'Dosya: Avrupa'da Hospis ve Palyatif Bakım'

İslam’a Göre Hayatın Sonunda Tedaviden Vazgeçmenin Hükmü

Avrupa’da hasta vasiyetnameleri ile yaşamın son dönemi için kişinin tedavi tercihlerini önceden belirtmesi mümkün. Peki İslam’a göre kişinin tedaviden vazgeçmesi mümkün mü? Konuya İslam fıkhı açısından bir değerlendirme.

Fotoğraf: Shutterstock.com/©Joe MoJo | Değişiklikler: Perspektif

1792 yılında Hufeland, Weimar’da ilk morgu inşa ettiğinde insanlarda ölmeden önce öldürülme korkusu başlamış ve morgdaki insanların gerçekten ölü olduklarından emin olmak için ölünün uzuvları (kol ve bacakları) sicimle silindir üzerindeki çanlara bağlanmıştı. Bu dönemde tıbbi olarak anlaşılmayan ölümden sonraki omurilik reflekslerinin ölüdeki yaşam işareti olarak görülmesi, böyle bir düzeneğin varlığını gerektirmiş ve çan sesiyle morg görevlisi uyarılarak ölümün erken ilan edilme tehlikesi ortadan kaldırılmak istenmişti. Günümüzde ise tıp dünyasındaki hızlı ilerlemeler, kritik durumdaki hastalara uygulanan yaşam destek tedavilerinin oldukça gelişmesi, yoğun bakımda kalma süresinin uzamasını ve eskiden yaşama şansı olmayan hastaların bu ünitede tedavi altına alınmasını sağladı.

Uygulanan tanı ve tedavi yöntemleri, transplantasyon, onkolojik tedaviler, üst düzey cerrahi girişimler ve yoğun bakım gerektiren hasta sayısının artması gibi hususlar geçmişin aksine ölüm sürecinin uzaması korkusunu ortaya çıkarmış ve Müslüman bir kimse için birçok sorunu ortaya çıkarmıştır. Bu sorunların başında İslam’a göre tedavinin anlamı, hastaya herhangi bir yararı olmamasına rağmen yoğun tedavileri uygulamanın ne derece gerekli olduğu, bazı klinik parametreler bir araya geldiğinde tedavinin sonlandırılıp sonlandırılamayacağı, hastanın tedaviyi reddetme hakkının bulunup bulunmadığı ve son olarak sağlık-bakım kaynaklarının triyaj (öncelik) gözetilerek paylaştırılması gelmektedir. Özellikle ileri teknoloji ürünü olan yaşam destek tedavilerinin kullanılmasında, yaşamın mı ölümün mü uzatıldığı, hastaya bu tedaviyle fayda mı zarar mı verildiği ve kaynakların etkili kullanılıp kullanılmadığı sorgulanmalıdır.

Ayrıca yaşamın ilk anından son anına kadar önemli etkileri bulunan tedavinin özellikle de hayatın sonu söz konusu olduğunda sınırları ve amaçlarının üzerinde durulmalı ve hasta için tedavinin bir seçenek mi yoksa dinî bir zorunluluk mu olduğu sorgulanmalıdır. Bu sorulara cevap bulmak adına öncelikle tedavinin esirgenmesinin tanımı ve temel hususları üzerinde durulacak, daha sonra ise tedavinin esirgenmesinin nedenlerinden hareketle meselenin dinî boyutu incelenecektir. 

Tedavinin Esirgenmesi Nedir?

İngilizcede “withholding and withdrawing treatment” şeklinde ifade edilen tedavinin esirgenmesi, Türkçeye çeşitli ifadelerle tercüme edilmiştir. Kimi araştırmacılar bu kavramı ifade etmek üzere tedavinin sonlandırılması veya başlatılmaması tabirini kullanırken kimileri ise tedavinin durdurulması, geri çekilmesi veya uygulanmaması gibi çeşitli ifadelere yer verir. 

Tedavinin esirgenmesi yaşamı desteklemek amacıyla başlatılmış, ancak artık ölüm sürecini uzattığı düşünülen tedavilerin sonlandırılmasına denilmektedir. Bir başka deyişle tedaviyi esirgemek, tedavi edici bir müdahalenin yapılmaması anlamındadır. Tanımdan da anlaşıldığı üzere tedavinin esirgenmesi pasif ötanaziden farklıdır. Pasif ötanazide faydalı ve hayati olmasına rağmen tedavinin durdurulması söz konusu iken tedavinin esirgenmesinde faydasız olarak görülen ve artık ölüm sürecini uzattığı düşünülen tedavilerin sonlandırılması söz konusudur. 

Tedavinin esirgenmesinin iki temel formu vardır. Bunlardan birincisi hâlihazırda başlatılan tedavinin sonlandırılması, ikincisi ise faydasız olarak görülen tedavinin hiç başlatılmamasıdır. İster başlatılmayarak ister sonlandırarak olsun tedavinin esirgenmesinin nedenleri hastanın bizatihi kendisinden, tedavinin niteliğinden ve diğer etmenlerden kaynaklananlar olmak üzere üç kısma ayrılır. Bu nedenler içerisinde en önemlisi ise uygulanan veya uygulanacak olan tedavinin beyhude oluşudur.

Tedavinin esirgenmesinin hükmüne geçmeden önce bazı hususları hatırlatmakta fayda vardır. Hayatın kutsallığı, öldürmenin günah, insan hayatının dokunulmaz oluşu nedeniyle insan hayatı ile ilgili bir karar verildiğinde oldukça dikkatli olunması gerekir. Nitekim haksız yere bir insanın ölümüne sebebiyet vermek ciddi bir uhrevi sorumluluğu beraberinde getirir. İnsanla irtibatlı herhangi bir durum değerlendirildiğinde meselenin uhrevi boyutunu dikkate almak, yani dünyadaki her şeyin anlamının ahiret ile tamamlandığının farkında olmak gerekir. Dünyada yaşanan acı, sıkıntı ve hastalık gibi olumsuzlukların arzu edilen bir durum olmamasıyla birlikte farklı bir anlamının bulunduğu hayatın sonu ile ilgili meselelerde dikkate alınmalıdır. Çekilen sıkıntıların ve hastalıkların uhrevi hayatta günahlardan arınmaya vesile olacağı ve insanın makamını yükselteceği müjdesi bu anlamların başında gelmektedir.

İslam’da Ölüm Temennisinin Yasak Oluşu

Ayrıca İslam’ın insanlara geniş ölçüde hak ve özgürlük alanı tanınmakla birlikte mutlak anlamda özgürlük anlayışını benimsemediği ve bazı durumlarda insana belirli sınırlar koyarak müdahale ettiğini de bilmek gerekir. İslam’ın müdahale ettiği bu alanların başında insan hayatının korunması gelir. Öldürmenin büyük günah sayıldığı, intiharın açık ve net bir şekilde yasaklandığı ve kişinin canını tehlikeye atacak eylemlerden kaçınmasının farziyeti düşünüldüğünde bu müdahale açıkça görülür. İslam’a göre bir kişinin dünyevi sıkıntılardan ötürü ölümü temenni etmesinin dahi hoş karşılanmadığı göz önünde bulundurulduğunda bu müdahalenin sınırları daha açık ve net bir şekilde anlaşılır. İnsanların ölümü temenni etmesini hoş karşılamayan Hz. Peygamber (s.a.v.), ölümü temenni etmek yerine Müslümanların “Rabbim! Hakkımda hayat hayırlı ise yaşat, ölüm hayırlı ise canımı al.” şeklinde dua etmelerini tavsiye etmiştir. 

Ölümü temenni etmek hadiste yasaklandığı gibi İslam âlimleri tarafından da hoş karşılanmamaktadır. İslam âlimleri hastalık durumunda tedavinin araştırılmasını tavsiye etmektedir. İslam, mucizevi bir şekilde iyileşmenin imkân dâhilinde olduğunu kabul etse de sünnetullah gereği belli sebep-sonuç ilişkilerini kabul eder. Bu nedenle hastalandığı zaman tedaviye başvurmak Allah’ın koyduğu düzene uymaktır. İslam âlimleri tedaviye başvurmayı mutlak anlamda müstehap kabul etmekle birlikte şahıslara ve durumlara göre hükmünün değiştiğini belirtir. Terk edilmesi hâlinde, kişinin canının ya da bir organının kaybedildiği veya zarar gördüğü; ya da bulaşıcı hastalıklarda olduğu gibi hastalığın başkasına bulaşma tehlikesi söz konusu olduğunda tedavi vacip hâle gelir.

Can veya organ kaybı ve bedenin zayıf düşmesi gibi herhangi yan etkisinin olmadığı durumda ise kişinin tedaviye başvurması hoş karşılanmakla birlikte, tedaviye başvurmadığında herhangi bir sakıncası yoktur. Tedavinin işe yaramadığı ve artık beyhude bir hâl aldığı durumda ise tedaviyi sonlandırma veya başlatmama belli koşullarda mümkündür. Tedavinin faydalı olup olmadığı tıbbi kriterlere göre belirlenmelidir. Fizyolojik olarak hiçbir yararı olmayacak tedaviler, fizyolojik olarak yararlı olma olasılığı çok düşük olan tedaviler ve sonuçları belirsiz ya da tartışmalı tedaviler bu kapsamdadır.

İslam’da Tedavinin Sürdürülmesi ve Durdurulması

Hanefî, Şâfiî, Hanbelî ve Mâlikî fukahasının çoğunluğuna göre ölmek üzere olan bir kimsenin tedavi olmasının hükmü, tedavinin niteliği ile, bir başka deyişle faydalı olup olmadığı ile doğrudan alakalıdır. Hayati bir tehlike söz konusu olduğunda canı kurtarmak farzdır. Aynı şekilde açlıktan ölmek üzere olan bir kimsenin haram olsa bile canını kurtarmak için bulduğu şeyleri yemesi farz kabul edilmektedir. Faydası kati kabul edilen tedavinin yeme içme ile aynı olduğu Gazzâlî tarafından açıkça dile getirilir. Bu durumların söz konusu olmadığı, ancak tedavinin bırakılmasının bedenin zayıf düşmesine yol açtığı durumlarda ise müstehap olduğunu söylemek mümkündür.

Tedavinin faydasız ve gereksiz olduğu bir durumda tedavinin sonlandırılması veya başlatılmaması konusunda hastanın kararı esas alınmalıdır. Hastanın isteğine binaen tedavi verilmeyebilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) de vefat ettiği hastalığında tedavi olmayı istememiş ve ilaç almasına dair ısrarlara kızmıştır. Ancak burada üzerinde durulması gereken nokta, bu hadisenin Hz. Peygamber’in (s.a.v.) son hastalığında gerçekleştiğidir. Bir başka deyişle ilahî bildirme ile vefatının yaklaştığını bilen Hz. Peygamber’in artık aldığı ilaçların faydalı olmayacağını bildiğinden zorla ilaç verilmesini hoş karşılamamış olması muhtemeldir. Daha önceki dönemlerde ise Hz. Peygamber’in doktorları çağırarak tedavi olduğu ve tedavi olmayı bizzat teşvik ettiği bilinmektedir. 

Faydasız tedavinin sürdürülmesi fiziki ve psikolojik yıpranmaya neden olur. Hem hasta hem de yakınları için zor olan bu süreçte gereksiz tedaviler durumu daha da zorlaştırabilir. Hasta yakınları psikolojik olarak yıprandıkları gibi ekonomik anlamda da zor durumda kalabilirler.

Hayat İlahi Teklifin Bir Parçasıdır

Hayati veya ciddi bir zararın söz konusu olduğu durumlarda faydalı ve gerekli olan tedavilerin uygulanması ise bireyin veya herhangi bir kimsenin tercihine bırakılmamalıdır. Çünkü yeme içmede olduğu gibi faydalı olacağı bilinen bir eylem hayat kurtaracaksa bunun mutlaka yapılması gerekir. Kişi kendi canı hakkında tasarruf hakkına sahip değildir. Hayat, insana bahşedilen bir haktan ziyade ilahî teklifin bir parçası olduğundan insanın bedeni üzerinde sınırsız yetkisi yoktur. Can insana verilmiş bir emanettir. 

Netice itibarıyla tedavi hakkında genel geçer bir hüküm vermek yerine hükmün şahıslara ve durumlara göre farklılık arz ettiğini söylemek daha doğrudur. Öldürmek kastıyla hastanın bir müddet daha yaşaması için gerekli olan tedaviyi sonlandırarak hastayı ölüme terk etmek şeklinde tanımlayabileceğimiz pasif ötanazi, İslam hukuk literatüründe bir görevin (vacibin) terk edilmesi suretiyle bir kimsenin ölümüne sebep olmayı ifade eder. Bu durumda bu kararı veren kimseler bundan sorumlu tutulacaklardır. Ancak tedavinin işe yaramadığı ve artık gereksiz bir hâl aldığı durumda ise tedavi farklı bir kategoridedir. Bu durumda hasta tedaviyi reddetme hakkına sahiptir. Doktorun da görevi gereği hastanın hayatını korumakla mesul tutulmasının yanında bu mesuliyet imkân dâhilinde doktora yüklenmelidir. Çünkü kişi, ancak takat getirebileceği şeylerden sorumludur. Hastanın talebi ve isteği tedavinin faydasız olarak nitelendiği durumda doktorun eyleminin önüne geçmektedir.

Tuba Erkoç Baydar

Dr. Öğr. Üy., İbn Haldun Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#1

*Tüm alanları doldurunuz

  • Adem Kose
    2023-02-16 17:03:37

    Tesekkurler. Makalenizi cok dikkatli okudum. Hukum vermek yerine hukmun sahizlara de durumlara gore farkliliklar gosterbilecigini ifade ettikten sonra pasif otanazi ornegini vererek konunun bir boyutuna cevap vermissiniz. Diger boyutu da makalenin sonuna dogru verilmis. Olmayan diger boyutunu ben daha cok merak ediyorum ve bilmek istiyorum. Daha cok tedavinin sonlandirilmasi doktorlarin istegi uzerine oluyor. Hastanin tedavisinin mumkun olmadigi kanisina vardiktan sonra tedavinin anlamsiz oldugu ve bunda dolayida verilen tedaviyi durdurmak istediklerini aile yakinlarina bildiriliyor. Burada hastayi aslinda kendi haline birakilarak olumun gerceklesmesi bekleniyor. Sorum su. Doktor hastaya verilen tedavinin bos ve anlamsiz oldugu kanatine varip verilen tedaviyi durduracagini soylemesi ve yasam destek unitelerinide durdrumak istemesini nasil yorumlamiz lazim Islami olarak aile bunu istemesede veya kabul etmesede?

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler