Sünni Perspektifte Cinsiyet İlişkilerinin Sabit ve Değişken Normları
İslam’da Sünni mezheplerin cinsiyet ilişkilerine dair normları, sabit ve değişken unsurların etkileşimiyle belirlenir. Bu normlar, geleneksel metinlere dayanıyor olsa da günümüzdeki sosyal ve kültürel dinamiklere de uyum sağlayan bir karakterdedir.
İslam, inanç öğretisi ve mistisizmin yanı sıra insanların davranışlarını dinî kategorilere göre düzenleyen ve ayırt edilen bir dindir. Bir eylem dinen ya zorunludur, tavsiye edilir, hoş görülür, yasaklanır ya da nötrdür. İslam âlimleri, Müslümanların Allah’ın hoşnut olduğu bir hayat sürmeleri için eylemleri Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet kaynaklarına göre ve ilgili bağlamları dikkate alarak değerlendirmeye çalıştılar. Normlara uyum, Allah’ın iradesine daha yakın bir yol olarak kabul edildiği için İslam’da (Sünni ve Şii geleneklerinde) iman öğretisi (Ortodoksi) ile birlikte bir tür norm öğretisi (Ortopraksi) gelişti ve birbirlerini tamamladılar.
Bu norm öğretisi ancak birkaç temel ögede yekpare olarak kalsa da birçok konuda farklı görüşlere izin veriyordu. Sabit ve esnek unsurların karşılıklı etkileşimi, Sünni ve Şii anlayışlarındaki davranış normlarının karakteristik özelliğidir. Bu norm öğretileri, 19. yüzyılın sonlarındaki reform hareketlerine kadar tartışmasız bir otoriteye sahipti. Son dönemlerde bazıları için otoritesini kaybetse de dünyadaki ve Almanya’daki çoğu Müslüman’ın günlük dinî ve sosyal yaşamında önemli bir rol oynamaya devam ediyorlar.
Sabit Normlar ve Değişken Normlar
Almanya’daki Müslüman toplulukların ve ulusal ve uluslararası İslami organizasyonların dinî kimliklerine bakıldığında, geleneksel norm öğretisinin hâlâ çok baskın olduğu ve referans çerçevesi olarak kullanıldığı görülmektedir. Günümüzde bu normlar artık bire bir benimsenmemekte, bağlama bağlı olarak her zaman gözden geçirilmekte, revize edilmekte veya yorumlanmaktadır. Ancak belirli normların farklı bağlamlar arasında belirli bir istikrar sergilediği ve bugün yüzyıllar önce olduğu gibi anlaşıldığı göze çarpmaktadır. Bu makalede normların karşılıklı etkileşimini kadın ve erkek arasındaki ilişkiye dair örneklerle Sünni bir perspektiften ele alalım.
Peki, hangi normlar sabit, hangileri değişkendir? Bunu cevaplamak, düzenlemeleri tek tek ayrıntılarıyla tartışmayı değil, Sünni doktrinindeki belirli düzenlemelerin değişebilir mi yoksa durağan bir karaktere mi sahip olduğunu tartışmayı gerektirmektedir. “Liberal” ya da “muhafazakâr” gibi etiketlerle düşünmeden önce bir adım geri atıp en azından temel pozisyonları incelemek gerekir. İster liberal ister geleneksel olsun, bir dışlanma korkusu olmadan herkesin kendi pozisyonunu savunmasına izin verilmelidir çünkü ancak karşılıklı pozisyonlara saygı gösterilmesi durumunda açık ve yapıcı bir diyalog gelişebilir.
Temelde, geleneksel Sünni topluluklar içerisinde açık yasaklar ve haramlar konusunda geniş bir mutabakat olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, görüş ayrılıkları incelendiğinde “ortodoks” Müslüman cemaatin heterojenliğini de gösteren çok çeşitli muhafazakâr, pragmatik veya açık yorumlar gözlemlenmektedir.
Evlilik Hayatında Erkek ve Kadın
Sünni İslam’da cinsel yakınlıklar yalnızca evlilik bağı içinde gerçekleşebilir. Evlilik öncesi ve evlilik dışı cinsel ilişki ağır bir günah olarak kabul edilir ve dolayısıyla izin verilmez. Öte yandan, tüm hukuk ekolleri ve çağdaş âlimlerin de kabul ettiği gibi, evliliğe yalnızca bir erkek ve bir kadın arasında izin verilir. Bu nokta, yerleşik yorumlarda sabit ve tartışılmaz olarak kabul edilir.
Sünni doktrine göre, eşcinsel evliliğe izin verilemez. Bu konuda görüş birliği vardır ve bu nedenle Sünni İslam kendi hermenötik temellerini terk etmeden farklı bir yol izleyemez. Dolayısıyla bu konuda geleneksel Sünni ve reformcu eğilimlere sahip düşünürler arasında bir uzlaşı bulunamayacaktır. Müslüman kadınların gayrimüslim erkeklerle evlenmemesi gerektiği konusunda da bir görüş birliği vardır. Ancak, Müslüman bir erkek Kur’an’daki açık bir izne (Maide suresi, 5:5) dayanarak gayrimüslim bir kadınla evlenebilir. Kur’an’da kadınlara bu konuda açık bir izin verilmediği için bu durum dinler arası evliliğin yasaklandığı şeklinde yorumlanmaktadır. Bununla birlikte, erkeklere de dinler arası evliliğe karşı sık sık tavsiyede bulunulmaktadır çünkü bu durum dinî konularda iletişim sorunlarına yol açabilir.
Sünni İslam’da, Kur’an ve Sünnet’in yanı sıra Hz. Peygamber’in ashabının ve sonraki nesillerin icması, normların yorumlanmasında temel bir rol oynar. Belirli bir konu üzerinde tartışmasız bir icma varsa, temel metinler tek başına ele alındığında başka yorumlara açık olsa bile, bu konu kapalı kabul edilir. İcma burada, belirsizlikleri ortadan kaldırmak ve böylece belirsizlik yaratmak amacıyla bu tür konular için kullanılan hermenötik bir anahtar olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla, üzerinde ittifakla mutabakat sağlanan normlar istikrarlı, müzakere edilemez temeller olarak anlaşılmaktadır.
Bununla birlikte, dinler arası evlilikler alanında farklılıklar söz konusudur. Müslüman bir kadının gayrimüslim bir erkekle evlenmesinin genel olarak yasak olduğu doğrudur. Ancak, iki gayrimüslim arasında mevcut bir evlilikte kadının İslam’ı kabul etmesi ve erkeğin gayrimüslim olarak kalmasına dair bazı fetva makamları böyle bir evliliğin feshedilmesi gerekmediği ve kararın kadına ait olduğu görüşündedir.
Müslüman âlimlerin Müslüman bir kadın ile gayrimüslim bir erkek arasındaki evliliği, kadının ve çocukların Müslüman kimliğinin ek bir yazılı anlaşma ile garanti altına alınması hâlinde kabul ettiği bir senaryo düşünülebilir. Eğer bu iki nokta illet olarak, yani yasağın hukuki gerekçesi olarak kabul edilirse, Sünni hukuk hermenötiği çerçevesinde buna açık kapı bırakılmış olur. Karşıt görüş ise, bu iki noktanın sadece zanni bir illet olacağı, dolayısıyla icmanın çiğnenemeyeceği şeklindedir. Çünkü icma kesin bilgi olarak değerlendirilirken, yasağın sözde sebebine ilişkin spekülasyon kesin bilgi değil, zanni bilgi üretir. Dolayısıyla yasağın bozulması mümkün değildir. Günümüzde de bu standart “tartışılmaz” olarak kabul edilmektedir.
Evlilik Hâli ve Buna Dair Geleneksel Düzenlemeler
Cinsel ilişkiye ve diğer yakınlaşmalara yalnızca evlilikte izin verilir. Peki, bir birliktelik ne zaman “evlilik” olarak kabul edilir? Klasik hukuk metinlerinde, evlilik için gerekli olan bazı hususlardan bahsedilse de bunlar bir hukuk ekolünden diğerine farklılık gösterir: Mehir, tanık sayısı, evlilik merasiminde söylenecek ifadeler gibi unsurlar değişir. Ancak tüm bu hususlar, bu kuralların bir devlet otoritesi tarafından tanınması hâlinde anlam kazanır.
Mesela Almanya’da böyle bir durum söz konusu değilse, bu standartlar bizim bağlamımızda pek bir rol oynamaz. Çoğu cami cemaati ve İslami dernek, resmî nikah kıyılmadığı sürece sadece dinî nikah kıyılmasını kabul etmemektedir. Dinî nikah, yasal olarak bağlayıcı olmadığı için bağlayıcı bir evlilik olarak değil, bir kutsama olarak yorumlanmaktadır. Bir evlilik her iki taraf için de yasal kesinlik sağlamalıdır. Bu nedenle medeni nikahlar çoğu akademisyen ve kurum tarafından tanınmaktadır.
Bu açıdan evlilik, boşanma, nafaka gibi konulardaki normlar, doktrinin geleneksel düzenlemeleri bu alanda hiçbir şekilde bire bir benimsenmese de, bağlama özgü bir şekilde yorumlanmalı ve uygulanmalıdır. Bu da burada bütünüyle ele alınamayacak çok farklı görüşlere yol açmıştır. Fiiliyatta ve detaylarda görüş ayrılıkları olsa da evlenme ve boşanmanın devlet tarafından tanınan kanallar aracılığıyla gerçekleşmesi ve dinî normların bu çerçeveye dâhil edilmesi gerektiği konusunda temel bir uzlaşı vardır.
Evlilikte Sorumluluklar ve Roller
Kur’an’da evlilik karşılıklı sevgi ve merhamete dayalı bir barış ve huzur yeri olarak tanımlanır. Bu nedenle evlilikteki rol dağılımı bu temele dayanmalı ve bu perspektiften anlaşılmalıdır. Dahası, Kur’an temelde erkeğe mali sorumluluk ve dolayısıyla aile reisliği görevi veren geleneksel bir aile imajı çizer. Erkek ailenin geçimini sağlamak ve kadının mehrini ödemekle yükümlü iken, kadın bu sorumluluğu üstlenmek zorunda değildir.
Klasik hukuk metinlerinde sevgi, merhamet ve barışa sadece yüzeysel olarak değinilir. Bu metinler daha çok haklar ve görevlerle ilgilidir. Buradaki anlayışa göre, erkek geçimi sağlar ve tüm mali yükü üstlenirken, kadının aslında sadece cinsellik ve çocuk doğurma görevleri vardır. Evliliğin temel amacı (makasid) çoğalma olarak görülmüştür. Hatta yasalar kadının evi idare etmek, çocukları emzirmek ya da yemek yapmak zorunda olmadığını belirtmektedir. Erkek bu görevler için de ödeme yapmak zorundadır.
Klasik hukuk metinlerinden ortaklığa dayalı sevgi dolu bir evliliğin temellerinin çıkarılamayacağı, bunların sadece bir anlaşmazlık durumunda uygulanabilecek ve döneminin bağlamını yansıtan düzenlemeler olduğu açıktır. Klasik hukuk metinlerinin işlevi buydu. Bu nedenle bu normlar her zaman bağlamı içinde okunmalı ve evrensel olarak geçerli ifadeler olarak yorumlanmamalıdır. Evlilik hayatı, eskiden de bu tür hukuki eserlerde anlatılandan çok daha karmaşıktı.
Kadınların Çalışma Durumuna Dair Normlar
Evlilikte rollerin ve sorumlulukların paylaşımı nihai olarak eşlere bağlıdır. Klasik bir rol dağılımı kadar her ikisinin de çalışıyor olması, evin geçimine ortaklaşa katkıda bulunması, ev işlerini ve çocuk yetiştirmeyi paylaşması da mümkündür. Kadının erkekten daha fazla kazanması ve dolayısıyla evin geçimini sağlayan kişi olması da yaygın bir durumdur. Bu konuda açık bir emir veya yasak bulunmadığından, İslami normlar açısından tüm bu durumların olması mümkündür.
Sadece kadının eve maddi katkıda bulunmaya zorlanamayacağı, ancak bunu gönüllü olarak yapabileceği, erkeğin ise -buna engel özel koşullar olmadıkça- bunu yapmakla yükümlü olduğu vurgulanmaktadır. Erkeğin mali sorumluluğu Kur’an’da açıkça belirtildiği için, bu husus birçok geleneksel âlim için sabit gibi görünmektedir. Bazı akademisyenler bundan, mümkün olan tek rol dağılımının bu olduğu ve bu nedenle kadınların çalışmasına izin verilmediği sonucunu çıkarmaktadır.
Bu nedenle daha muhafazakâr çevrelerde kadınların çalışması, örneğin çocukların dinî terbiyesini ihmal etmek anlamına geliyorsa -acilen paraya ihtiyaç olmadığı sürece- oldukça tartışmalı olarak görülmektedir. Bu durumda istisnai izin verilebilir. Ancak, hayatın gerçekliği tamamen farklı kavramlar gerektirdiğinden, bu tür pozisyonlar giderek arka plana çekilmektedir. Bununla birlikte, karşılıklı rıza ile farklı koşullar kabul edilebilir. Kadınların çalışmasına yönelik temel bir yasak ya da kadınların ev işlerinden ve çocuk yetiştirmekten tek başına sorumlu olması, vahiy kaynaklarından ya da normlar doktrininden açıkça çıkarılamaz.
Müslüman toplumunda, çiftlerin mesleklerine, sosyalleşmelerine, din anlayışlarına, kişisel tutumlarına veya aile desteğine bağlı olarak aile içindeki rolleri ve görevleri dağıttıkları ve yerine getirdikleri birçok farklı yol vardır. Bu alanda katı ve değişmez normlar neredeyse hiç yoktur, bağlam ve sosyal faktörler belirleyicidir.
Toplumsal Hayat ve Kadın-Erkek Arasındaki Kurallar
Erkek ve kadınlar arasındaki sosyal etkileşimde, değişmez olarak kabul edilen çok az norm vardır. Daha geniş alanlar toplumdaki geleneklere göre anlaşılır ve düzenlenir. Bununla birlikte, cinsiyetler arası etkileşimin sınırları konusunda güçlü görüş ayrılıkları vardır ve bu da sosyalleşmeye, çevreye ve din anlayışına bağlı olarak büyük ölçüde değişebilir. Normatif öğretilerde her alanda kadın ve erkek arasında temel bir ayrım yoktur. Bununla birlikte, kadın ve erkeklerin giyim ve davranışlarında gözetmeleri gereken belirli sınırlar vardır.
Kadınlar elleri, yüzleri ve ayakları hariç tüm vücutlarını örtmekle yükümlüdür. Buna göre, başın örtülmesi de dinî bir zorunluluktur. Erkeklerin en azından dizleri ile göbekleri arasındaki bölgeyi örtmeleri gerekir. Bu, çıplak üst bedenlerini kamusal alanda göstermelerine izin verildiği anlamına gelmez. Bu sadece örtülmesi gereken asgari alandır. Bu nedenle yetişkin erkeklerin toplum içinde dizlerine kadar uzanmayan şortlar giymelerine izin verilmez.
Bugün toplumda başörtüsü konusunda çok farklı görüşler vardır, ancak burada da ilgili ayetleri bir zorunluluk olarak yorumlayan ilmi gelenekte bir icma vardır. Örneğin, Sünni bakış hâlâ başın örtülmesi emrini savunur. Başlangıçta, mahremiyete yalnızca evlilik içinde izin verildiğine işaret edilmişti. Bu nedenle, sadece evlilik dışı cinsel ilişki değil, buna yol açabilecek her şey de yasak kabul edilir. Bu husus yoruma çok açık olduğundan, neyin yasak yakınlaşmaya yol açabileceğinin somut sınırları konusunda görüş ayrılıkları olmuştur ve olmaya devam etmektedir.
Bu aynı zamanda sıklıkla hararetli tartışmalara yol açabilen bir alandır. Ancak genel olarak, bir erkek ve bir kadının üçüncü şahısların erişiminin olmadığı kapalı bir yerde yalnız buluşmaları yasaktır. Bu, bir erkek ve bir kadının bir kafede buluşması gibi halka açık yerler için geçerli değildir. Ancak burada bile farklı görüşler vardır. Kadın ve erkek arasındaki sosyal etkileşimde sadece iki değişmez emir vardır: Kıyafet kuralları ve yakınlaşma yasağı.
Diğer her şey görüş farklılıklarına tabidir. Ancak burada da farklı görüşler vardır, dolayısıyla çeşitli faktörler belirleyicidir. Selamlaşırken yaygın olarak el sıkışmak dışında, cinsiyetler arasında dokunmak da yasak ilan edilme eğilimindedir. Burada da görüşler farklılık göstermektedir. Bazıları kadın ve erkekler arasında tokalaşmayı haram olarak görürken, geleneksel yelpazede tokalaşmanın yerel gelenekler çerçevesinde caiz olduğunu ve potansiyel olarak günahkâr bir eylem olmadığını düşünen geniş bir çevre vardır.
İslam hukuku açısından bu konuda açık bir yasak ya da engel bulunmamaktadır. Kadınlar ve erkekler birlikte etkinliklere katılabilir ve kadınlar camilerde erkeklere ders verebilir. Bu nedenle, bazı camilerde veya etkinliklerde yaygın olan bölme duvarı veya bölme perdeleri kesinlikle gerekli değildir.
Camide Erkek ve Kadın
Sosyal etkileşimde gözetilmesi gereken temel kurallar ve açıklık, belirlenmiş ritüeller olmadığı sürece cami için de geçerlidir. Örneğin, camide kadın ve erkekler tarafından ders verilebilir ve insanlar aynı odada toplanabilir. Zira cami sadece namaz kılınan bir mekân değil; aynı zamanda sosyal bir alandır.
Burada değişmez olarak kabul edilen ve değiştirilemeyen açık kurallar vardır. Bunlar arasında kadın ve erkeklerin yan yana namaz kılmaması, kadın ve erkek saflarının birbirinden net bir şekilde ayrılması yer almaktadır. Namazların aynı odada mı yoksa ayrı odalarda mı kılındığı temelde önemli değildir. Eğer namazlar aynı odada kılınıyorsa erkekler önde, kadınlar arkada namaz kılar ve namazı kadın değil sadece erkek kıldırabilir.
İbadet hususları toplumsal geleneklere göre değil, Hz. Peygamber’in benimsediği ve değişmemiş uygulamasına dayanır. İbadet alanında, normların rasyonelleştirilebilir olduğu düşünülmez. Burada neredeyse hiç manevra alanı yoktur. Sadece erkeklerin imam olarak atandığı ya da kadınların namaz kıldırmasının açıkça yasaklandığı bir ayet ya da hadis olmamasına rağmen, namaz saflarının sırasının belirlendiği birçok hadis vardır. Erkekler ön saflarda, kadınlar ise arka saflarda yer alır ve namaz kıldıran kişi her zaman erkektir. Bu nedenle uygulama ilk zamanlardan beri yerleşmiş ve hâlâ değişmemiştir.
Kadınlar da erkekler kadar güzel mekânlara sahip olma hakkına sahiptir. Tarih boyunca kadınların camilere daha az gittiği gözlemlenmiştir. Hanefilerde kadınların günlük ibadetler için camiye gitmesi uzun süre yasaklanmış ya da en azından hoş karşılanmamıştır. Bu, kadınları tacizden korumak için koruyucu bir önlem olarak görülmüş olsa da bu aynı zamanda Müslüman kadınların artık camilere gitmemesi anlamına gelmiştir.
Hz. Peygamber zamanında kadınların cuma namazlarına ya da bayram günlerine katılması doğal bir durumdu. Bu normlar günümüzde de farklı yorumlanmakta ve kadınlar doğal olarak camilere gelmeye motive olmaktadır. Ancak pek çok camide kadınların bayram namazlarına yer sorunu nedeniyle gelmemesi geleneği yerleşmiştir. Elbette bu durum cuma ve bayram namazlarının kadınlar için zorunlu değil, isteğe bağlı olmasından da kaynaklanmaktadır.
Ancak özellikle Almanya’da, namazların daha büyük odalarda veya açık havada ve tüm aile bireyleri için daha pratik zamanlarda kılınması suretiyle kadın ve çocukların bayram namazlarına daha fazla dâhil edilmesi arzu edilmektedir. Bu, bazı cemaatlerde ve camilerde hâlihazırda uygulansa da henüz yaygınlaşmamıştır.
Özetle, benzer örneklerin gösterdiği gibi değişmez kabul edilen birkaç sabit norm haricinde, ayrıntılara ilişkin konularda çok çeşitli muhafazakâr, pragmatik veya dinamik yorum mevcut. Değişmez normlar ya Kur’an ve Sünnet’teki açık ifadelere ya da Hz. Peygamber’in ashabı ve âlimlerin geleneksel icmasına dayanır. Sünni geleneğin özelliği, Kur’an ve Sünnet’in vahiy kaynaklarını eskilerin, yani Müslüman topluluğun ilk üç neslindeki anlayışa göre yorumlamasında yatar.
Belirli bir konuda icma varsa, bu sonraki nesiller için bağlayıcı kabul edilir. İhtilaf varsa, bu alan da sonraki nesiller için farklı yorumlara açıktır. Sabit normlar ya Kur’an ve Sünnet’teki açık ifadelere ya da Hz. Peygamber’in ashabı ve âlimlerin geleneksel icmasına dayanır.