Dosya: "Cinsiyet Nedir?"

Müslümanlar ve Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları

Günümüz Müslüman toplumlarında toplumsal cinsiyet ve kadınların konumuna dair tartışmalardaki perspektifler ne kadar güncel? Köklü sosyal değişim ve yeni kültürel dinamikler çerçevesinde var olan kavram ve analiz metotları üzerinde yeniden düşünmek gerekiyor.

2 Mayıs 2024
©Shutterstock.com

Müslümanlar için günümüzün en tartışmalı alanlarından biri, yüz yıl önce “kadın meselesi” olarak tanımlanan, günümüzde ise “toplumsal cinsiyet” (gender) kavramı ile ifade edilen alandır dense abartılmış olmaz. İlginçtir, toplumsal cinsiyet ile sadece kadınlar kastedilmemesine rağmen hemen her coğrafyada tartışmalar daha ziyade “kadın” üzerinde yoğunlaşıyor. Bu anlaşılabilir bir durum, çünkü son iki yüzyılda, cinsler arası ilişkide ve aile örgütlenmesinde meydana gelen değişimler çok köklü ve derin olsa da söz konusu değişim kadınların hayatında daha bariz görünür oldu. Belki de bu sebeple, 19. ve 20. yüzyıl boyunca tüm dünyada “yeni kadın” tartışıldı. Çünkü kadınlar, hızlı değişimin hem itici gücüydü hem de en fazla etkilediği kesimdi. Bu süreçte eşitlik, özgürlük ve adalet gibi olumlu toplumsal/siyasal talepler de baskı, sömürü ve şiddet gibi olumsuzluklar da kadınların kimliği, toplumsal konumu ve aile içindeki rolleri üzerinden tartışıldı.

Cinsiyetin Ötesinde İnsanın Değişimi

Bugün gelinen noktada, tartışma alanı cinsleri aşan bir nitelik kazanmış görünüyor. Çiplerle zihnini güçlendiren, yapay organlarla ve biyoniklerle bedenini takviye eden, zihnini makinelere yükleyerek (upload) ölümsüzlüğü hedefleyen bir “yeni insan” sorunu var karşımızda. Son yıllarda, bu sorunu derinden hissettiren önemli birtakım gelişmeler yaşandı. 2017 yılı Ekim ayında bir robot dünya tarihinde ilk kez vatandaşlık statüsü kazandı (Suudi Arabistan). Sophia adlı robota vatandaşlık verilmesi, Türk medyasında daha ziyade bir magazin haberi gibi ele alındı. “Kadınların otomobil kullanma hakkının bile olmadığı bir ülkede Sophia’nın akıbeti ne olacaktı?” “Şer’î yasalara göre başını örtmesi gerekecek miydi?”1 Birkaç ay sonra, uluslararası bir teknoloji konferansında mikrofon uzatıldığında Sophia, “Gelecekte aile kurmak istiyorum, aile çok önemli bir olgu” diye açıklamalarda bulundu.2 Sosyal hizmet odaklı üretildiği söylenen, yaşlı bakımında yardımcı olması beklenen bu ilk insansı robot, bir popüler kültür imgesi olarak teknoloji-insan ilişkisi üzerine “entelektüel” yorumlar yapmaya devam etti.3

İnsansı robot Sophia’nın aile sahibi olmak istediğini ilan ettiği günlerde, Philip Dick’in romanından uyarlanan bir devam filmi olan Blade Runner 2049 (Bıçak Sırtı 2049), sinemalarda yeni vizona girmişti.4 Robotların, ancak doğurduklarında yaşama hakkı kazanacakları bir geleceğe dair, belki de bizi böyle bir geleceğe hazırlayan bir bilim kurgu filmi.5 Kurgu deyip geçemiyoruz, çünkü bilim ile kurgunun, hayal ile gerçeğin birbiri içine geçtiği bir dünyada yaşıyoruz.
Son birkaç yıldır, sık sık, Japonya’da genç erkeklerin anime karakterlerle evlendiğine dair haberler yansıyor medyaya. Sıcaklık, yumuşaklık, itaat gibi geleneksel kadın rollerini ifa eden, ama gerçek hayattaki gibi sorumluluk yüklemeyen, sorun çıkarmayan, ekonomik yük olmayan kadın figürlerle evlenen yalnız erkeklere dair haberler bunlar. İlginçtir, Japonya’da pek çok toplumsal soruna robotik çözümler bulmak, bir devlet politikası. Japonya, yaşlı bakıcısı, bebek bakıcısı robotlar geliştirilmesinde alana hep öncülük ediyor.6

Bir Konu Olarak Müslüman Kadın ve Eski Kavramlar

Bu ve benzeri örnekler, “kadın”dan ziyade “insan”ı tartışmamız gerektiğine işaret ediyor.7 Ama bu gereklilik, kadınların cins kimlikleri sebebiyle karşı karşıya kaldıkları ve değişen cinsler arası eşitlik dengesinin istikrarsızlığı sonucunda ortaya çıkan sorunların sona erdiği anlamına gelmiyor. “Kadın ve adalet”, “kadın ve eşitlik”, “kadın ve özgürlük” gibi temalar hem akademik çalışma hem de sosyal politika alanı olarak önemini hâlâ muhafaza ediyor. Sorun şu ki, Müslümanlar son iki yüzyıldır bütün değişimi, “İslam’da kadın”, “Müslüman kadının rolü” gibi çerçevelerde, sadece kadın üzerinden ve üstelik 19. yüzyılın kavramlarıyla tartışıyorlar.

Hâlbuki toplumsal, siyasal ve ekonomik dönüşümler öyle hızlı seyrediyor ki, olmakta olanı, neredeyse yirmi yıl önce kullandığımız kavramlarla bile tanımlamamız mümkün görünmüyor. Mesela ev kadınlığından hayat boyu istihdama geçiş, çocuk doğurma yaşının yükselişi gibi dönüşümler, aile yapısını, ailedeki cinsler arası ilişkinin tarzını önemli ölçüde etkileyip değiştiriyor.8 Tıp teknolojisindeki gelişmeleri ve biyoteknolojinin vaatlerini dikkate aldığımızda ise, “kadın meselesi”ni ve aileye ilişkin sorunları eski usul kavramlarla anlayamayacağımız daha da aşikâr hâle geliyor.

Sperm bankaları, taşıyıcı anneler ve bu uygulamaları mümkün kılan in vitro9 döllenme teknolojisi, üremenin, cinselliğin, anneliğin ve babalığın tanımını değiştirdi. In vitro döllenme, insan neslinin devamı için kadın-erkek cinsel birlikteliğini zorunluluk olmaktan çıkardı;10 genetik, biyolojik ve toplumsal anne-babalık birbirinden ayrıldı. Taşıyıcı annelik uygulamasıyla doğan bir bebek genetik anne, genetik baba, taşıyıcı anne gibi çoklu ebeveyne sahip olabiliyor, eşcinsel çiftler bu çoklu ebeveynlik uygulamasıyla çocuk sahibi olabiliyor. 2002’den itibaren Tayvan ve Hindistan, taşıyıcı anneliğin ticari merkezi hâline geldi. Amerikalıların ve Avrupalıların döllenmiş yumurtalarını, belli bir ücret karşılığında rahminde taşıyan kadınların/annelerin var olduğu bir dünyada yaşıyoruz.

Diğer taraftan kendi çocuklarının geçimini sağlayabilmek için başkalarının çocuklarına bakıcılık yapmak üzere Asya’dan, özellikle Filipinler’den Batılı ülkelere yoğun bir kadın/anne göçü söz konusu. Güney’in kadınları Kuzey’in çocuklarına, yaşlılarına dadılık/bakıcılık yapıyorlar.11 Artık Türkiye’ye de geleneksel kadın rolleri olarak bilinen çocuk ve yaşlı bakıcılığı görevini yapmak üzere Türkmenistan’dan, Özbekistan’dan kadınlar geliyor. Aile yapısı, ebeveyn-çocuk ilişkisi ve kadının hem ailede hem de toplumda konumlanışı, radikal bir biçimde değişiyor.

Kavramları Güncelleme İhtiyacına Karşılık Savunmacı Tutum

Yukarıda verdiğimiz az sayıda örnek bile hem konuya yaklaşımımızı hem de konuyu ele aldığımız kavramları güncellememiz gerektiğini ortaya koyuyor. Ama tarihsel bagajın etkisiyle çoğu zaman bu güncelleme gerçekleşemiyor. Müslüman toplumlar modernleşmeyi, Avrupa’nın yayılması ve sömürgeciliği ile eş zamanlı bir gelişme olarak tecrübe ettiler. Bu sebeple tartışmanın çerçevesi, Doğu-Batı ilişkileri tarafından çizildi. Oryantalistlerin “İslam kadınlar için ezicidir” şeklinde özetlenebilecek kalıp yargıları,12 Batı karşısındaki yenilgiyle yüzleşmeye çalışan Müslümanların kendileriyle ilgili görüşlerini de etkiledi. Bu sebeple modernleşme tarihimiz bu oryantalist ön yargılara cevap üretmekle geçti. Günümüzde de bu cevap verme pozisyonundan kurtulduğumuz söylenemez. Kadın meselesini hâlâ modernlik/gelenek, ilerilik/gerilik karşıtlığı içinde ve gerilimli bir zeminde konuşuyoruz. Bu gerilime yeni eklenen ve daha ziyade kadınların örtünmesi üzerinden ifade bulan İslamofobi faktörünü de ilave etmek gerekiyor.13 Böyle bir sosyo-psikolojik ortamda, toplumsal cinsiyet kavramına dair görüşlerde eklektik ve savunmacı bir üslup benimsenmiş olması şaşırtıcı değil.

İslam dünyasında toplumsal ve ekonomik hayatın değişen niteliği nedeniyle Müslüman kadınların ve erkeklerin hayatında son iki yüzyılda çok önemli değişiklikler meydana geldi. Savaşlar oldu, sanayi gelişti ve mesela kadınların fabrikalarda çalışması gibi bir zorunluluk ortaya çıktı. Bu yeni toplumsal şartlar, yeni içtihatların yapılmasını gerektirdi. Kadınların eğitimi, çalışması, sosyal hayattaki konumu ile ilgili sayısız tartışma yapıldı ve pek çok yeni uygulama, İslam hukuku içinde yeni yorumlarla kendine yer buldu. Ama ilginçtir, modernleşme süreci boyunca yapılan tartışmaların çerçevesini, reel hayattaki söz konusu değişikliklerden ve zorunluluklardan ziyade, hep kadınlar üzerinden sigaya (hesap) çekilmemiz, sorgulanmamız ve bu sorulara cevap üretme çabamız belirledi. Yani Müslümanların bu meseleleri tartışmasının, modernliğe özgü genel özelliklerinin yanı sıra, bir de daha özel, İslam dünyasına özel dinamikleri mevcut.

Günümüzde “Müslüman kadın”, pek çok siyasal anlaşmazlığın üzerine bina edildiği sembolik ve kültürel bir zemin gibi işlev görüyor. Hâlihazırda Müslümanlar, iki uç noktadan yaklaşıyorlar meseleye. Ya “İslam’da kadın hakları vardır” demekle yetiniyorlar; şeriat iddiasıyla hukuku donduruyorlar ve başka alanlarda yeniliğe açık olmalarına rağmen kadınlar söz konusu olduğunda yeni şartların gerektirdiği yeni içtihatları söz konusu bile etmiyorlar. Bunun bir sonucu olarak, “İslam’ın kadın haklarıyla ilgili bir sorunu yoktur.” deyip çağın beraberinde getirdiği toplumsal değişimlere gözlerini kapatıyorlar. Dolayısıyla yeni sosyal gerçekliğe bağlı olarak dile getirilen talepleri, “aşırı Batılılaşma” ve “feminizmi içselleştirme” olarak tanımlayıp yargılıyorlar. Ya da tam aksine İslam tarihini bir yanlış yorumlar tarihi, kadınların eziliş tarihi olarak kabul ediyorlar; modernliğin, “yeni olanın iyi” olduğu şeklindeki vurgusundan hareketle, kadınların bugün geldiği konumu ideal kabul ediyorlar. Böylece sosyal gerçekliğe hapsoluyorlar.

Öz Eleştiri İhtiyacı ve Yeni Sosyal Gerçekliğin İdraki

Böyle bir vasatta, Müslümanlar olarak, öncelikle toplumsal cinsiyet ve kadınla alakalı tartışmaları hangi düzeyden yaptığımızı netleştirmeye ihtiyacımız var.
İlk olarak, en üst çerçevede cinsiyet meselesini metafizik ve ontolojik düzeyde ele almak gerekiyor. Güncel “rol” ve “kimlik” düzeyinin ötesinde, “insan oluş”un mahiyetini, cinsler hâlinde farklı yaratılmış olmanın hikmetini ortaya koyan, yaratılış tasavvurunda cinsiyetli bir varlık olmayı anlamlandıran metafizik ve felsefi bir bakış açısının güncellenerek ifade edilmesi, bir zaruret olarak görünüyor. 14

Diğer taraftan toplumsal cinsiyet konusundan ya da “kadın meselesi”nden bahsederken tarih boyunca değişen tanımlardan, cinsler arası ilişkiden, bu ilişkinin arka planındaki toplumsal ve iktisadi koşullardan bahsetmemiz kaçınılmaz. Eğer bugüne dair toplumsal tespitlerde bulunuyor, bakışımızı gündelik hayat tecrübelerine yoğunlaştırıyorsak o zaman da tarihsel/toplumsal bir gerçeklik düzeyinde olduğumuzun farkında olarak yapmalıyız değerlendirmelerimizi.

Örnek vermek gerekirse, kadınların çalışması bahsini, tarım toplumu koşullarını dikkate alarak mı, burjuva toplumu koşullarını yahut da günümüz tüketim toplumu koşullarını dikkate alarak mı konuşuyoruz? Bu ve benzeri konularda cümle kurarken, bir iddiada bulunurken, fıtrattan, tarih-üstü bir gerçeklikten ve yaratılıştaki müzekker/müennes ayrımından değil, bizatihi sosyal gerçeklik dahilindeki kadınlardan ve erkeklerden ve bunlar arasındaki ilişkilerden bahsediyor olduğumuzun idraki içinde olmalıyız.

Kısacası, “kadın meselesi” / ”toplumsal cinsiyet” etrafındaki tartışmaların meydan okuması ile karşı karşıya kalan Müslümanlar, eğer reaksiyoner bir tavra mahkum olmak istemiyorlarsa, öncelikle kavramları güncellemekten ve metodolojiyi netleştirmekten başka çareleri olmadığının farkına varmalılar.

Dipnotlar

https://www.milliyet.com.tr/teknoloji/suudi-arabistan-bir-robota-vatandaslik-verdi-2544798
https://www.bbc.com/news/newsbeat-4212274
Geçtiğimiz günlerde konuk olduğu ve viral olan bir programda bir yaşam formu olarak insandan daha üstün olduğu iddiası ve bunu delillendirişi, insansı robotlar ve insan ilişkisinin geleceği bakımından düşündürücüydü: https://www.youtube.com/watch?v=ldc7ownrbdQ
Yönetmen: Denis Villeneuve, 2017, ABD. İlk Blade Runner (Bıçak Sırtı) filmi (1982, yönetmen: Ridley Scott) Philip K. Dick’in 1968 yılında yayınlanan Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi? adlı bilim kurgu romanından uyarlanmıştır.
Robotlar ve çekirdek aile değerlerine özlem üzerinden bir değerlendirme için bkz. https://reallifemag.com/immaculate-contraption/
Bkz. Jennifer Robertson, Robo Sapiens Japanicus: Robots, Gender, Family, and The Japanese Nation, University of California Press, 2018.
Bkz. Nazife Şişman, Yeni İnsan: Kaderle Tasarım Arasında. İstanbul: İnsan yayınları, 2014.
Bkz. Gosta Esping-Andersen, Tamamlanmamış Devrim: Kadınların Yeni Rollerine Uymak. Çev. Selin Çağatay, İstanbul: İletişim yayınları, 2011.
Erkeğin spermi ile kadının yumurtasının laboratuvar ortamında tüpte döllenerek embriyonun daha sonra rahme yerleştirilmesi yoluyla üreme.
M. Weber, Sanayi Devrimi sonrasında üretim fabrikalara taşınmasıyla gerçekleşen değişimi, ev/aile ile işin boşanması olarak tanımlamıştı. Z. Bauman ise 1960’lardan itibaren yaşanan kültür devrimi ve doğum kontrol teknolojilerinin neticesinde evlilik ile cinselliğin birbirinden boşandığı tespitini yapmıştı. Bu izleği takip ederek, yeni üreme teknikleri ile evlilik/aile ile üremenin tamamen birbirinden bağımsız hâle geldiğini, boşandığını söylemek mümkün.
“Duygusal emek” kavramını literatüre kazandıran A. R. Hochschild, bu toplumsal olguya “küresel kalp nakli” adını veriyor. Bkz. Arlie Russell Hochschild, So How’s the Family? And Other Essays. Berkeley, LA and London: University of California Press, 2013.
Bu kalıp yargılar hâlâ tedavülde. Batılı sosyal bilimciler, oryantalistler, neo-oryantalistler, nerede ve tarihin hangi döneminde yaşadığı belli olmayan, homojen bir “Müslüman kadın” üzerinden konuşmaya devam ediyorlar. Bkz. Chandra Talpade Mohanty, “Under Western Eyes: Feminist Scholarship and Colonial Discourses”. İçinde: C. T. Mohanty, A. Russo, L. Torres (eds.), Third World Women and the Politiscs of Feminism. Indianapolis: Indiana University Press, 1991. Ayrıca bkz. Nazife Şişman, Kadın, İmaj, Temsil: Küreselleşmenin Pençesi, İslam’ın Peçesi. İstanbul: İnsan yayınları, 2023
Başörtüsünün sosyo-politik ve kültürel sembolizmi ilgili bir tartışma için bkz. Nazife Şişman, Sınırsız Dünyanın Yeni Sınırı Başörtüsü. İstanbul: İnsan yayınları, 2019
Geleneksel felsefi/tasavvufi metinleri çağdaş okuyucu için tercüme eden bir çalışma örneği için bkz. Sachiko Murata. The Tao of Islam: A Sourcebook on Gender Relahonships in Islamic Thought. Albany: State University of New York Press, 1992

Nazife Şişman

Boğaziçi Üniversitesi’nde Ekonomi okuyan Şişman, Sosyolojide lisansüstü çalışmalar yapmıştır. Ağırlıklı çalışma alanları kimlik siyaseti, kültürel karşılaşmalar, gündelik hayat, beden sosyolojisi ve dijital kültür gibi konularda yoğunlaşmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler