İslami Normlar Perspektifinden Kadın, Erkek ve Evlilik Hayatı
Günümüzdeki toplumsal cinsiyet ve aileye dair tartışmaları İslami normlar açısından nasıl ele almak gerekiyor? Bunun için Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in vaaz ettiği temel ilkere göre kadın-erkek rolleri ve ailenin nasıl tanımlandığını düşünmek gerekiyor.
Son yıllarda Müslüman çevrelerde önemli bir kargaşaya neden olan yeni düşünce biçimleri söz konusu: Sadece eş cinselliğe veya alternatif aile benzeri yaşam düzenlemelerine (birbirine eklenmiş aileler) [1] yönelik zaten bilinen yaklaşımlar değil, aynı zamanda okullarda ve iş yerlerinde LGBTQ hakkındaki hararetli tartışmalar da herkes için önemli bir belirsizliğe neden oldu. Aynı zamanda, cinsiyet ilişkileri, cinsellik, aile yapısının eski ve yeni yönlerinin yeniden düşünüldüğü bir ortam oluştu.
Bu tartışma bir boşlukta gerçekleşmiyor: İslami teolojik normların arasında -dışarıdan dayatılan bir taleple kolayca alaşağı edilemeyecek- bazı net ilkeler var. Bu ilkeler, artık var olma hakkı olmayan sözde “modern öncesi görüşler” ve sadece evlilik ve cinsel yaşam alanıyla alakalı değil; cinsiyet ilişkileri konusunda vazgeçilmez ahlaki değerlendirmelerle ilgilidir. Bu ilkeler, insanların nasıl ve ne amaçla karşıt cinsiyetler şeklinde yaratıldığına dair inançları konu edinir.
Toplumsal Cinsiyete Dair Üç Baskı Unsuru
Toplumsal cinsiyet konusundaki yeni tartışmaların bir parçası olarak ortaya çıkan üç baskı unsuru, artık toplumun tüm kesimlerini etkileyen bir münazaraya yol açmıştır. En küçük çocuklar bile okullarda bu tartışmalara dâhil olmakta ve söz konusu görüşler -en ufak bir şekilde sorgulanmadığı için- yarı-dinsel bir karakter kazanmaktadır. Günümüzde tam olarak bu durum yaşanmaktadır. Bununla birlikte, İslami gelenekte de bulunabilecek sorunlu noktaların da dikkate alınması gerekmektedir.
İlk baskı unsuru, ikiden fazla biyolojik cinsiyet olduğu iddiasıdır. İslami açıdan insanların, hayvanların, bitkilerin ve genel olarak gebe kalma, doğum ve ölüme konu olan tüm canlı varlıkların erkek ve dişi olmak üzere iki cinsiyettir. Bu çerçevede, tüm İslami görevler doktrinin İslam fıkhında sadece bir pratik istisna vardır, o da “hünsâ” olarak adlandırılan hem erkek hem de kadın cinsel organlarına sahip olan kişidir. Bununla birlikte, bu alışılmadık bir biyolojik istisnadır ve hiçbir şekilde cinselliğin doğal dışavurumunun yaygın bir biçimi değildir.
İkinci baskı unsuru, insan yaşamının toplumsal biçimleriyle ilgilidir. Burada yukarıda bahsedilen ilk unsur (yani düzinelerce cinsel biyolojik form olduğu varsayımı) tüm cinsel yönelimlerin tüm kombinasyonlarının eşit derecede iyi ve kabul edilebilir olduğu görüşüyle buluşmaktadır. Burada da klasik İslam âlimlerinin görüşü açıktır: Aynı cinsler içinde eş cinsel yönelimlerin var olduğu ve bu yönelimlerle yaşamayı tercih eden Müslüman insan gruplarının olduğu kesinlikle inkâr edilmemektedir. Ancak İslam’ın bu tür bir birlikte yaşamı ahlaki açıdan iyi ya da kabul edilebilir bir yaşam biçimi olarak görmediğine şüphe yoktur. Bu anlamda, tüm cinsel birliktelik biçimlerini dinî açıdan eşit derecede görülmez.
Üçüncü ve son baskı unsuru ise, tüm geleneksel yaşam tarzlarını ve aile idare biçimlerini keyfî ve aynı zamanda reddedilebilir olarak damgalama isteğinden oluşmaktadır: Müslüman, Hristiyan ve diğer geleneksel tendanslı tutumlara karşı özel bir odak geliştirilmekte ve buna tüm medya formlarında günlük olarak yer verilmektedir.
Evlilik Hayatındaki Değişiklikler
Dikkatimizi Müslüman toplum yapılarına çevirdiğimizde ise, her yerde aile örgütlenmesine ilişkin yeni görüşlerin hâkim olduğunu görüyoruz. Bunun nedeni sosyal ve mali zorunluluklardır. Bunlar arasında her iki eşin de çalışması, internet aracılığıyla yeni tanışma-buluşma ortamlarının ortaya çıkması, akrabalık yapılarına bakışımızdaki değişiklikler, çocukların yetiştirilmesinde yeni sorumluluk paylaşımları ve çok daha fazlası yer almaktadır. Tüm ailenin refahına odaklanıldığı ve çocukların eğitim ve bakım ihtiyaçları yeterince dikkate alındığı sürece, bu yeni yaklaşımların aile yönetimine ilişkin İslami normlara ayrı ayrı entegre edilmesi gerekli değildir.
Bugün 25 ila 35 yaşlarındaki eşler arasındaki evlilikler, bu kişilerin ebeveynlerinin geçmişteki evliliklerinden farklıdır. Bu prensipte bir sorun olmasa da müstakbel eşlerin ailelerinde farklı fikir ve rol modeller çarpıştığında ve bunlar hakkında konuşup olası çözümler bulamadıklarında durum daha da zorlaşmaktadır. Çeşitli internet vaizleri veya ideolojik düşünürler de tam olarak bu boşluğu doldurmakta ve sorgulanmaması gerektiğine inandıkları ve eleştirmenlerin genellikle “doğru İslami duruş” olduğunu reddettiği bir “tek tip İslami evlilik ve yaşam tarzı” tanımlamaktadır. Bu tutumlar genellikle, ilginç bir şekilde, klasik İslami fıkıh kaynaklarında (görevler ve davranış normları doktrini) bulunmayan yapay bir muhafazakârlık ile karakterize edilir.
Örneğin, klasik eserlerin hiçbir yerinde evli bir kadının yaşadığı evde temizlik yapmak ve yemek pişirmek zorunda olduğundan bahsedilmemektedir. Bununla birlikte, evli bir kadının kayınvalidesiyle aynı evi (daha doğrusu banyo ve mutfağı) paylaşmaya zorlanamayacağından bahsedilmektedir. Kadının nafakası ile ilgili olarak, tüm klasik kaynaklar kocanın ailesinin değil, kadının ailesinin gelirinin kocanın nafakası için temel teşkil ettiğini belirtmektedir. Sadece bu örnekler bile muhafazakâr-geleneksel olarak adlandırılan çevrelerde başka normların da var olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Mesela, bu diğer normlara bir örnek olarak şu kaidelerden bahsedilebilir: Kadın yemek ve temizlik yapmalı, kendi evinde bile kayınvalidesine hizmet etmeli ve tabii ki kocası maddi imkânlarına göre karısına neyi ne kadar vereceğine karar vermelidir.
İyi Bir Evliliğin Beş Sağlıklı İlkesi
Bu nedenle, çoğu durumda, pratik evliliğin “geleneksel biçimleri”nin İslami akaidin formel kurallarına değil, mevcut sosyal beklentilere ve gereksinimlere dayandığı açıktır. Bu anlamda, kadın ve erkek arasındaki “geleneksel” ilişki büyük ölçüde karakterize edilmiştir. Modern Müslümanların bu sözde geleneksel evlilik biçimlerine eleştirel bir gözle bakmaları, kadın ve erkek arasındaki ilişkide İslami ideallerin farkında oldukları sürece yanlış değildir.
Buna göre, Kur’an’dan ve Hz. Muhammed’in (sav) öğrettiklerinden adı konulabilecek beş temel ilke vardır:
1. Eşlerin birbirlerine sağlam güven duyması
2. Allah yolunda birbirlerini desteklemeleri ve çocuklarını bu ruhla yetiştirmek istemeleri
3. Hem birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılamada hem de ortak evin veya dairenin düzenlenmesi ve bakımı için gereken her şeyde birbirlerine yardım etmede cömert olmaları
4. Bir aile olarak hareket etmeleri ve diğer ailelerle hoş ve müşterek bir şekilde sosyalleşmeleri, dostluklar geliştirmeleri ve birbirlerine yardım etmeleri
5. Aile üyelerinin birbirlerinin mahremiyetine saygı göstermesi, diğer insanları gözetlememesi, onlardan yararlanmaması veya onları istismar etmemesi ve onların uyum ve sağlığını gözetmesi
Sonuç
Özetlemek gerekirse, şu anda Orta ve Batı Avrupa’da toplumsal cinsiyet rollerine ve somut aile oluşumuna İslam kadar önem veren sadece birkaç toplumsal güç olduğu söylenebilir. Bu nedenle İslam’ın Orta ve Batı Avrupa’daki çoğunluk toplumu tarafından giderek daha fazla sosyal bir fırsat ya da bir meydan okuma olarak görülmesi şaşırtıcı değildir.
Avrupa’da yaşanan İslam daha yakından incelendiğinde aslında bir yapboza benzediği ve varsayılan “tek bir topluluk” algısının karşısında oldukça çeşitli olduğu görülecektir. Toplumun her kesiminde, erkek ve kadının rolü, evlilik içinde ve dışında cinselliğin işlevi ve değerlendirilmesi, aile kurumunun toplumun temel şekillendirme biçimi olarak önemi konusunda farklı anlayışlar mevcuttur.
Dipnot
[1] İngilizcede “patchwork family” olarak ifade edilen bu durum, ebeveynlerinden en az birinin yeni ailesine önceki ilişkilerinden sahip olduğu çocuk ya da çocukları getirmesi anlamına gelmektedir.