluluk biter. Bununla birlikte insanın eylemlerini düzeltme şansı da ortadan kalkar. Bu nedenle buradaki zamanı kişinin iyi kullanması ve zamanın kum saatindeki gibi geçip gittiğinin ve hepimizin yaşam denen ölümcül hastalıktan muzdarip olduğumuzun bilincinde olması gerekir. Hepimiz ölüme doğru ilerliyoruz.

Allah Mülk suresinin ikinci ayetinde şöyle der: “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.” İlginç bir şekilde Yaratıcı, sorumluluğumuza dikkat çekmek için ölümü yaşamdan önce zikretmiştir.

“İslami Hospisi İslami Yapan Şey Nedir?”

İslam’ın yaşam tasavvurunda insan bedeni her ne koşulda olursa olsun hayatta tutulması gereken bir şey midir?

Hayır. Bu durum ancak yaşamı sürdürmede bir hayır görüldüğünde böyledir. Tıbbi muayenenin İslam hukukuna göre beş kategorisi bulunur. Bazı durumlarda, örneğin apandisit iltihabı gibi tedavisi mümkün olup tedavi edilmediği takdirde ölümcül olabilecek hastalıklarda tıbbi tedavi inananlar için bir zorunluluktur. Bazı durumlarda kişinin tedavi olmasına müsaade edilmiştir, ancak aynı zamanda tedaviyi reddetmesine de izin verilmiştir; ilerlemiş kanser hastalığında kemoterapi tedavisi gibi… Bazı durumlarda ise tedavi yasaklanmış bile olabilir, örneğin satın alınmış bir çocuk böbreğinin kişiye nakledilmesi durumunda.

Avrupa’da tedavisi mümkün olmayan hastalara yönelik “hospis”ler, yani ölüm öncesi bakımevleri var. Bugün, İslami anlayışa uygun bir hospis kurmak mümkün mü?

Elbette, hatta kurulmalıdır da! Fakat bir hospisi İslami yapan nedir sorusu üzerinde geniş bir şekilde düşünmek gerekir. “İslami” sıfatı ne anlama gelir? Tüm hastaların örneğin Türk kökenli olması anlamına mı gelir? Ya da herkesin Müslüman olacağı anlamına mı? Ya da gıdaların İslami yemek kurallarına uygun bir şekilde hazırlanacağı anlamına mı? Ya da topluca ibadet edileceği, namaz kılınacağı anlamına mı? Bu soruları uzatmak mümkün.

“Etnik Kategorilerle Düşünmeyi Bir Kenara Bırakmalıyız”

Müslümanların ölüm döşeğindeki insanlara gönüllü refakat etmede ve hospis hizmetlerinde aktif olmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Müslüman camiada bu konuda hangi eksiklikler var sizce?

Müslümanların hospis çalışmalarına katılımı mutlaka desteklenmeli. Palyatif bakıma ihtiyaç duyan Müslümanların bu hizmeti Müslüman olan görevlilerden daha kolay alacağına şüphe yok. Palyatif bakıma gereksinimi olan Müslümanların bu hizmetlerden çok az faydalandığını gösteren bir takım istatistikler var. Zira ölümle ilgili birtakım tabular söz konusu ve insanlar yaşamlarının bu son safhasında kültürel ve dinî ihtiyaçlarının ciddiye alınmamasından büyük ihtimalle korkuyorlar.

Yaşamın sonuna doğru tıbbi bakım azalır ve manevi, sosyal ve ruhi konular öne çıkar. Bu sebeple bu süreçte dinî yeterlilik çok önemlidir. Ayrıca gayrimüslim bakıcılar ölmek üzere olan Müslüman hastalara nasıl davranacakları konusunda genelde endişe yaşarlar. Müslüman hasta yakınlarına nasıl davranmak gerekir, ölüm sonrasında İslami veda ritüelleri nelerdir gibi sorulara sahip olurlar. Bu noktada hastaya profesyonel manevi bakım desteği ile birlikte kültürel konularda yanlış anlaşılmaları engelleyebilecek, kültürler arası tecrübeye sahip kişilerin destek sağlaması arzu edilir. Ayrıca İslam dinine uygun manevi destek tasarımları geliştirmek ve bu hasta grubuna özel kurumlar düşünmek de giderek önem kazanmaktadır. Bunların dışında ileride dinî yeterliliklerini, ölmek üzere olan gayrimüslimlere refakat etmede kullanacak gönüllü Müslümanları da düşünmeliyiz. Eğer dinî değerlerden bahsediyorsak, etnik kategorilerle düşünmeyi bir kenara bırakmak durumundayız. Neticede dinî yönelim ne de olsa insanlık için bir sorumluluk taşımak anlamına gelir.

Almanya ve Avrupa’daki İslam dinî cemaatlerinin tanınmaması ve eksik kurumsallaşma Müslüman palyatif bakım hizmeti ve hospis çalışmalarına olumsuz etki ediyor mu sizce?

Tabii ki! Bu önemli dinî azınlığın kamusal temsilinin eksik olması temelde dille ilgili sorunlar ve yasal hakların bilinmemesi ile ilişkili. Fakat ben her ne pahasına olursa olsun kurumsallaşmak ve tanınmak için çaba sarf edilmesini de doğru bulmuyorum. Müslümanlar palyatif bakım çalışmasını önce cami içerisinde iyi bir cemiyet çalışmasıyla ve kendi kaynaklarıyla başlatabilirler. Sonrasında kamu yararına çalışan sivil toplum kurumlarıyla bu çalışmaları ilerletebilirler. Duru bir vizyona sahip olmak kadar bu tip yapıların kuruluşundaki istikrar da çok önemli. Gerçekleştirmek için uzun süre beklenen pek çok şeyi küçük bütçelerle halletmek aslında mümkün.

Klonlama ve Kök Hücre Gibi Sansasyonel Konular

Biyoetik konusu İslam teolojisinde çok sık konu edilmiyor. Bu ilgisizliğin nedeni nedir sizce?

Biyoetik aslında İslami perspektiften az ele alınmış bir konu değil. Sorun daha çok, klonlama ve kök hücre araştırması gibi sansasyonel konularla uzun süre ilgilenilirken, ölüm döşeğindeki hastaya refakat refakat esnasında ortaya çıkan önemli etik ve dinî sorularla ilgilenilmemiş olması.

İslam ilahiyatındaki mevcut tartışmaların, ölüm sürecinde ortaya çıkan güncel etik ve hukuki sorunlara çözüm üretmeye yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?

Kesinlikle hayır. Bir tarafta, birebir ve aktif ölüm desteğini ve benzer müdahaleleri tamamen reddedenler var, ki bildiğim kadarıyla bunların yasaklanması konusunda İslam fıkıh âlimleri arasında açık bir görüş birliği var. Fakat yaşamın son safhasında yapılan tıbbi müdahalelere dair tartışmalı alanlar da var. Mesela ağrı kesicilere İslam fıkhında müsaade edildiğini biliyoruz. Ancak hastanın acılarını dindirmek için hastanın nefes alma fonksiyonunu sınırlandıracak kadar ağrı kesici vermek zorunda kaldığımızda ve bu nedenle daha erken ölüme neden olabileceğimizi bildiğimizde ne yapacağız? Burada sınırı nereye koyacağız? Ya da doktorlar palyatif sedasyonu hastanın acılarını dindirecek tek ihtimal olarak gördüklerinde ve biz de bu nedenle hastanın bilincini kaybedeceğini ve bunun yaşamının son anında, aslında ölüm anının hedeflerinden biri olan Allah’ı zikretmesine engel olacağını biliyorsak ne yapacağız? Tüm bu sorular yetkin fıkıh âlimleri tarafından tartışılmalıdır. Bu âlimler karmaşık tıbbi gerçekleri anlamalı, bu gerçeklerin sonuçlarını kavramalı ama aynı zamanda İslami kaidelerin temelini ve hedeflerini de derinlemesine biliyor olmalıdır.

“Biyoetik İle İlgili Birçok Konu Hâlâ Tartışmalı”

Tıbbi müdahale olanakları geçen yıllar içerisinde çok ilerledi. Bu gelişmeler ışığında ve konu ölüm ve yaşam arasındaki sınır olduğunda ne tarz teolojik sorular ortaya çıkıyor?  

Kabaca söyleyecek olursak tartışma genelde ölümü tıbben nasıl tanımladığımız sorusu etrafında dönüyor. Beyin ölümünün biyolojik ölüm ile eşdeğer tutulup tutulamayacağı; eğer eşdeğer tutuyorsak beyin ölümünün açıkça tanımlanması sorunu açığa çıkıyor. Beyin ölümünü ölüm olarak kabul eden pek çok Müslüman kurum olsa da bu konu hâlâ ihtilaflı; hem de sadece İslam fıkhı çerçevesinde değil aynı zamanda Avrupa’nın biyoetik tartışmalarında da. Bu tartışmaların sonuçları, organ bağışının caiz olup olmadığı ve Müslümanların organ bağışı konusuna yaklaşımları üzerinde doğrudan etkili. Yani beyin ölümü kriterlerinin meşruluğu tartışması İslam ilahiyatında hiçbir şekilde bitmiş değil.

Bundan başka “doğru ölüm” sorunu; ölümü hızlandırma ya da yavaşlatma olanağını da masaya yatıran konulardan biri. İslam hukukunda temel sınırlar açık olsa da, uygulamada pek çok durumun tartışılması gerekiyor. Bir diğer sorun alanı, vefat edenlere gösterilen muamelenin etik yönü. İslam’a göre insan cesedi biyolojik bir maddeden fazlasıdır. Bu konuda, ölümden sonra organ bağışının caizliği, cesetlere didaktik amaçlı otopsi yapılması gibi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Müslüman cemaatler bu özel alanlar haricinde de ölüm ve vefat konularını, her ne kadar insanlar doğaları gereği bu konuyu düşünmemeyi seçseler de, gündemlerine taşırlar. Amaçları insanları bu konularda daha bilinçli kılmak ve yaşamdan ölüme geçişi yapıcı ve rasyonel bir yüzleşme kültürü ile desteklemektir.

Elif Zehra Kandemir

Lisans eğitimini Münster Üniversitesinde Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde çift anadal olarak tamamlayan Kandemir, Duisburg-Essen Üniversitesinde sosyoloji yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Ağırlıklı çalışma alanları göç sosyolojisi ve ırkçılık araştırmaları olan Kandemir Perspektif dergisi editörüdür.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler