'Filistin Protestoları'

Almanya’da Filistin’e Destek Protestoları İfade Özgürlüğünün Bittiği Yer mi?

Dünyanın her yerinde olduğu gibi Almanya'da da üniversiteler öğrencilerin Filistin halkına destek gösterilerine sahne oluyor. Yakın geçmişinde yaşananlar nedeniyle antisemitizm ve İsrail eleştirisi arasındaki farkın çoğu zaman gözardı edildiği ve devletin resmî politikalarına ters düşen seslerin bastırıldığı Almanya'da ifade özgürlüğü bu süreci yara almadan atlatabilecek mi?

Almanya’nın başkenti Berlin’de bulunan Hür Üniversitesi'nde öğrenciler, Filistin’e destek gösterisi düzenledi. Üniversitedeki eyleme polis müdahale etti. ©Halil Sağırkaya - Anadolu Ajansı

Son aylarda Columbia Üniversitesi gibi ABD’nin önde gelen köklü üniversitelerinin de aralarında bulunduğu yüksek öğretim kurumları Filistin’e destek vermek ve Gazze’de yaşanan insanlık dramına dikkat çekmek için düzenlenen protestolara sahne oluyor. Bu protestolar kapsamında öğrenciler, eğitim gördükleri üniversitelerin kampüslerinde kamp kurarak “campus protests” (Kampüs protestoları) olarak adlandırılan eylemler düzenliyor. Kısa zamanda ABD’nin geneline yayılan bu protestolar bugün ülkede 30’un üzerinde üniversitede gerçekleşiyor.

Öte yandan Amerikan polisinin protesto kamplarına sert müdahalesi ve aralarında öğrencilere destek veren profesör ve üst düzey akademisyenlerin de olduğu barışçıl protestoculara uyguladığı orantısız şiddetin görüntüleri tüm dünyada büyük tepki çekti. Bu müdahaleler, her fırsatta İsrail’e koşulsuz desteğini yineleyen Biden hükûmetinin vatandaşların anayasa ile garanti altına alınan ifade ve barışçıl bir şekilde toplanma özgürlüğünü engellendiği yönündeki tartışmaları da yeniden başlattı.

ABD’den Sonra Almanya’da Yaygınlaşan Kampüs Protestoları

ABD’de kampüs protestoları farklı eyaletlere yayılıp uluslararası medyada yankı bulduktan sonra birçok ülkede art arda kampüs protestoları başlatıldı. Başta Birleşik Krallık ve Hollanda’daki üniversiteler olmak üzere bu protesto zincirine Almanya’daki üniversiteler de katıldı. Aralarında Berlin Freie Universität (Berlin Hür Üniversitesi), Humboldt Üniversitesi ve Köln Üniversitesi’nin de bulunduğu Almanya’nın önde gelen üniversitelerindeki bu protestolara polisin sert müdahalesi ise gündeme oturdu.

Polis Berlin Hür Üniversitesi kampüsünde öğrencilerin çadır kurma eylemine çok sert müdahalede bulunmuş ve protestocuları biber gazı kullanarak dağıtmıştı. Müdahale esnasında 79 kişi gözaltına alınmış ve haklarında yasal işlem başlatılmıştı. Üniversite yönetiminin öğrencilerine müdahale etmesi için polisi çağırması akademik personelin tepkisini çekmiş ve üniversitede görevli 100’e yakın akademisyen okul yönetimini kınayan toplu bir bildiriye imza atmıştı. Akademisyenler, her ne kadar aktivistlerin istekleri ve talepleriyle hem fikir olmasalar da üniversite yönetiminin öğrencilerinin barışçıl protesto hakkını savunmasını gerektiğini beyan ederek, yönetimden öğrencilerine polis müdahalesi talep etmemesi ve öğrencileri hakkında bu nedenle dava açılmasının önüne geçmesi talebinde bulunmuşlardı.

Üniversite yönetimi ise söz konusu adımlarını savunarak, polis müdahalesini doğru bulduğunu ve olayların eylemcilerin “antisemitik ve ayrımcı” söylemlerinden ve “şiddet uygulama çağrısında” bulunmalarından dolayı bu şekilde geliştiğini öne sürdü. Üniversite yönetiminin yanısıra, Almanya Yüksekokullar Birliği (Hochschulverband) Baskanı Koch da üniversite yönetiminin bu tutumunu doğru  bulduğunu açıkladı. “Antisemitik ve ayrımcı” söylemlerin yer aldığı protestoların endişe verici ve Yahudi öğrencilerin yanı sıra üniversitenin güvenliği için de tehdit oluşturduğunu belirten Koch, hoşgörüsüzlük vaat edenin hoşgörü bekleyemeyeceğini söyledi.

Berlin Belediye Başkanı Kai Wegner (CDU) de eylemcileri eleştirerek kınama bildirisinde bulunan akademisyenler ile hiçbir şekilde anlayış içinde olmadığını söyledi. Antisemitizmin ve İsrail nefretinin fikir beyanı olmadığını ve bir suç olduğunu ifade eden Wegner, üniversite yönetimine ve öğrencilere yönelik sert polis müdahalesine de destek verdi.

Almanya’da Akademisyenlere Yönelik Ödenek Kesme Tehdidi

Öte yandan geçtiğimiz günlerde Almanya Eğitim ve Araştırma Bakanlığının Berlin Hür Ünivesitesinde öğrencilerinin barışçıl eylemine polis müdahalesini eleştiren bildiriye imza atan akademisyenler hakkında inceleme başlattığı ortaya çıktı. Alman basınına yansıyan haberlerde Bakanlığın söz konusu akademisyenlere verilen fonların kesilip kesilmeyeceğini araştıracağı belirtilirken, akademisyenlerin ayrıca elektronik posta yoluyla Filistin destekçisi öğrencilere neden destek verdikleri hususunda sorgulandıkları ve bu konuda savunmalarının istendiği belirtildi.

Meselenin basına yansımasının ardından gelen tepkiler üzerine bir açıklama yapan Eğitim ve Araştırma Bakanlığı, akademisyenlerin imzaladığı bildirinin anayasa ile garanti altına alınan ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirtse de, haklarında başlatılan incelemenin akıbetine dair her hangi bir bilgi vermedi.

Filistin Kongresi Konuşmacılarına Almanya’ya Giriş Yasağı

Almanya üniversitelerin bahçelerinde oturma veya kamp kurma eylemleri düzenleyen öğrencilerin yanı sıra, Filistin ile dayanışma gösteren ve içerisinde Yahudi inisiyatiflerinin de yer aldığı pek çok girişime sert polis müdahalesiyle cevap veriyor. Bunlardan en sonuncusu Berlin’de Jewish Voice for a Just Peace adlı örgütün öncülüğünde düzenlenen Filistin Kongresi oldu.

12 Nisan tarihinde Birleşik Krallık’tan Almanya’ya, Berlin’de düzenlenen Filistin Kongresi’ne konuşmacı olarak davet edilen Glasgow Üniversitesi Rektörü Filistin asıllı Dr. Abu Sittah’ın Almanya’da havaalanında üç buçuk saat bekletildikten sonra ülkeye girişine izin verilmemiş ve ardından Schengen bölgesine girişi 1 yıl süreyle yasaklanmıştı. Alman gümrük polisi giriş yasağına neden olarak kamu düzeninin korunması ve konferans katılımcılarının güvenliğini öne sürmüş, ancak bununla da yetinmeyerek bu konferansa video yoluyla katıldığı takdirde Dr. Abu Sittah’ı para cezasına çarptırmak ve bir seneye kadar hapis istemiyle yargılamakla tehdit etmişti. Bunun ardından 15 Mayıs’ta Almanya’daki Potsdam İdare Mahkemesi, Alman yetkililer tarafından Abu Sittah’ın ülkeye girişinin yasaklanmasına gerekçe olarak gösterilen iddiaların yeterince ciddi olmadığını belirterek, yasağın hukuka aykırı olduğuna hükmetmişti.

Konuşmacıların ülkeye girişini engellemekle kalmayarak önceden izin alınarak düzenlenen 250 kişilik kongreyi de dağıtan Berlin polisi X platformundan yaptığı açıklamada, geçmişte antisemitik ve şiddet sevici söylemlerde bulunmuş bir konuşmacının bunu tekrar etme olasılığından dolayı kongrenin iptal edildiğini duyurmuştu.

Birleşik Krallık’ta yaşamakta olan cerrah Dr. Abu Sittah geçen senenin ekim ve kasım aylarında toplam 43 gün boyunca Gazze’deki El-Şifa ve El-Ehli hastanelerinde yaralıları tedavi etmek için bulunmuştu. Ardından Londra’ya dönen Sittah, Gazze’de bulunduğu sürece derlemiş olduğu savaş suçu sayılabilecek kanıtları Birleşik Krallık’ta savaş suçları dairesine teslim ettiğini ve İngiliz makamlarının kendisine bu kanıtların Uluslararası Adalet Divanına teslim edilebileceğini söylediklerini belirtiyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütüne (Human Rights Watch – HRW) göre Dr. Abu Sittah’a uygulanan Schengen ülkelerine giriş yasağı, Sittah’ın savaş suçu kanıtlarını Avrupa’daki çeşitli makamlara ulaştırmasını engellemek için uygulanıyor olabilir. Sittah farklı ülkelerde çeşitli tarihlerde programlar gerçekleştirmek istemiş, lakin giriş yasağı olduğu için Fransa ve Hollanda’daki konferanslara katılamamıştı. Birleşik Krallık vatandaşı olan Abu Sittah, İngiliz devletinden Alman makamlarının kendisine yönelik uyguladığı Schengen ambargosunun nedenlerini ve bunun yasal olup olmadığını araştırmasını talep ediyor.

Dr. Abu Sittah’ın Almanya’ya girişine izin verilmemesinin ardından eski Yunanistan Maliye Bakanı Yanis Varufakis’e de aynı yasak uygulanmıştı. Varufakis de 12 Nisan tarihinde Berlin’deki Filistin Kongresi’ne konuşmacı olarak katılmak için Almanya’ya gelmek istemiş, fakat Alman İçişleri Bakanlığı tarafınca kendisine siyasi faaliyetlere katılım yasağı getirildiği tebliği edilmişti. Tıpkı Dr. Abu Sittah’da olduğu gibi Varufakis’in de konferansa video yolu ile çevirim içi katılımı da yasaklanmış ve yasağın gerekçesinin olası antisemitik ve İsrail karşıtı sözlerin engellenmesi olduğu belirtilmişti. Bunun üzerine kongrede yapacağı konuşmayı videoya çeken Varufakis bunu kendi web sitesinde paylaştı.

Netanyahu’ya Tutuklama Kararı Çıkarsa Almanya Ne Yapacak?

Geçtiğimiz nisan ayında gerçekleşmiş olan bu olaylar silsilesinin ve Alman makamlarının tutumunun çokça tartışıldığı bir dönem ardından gözler Uluslararası Ceza Mahkemesinin İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkındaki tutuklama emri çıkarılması talebine çevrildi. Şayet bu talep kabul edilir ve haklarında tutuklama kararı çıkarsa, Netanyahu ve Gallant’ın Roma statüsünde olan 124 ülkeden birine seyahat etmeleri durumunda tutuklanmaları ön görülüyor. Roma statüsüne taraf ülkeler arasında ABD, Rusya ve Çin yer almazken, Almanya ve diğer tüm Avrupa ülkeleri yer alıyor. Daha önce Rusya Başkanı Vladimir Putin hakkında da tutuklama kararı çıkmış ve roma statüsüne taraf olan devletlerin bu karara uyması gerektiği belirtilmişti. Dolaysıyla akıllarda şu soru canlanıyor: Netanyahu ve Savunma Bakanı hakkında çıkarılan bu karar Federal Alman Cumhuriyeti’nin tutumunu nasıl etkileyecek? Tutuklama kararı çıkarılması talebi 20 Mayıs 2024 tarihinde açıklandığından ve gelişmenin sıcaklığından dolayı Almanya’nın tutumunun nasıl etkilenebileceği kesin şekilde analiz edilemese de bazı ipuçlarına rastlanabiliyor.

Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi ve AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Josep Borrell, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) tutuklama talebi başvurusu yaptıklarını açıklamasından sonra sosyal medya platformu X üzerinden UCM’nin statüsünü kabul etmiş olan bütün devletlerin Mahkeme’nin kararını gerçekleştirmekle mükellef olduklarını açıklamıştı. Beyaz Saray sözcüsü Mike Johnson ise UCM’nin İsrail veya ABD üzerinde hiçbir otoritesinin olmadığını ve bu “kanıtsız ve gayrimeşru” kararın uluslararası camia tarafından kınanması gerektiğini beyan etmişti. Buna karşılık Almanya’nın ilk açıklaması UCM’nin bu kararına saygı duydukları yönünde olmuştu.

UCM’nin tutuklama talebi Netahyahu ve Gallant’ın yanı sıra  Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye, Hamas’ın Gazze’deki lideri Yahya Sinvar ve Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugaylarının lideri Muhammed ed-Dayf’ı da içeriyor. Almanya her ne kadar kararın çıkması durumunda gereğini yapacaklarını belirtse de, Hamas liderleri ve İsrailli yetkililer hakkında eş zamanlı olarak tutuklama emri çıkarılmasının iki taraf arasında bir eşitleme varmış gibi yanlış bir izlenim yarattığı eleştirisinde bulunmuştu.

Almanya’daki WELT gazetesinin yazarlarından Daniel-Dylan Böhmer’e göre, Almanya’nın tutuklama kararını yok saymak gibi bir hakkı yok. Böhmer, daha önce Putin için aynı karar verildiğinde kararın dikkate alınmasını ve Roma Statüsü’ne taraf tüm devletlerin karara uymasını salık veren Almanya’nın Netanyahu ile ilgili çıkacak karara da uyması gerektiğini söylüyor. Böhmer, Alman Devleti’nin tutuklama kararını yok sayabileceğini, fakat bunun Almanya’nın uluslararası düzeydeki saygınlığını yitirmesine yol açacağından dolayı mümkün olmadığını anlatıyor. UCM kararının ciddiyetine dikkati çekmek isteyen Böhmer, geçen sene Putin’in Güney Afrika’daki BRICS toplantısına hakkında çıkarılan tutuklama kararından dolayı katılamamış olmasını örnek gösteriyor.

İsrail Taraftarı Politikalar Giderek Daha Fazla Sorgulanıyor

Şu ana kadarki konuştuklarımız kısaca özetlemek gerekirse; aylardır uluslararası camiayı etkileyen ve gündem olan İsrail-Filistin çatışmasının her geçen gün daha fazla tepkiye neden olduğuna tanıklık ediyoruz. ABD, Birleşik Krallık veya Almanya gibi ülkelerde hükûmetlerin benimsediği İsrail yanlısı politikalar, devleti temsil eden polisi ve bu politikaları sorgulayan halkı sokaklarda karşı karşıya getiriyor. Bilhassa üniversitelerde yoğunlaşan protestolarda öğrenciler ve aktivistler eğitim kurumlarının Gazze’de yaşanan katliam karşısında İsrail ile tüm anlaşmalarını durdurmalarını talep ederken, İsrail devlet politikalarına dair her türlü eleştiriyi antisemitzm olarak yorumlayan okul yönetimleri ve siyasiler ise protestoculara yönelik orantısız şiddet kullanımına kadar varan polis müdahalesine yeşil ışık yakmış görünüyor.

Öte yandan İsrail karşıtı protestolarda ön saflarda yer alan Jewish Voice for Just Peace örgütünün banka hesabının bloke edilmesi, sosyal medya hesaplarındaki paylaşımları nedeniyle haklarında dava açılan aktivistler, İsrail’i eleştirmeleri nedeniyle iş sözleşmeleri iptal edilen ve ayrımcılığa uğrayan insanlar ve Filistin destekçisi isimlere getirilen ülkeye giriş yasağı gibi yasal dayanağı olmayan uygulamalar Almanya’da fikir ve ifade özgürlüğünün sadece belli bir zümre veya siyasi görüşe tanınan ayrıcalıklı bir hak olup olmadığının sorgulanmasına yol açıyor.

Abdullah Sultan Fatih Oruç

Lisans eğitimini Duisburg-Essen Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi alanında tamamlayan Abdullah Sultan Fatih Oruç, Lancaster Üniversitesi’nde Diplomasi ve Dış Politika yüksek lisans eğitimine devam etmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler