'Anatomi'

Black Lives Matter Hareketi Nedir?

Siyahilere yönelik ırkçı şiddetin mirasını taşıyan Amerika’da 2020 yılında 3 ayı aşkın süre halkın "Siyahilerin hayatı değerlidir!" sloganıyla sokaklara dökülmesini sağlayan şey neydi? Kökeni 13 Temmuz 2013'e dayanan Black Lives Matter (BLM) hareketi, protesto kültürüne ne kazandırdı? 

Londra, Birleşik Krallık| Polis şiddetine ve George Floyd’un ölümüne karşı protesto gösterisinden manzaralar. ‘’Siyah Yaşamlar Değerlidir’’ (Black Lives Matter) ve ‘’Adalet yoksa barış da yok’’ (No justice, no peace) yazılı pankartlar taşıyan göstericiler, George Floyd’un ABD’nin Minnesota eyaletinde bir polis memuru tarafından gözaltına alınırken öldürülmesini ve polis şiddetini protesto ediyor. | 9 Haziran 2020 | Fotoğraf: Shutterstock

Daha sonra toplumsal bir hareketin adına dönüşecek olan “Black Lives Matter” (Siyahilerin Hayatı Değerlidir, BLM) sloganı, 2012 yılında -Florida’daki babasını ziyaret eden- 17 yaşındaki siyahi genç Trayvon Martin’i öldüren George Michael Zimmerman’ın, 13 Temmuz 2013’te beraat etmesinin ardından sosyal medyada ortaya çıktı. Zimmerman, yaşadığı mahallenin gönüllü bekçisiydi. Olaydan sonra, Martin’in kendisine saldırdığını ve bu nedenle Martin’i meşru müdafaa sonucu vurduğunu öne sürdü. Öldürülen Martin’in üzerinde bir silah olmadığı tespit edilse de Zimmerman jüri tarafından suçlu bulunmadı. Aktivist Alicia Garza’nın beraat kararının ardından paylaştığı ”A Herstory of the #BlackLivesMatter Movement” (Tr. Black Lives Matter Hareketinin Kadın Bakış Açısıyla Yazılmış Tarihi) başlıklı yazısı ile BLM hareketinin temellerini attı. Amerikalı aktivist ve sanatçı Patrisse Cullors ve aktivist Opal Tometi ile birlikte hareket eden Garza, 2014 yılında Black Lives Matter Global Network Vakfını kurdu.

“Black Lives Matter” ifadesi, dünya çapında milyonlarca kişinin katıldığı yatay hiyerarşiye sahip ve dağınık bir toplumsal hareketi temsil ederken; “Black Lives Matter Global Network Vakfı” bu hareketin içinden çıkan, belirli bir merkezî yapıya sahip olan ve bağışlarla faaliyet gösteren bir vakıf olarak faaliyet gösterdi. BLM’in çok aktörlü, çok sesli yapısı, hem slogan olmanın hem de kendisinden ilhamla kurulan vakıfların ötesine geçti.

“Nefes Alamıyorum”: George Floyd Cinayetinden Sonraki Protesto Dalgası

Dijital temelli bir hareket olarak başlayan BLM, ilk yıllarında Ferguson, Baltimore ve New York gibi şehirlerde polis şiddetine karşı yapılan küçük çaplı sokak eylemleri ile daha tanınır hâle geldi. Özellikle 2014 yılında siyahi bir genç olan Michael Brown’ın Missouri eyaletinin Ferguson şehrinde Darren Wilson adlı bir polis memuru tarafından öldürülmesi, gösterilerin yayılmasına yol açtı (Rickford, 2016). Ancak BLM’nin küresel çapta tanınması ve ırkçılık karşıtı protesto kültüründe tarihî bir büyüklüğe ulaşması George Floyd’un öldürülmesi ile gerçekleşti.

46 yaşındaki George Floyd, 25 Mayıs 2020’de, bir market çalışanının ihbarı ile tutuklandığı sırada beyaz polis memuru Derek Chauvin tarafından öldürüldü. Olaya tanık olanların çektiği videolara göre Chauvin Floyd’un boynuna en az sekiz dakika 15 saniye boyunca bastırmıştı. Ayrıca New York Times’ın yaptığı video incelemesine göre Chauvin, Floyd bilincini kaybettikten sonra ve sağlık görevlileri olay yerine geldikten sonra tam bir dakika 20 saniye boyunca dizini kaldırmamıştı. Bu süre daha sonra tartışılsa da, Floyd’u öldürmeye yetecek kadar uzun olduğu tespit edilmiş ve Floyd’un infazının süresi olarak protestocuların da sokak eylemlerindeki sloganı hâline gelmişti.

George Floyd’un ölümünden hemen önce Chauvin’e yönelttiği “Nefes alamıyorum” (İng. “I can’t breathe”) sözleri, Amerika’da siyahilere yönelik ırkçı şiddetin ve polis cinayetlerine karşı verilen toplumsal tepkinin simgesi hâline geldi. Aynı ifade 2014 yılında polis tarafından nefesi kesilecek şekilde boynundan kavranarak etkisiz hale getirilen Eric Garner tarafından 2014 yılında 11 kere söylenmiş, #ICantBreathe etiketi, o zamanki adı Twitter olan platformda yüz binlerce hesap tarafından paylaşılmıştı.

BLM protestoları, Floyd’un ölümünden bir gün sonra emsali görülmemiş şekilde yayıldı. Treyvon Martin cinayeti gibi pek çok vakada emsali olduğu gibi hukuk sisteminin adil bir şekilde işlemeyeceği ve beyaz ayrıcalığı (İng. White privilege) nedeniyle Chauvin ve ona eşlik eden diğer polis memurlarının hak ettikleri cezayı almadan salıverilmelerinden endişe ediliyordu.

Takip eden günlerde protestolar devam ederken, yargılama süreci de hızla ilerledi. 29 Mayıs’ta Hennepin Bölge Savcısı Mike Freeman, Chauvin hakkında üçüncü derece cinayet ve ikinci derece kasıtsız adam öldürme suçlamalarını açıkladı. 3 Haziran’da ise bölge savcıları, Chauvin’in suçlamasına ikinci derece cinayeti ekledi ve onun yanındaki diğer polis memurları Thomas Lane, J.Alexander Kueng ve Tou Thao’yu da ikinci derece cinayete yardım ve yataklık etmekle suçladılar.

BLM Hareketinin Amerikan Siyasetine Yansımaları

George Floyd’un öldürülmesinin ardından başlayan BLM protestoları, New York, Los Angeles, Chicago, Atlanta, Washington D.C. ve Portland gibi büyük şehirlerde hızla yayıldı. Aynı hafta içinde ülkenin tüm 50 eyaletinde ve 2.000’den fazla şehirde eş zamanlı gösteriler düzenlendi. Bu protestolar, Amerikan tarihinde en geniş katılımlı sivil itaatsizlik hareketlerinden biri olarak kayda geçti (Buchanan et al., 2020). ABD sınırlarını aşan bu hareket, Londra, Paris, Berlin, Amsterdam, Sydney ve Toronto gibi şehirlerde de yankı buldu. Binlerce kişi, sokaklarda “Nefes alamıyorum” diyerek ırkçılığa karşı sesini yükseltti.

Protestoların öne çıkan sloganlarından biri “Polisin bütçesini kesin!” (İng. Defund the Police!) çağrısıydı. Bu talebin ardında, polis teşkilatlarına ayrılan büyük bütçelerin sosyal hizmetlere ve yerel destek programlarına aktarılması fikri yatıyordu. Halkın artan baskısı sonucunda birçok yerel yönetim, polis bütçelerini azaltma sözü verdi. Ancak bu vaatlerin büyük kısmı, birkaç yıl içinde geri adımlarla sonuçlandı; kesintiye uğrayan bütçeler tekrar artırıldı.

Yine de bazı şehirler farklı yollar izledi. Örneğin Milwaukee, polis bütçesinden kesilen payı uygun fiyatlı konut projelerine ve gençlik programlarına aktardı. Seattle ise 2020 sonrası dönemde polis bütçesinin bir kısmını “katılımcı bütçeleme” sistemine yönlendirdi. Bu yöntem, halkın şehrin bütçesinin nasıl kullanılacağı konusunda doğrudan söz sahibi olmasına imkân tanıyordu.

İz Bırakan Bir Slogan: BLM’nin Kültürel ve Küresel Etkisi

Black Lives Matter hareketi, yalnızca ortaya çıkmasına neden olan trajik olaylarla değil, geliştirdiği güçlü söylemlerle de hem popüler kültürde hem de siyasetin farklı kutuplarında etkili olmaya devam ediyor. Irkçılığa karşı verdiği mücadele, sadece sokaklardaki protestolarla sınırlı kalmadı; sanatçılar, sporcular ve kültürel figürler de harekete katılarak BLM’yi daha görünür kıldı.

Amerikan futbolunun tanınan sporcularından Colin Kaepernick’in maç öncesi diz çökerek başlattığı protesto, NBA oyuncularının “I Can’t Breathe” yazılı tişörtlerle sahaya çıkması gibi simgesel eylemler, bu dayanışmanın spor dünyasındaki yansımalarıydı. Öte yandan Hollywood’da da pek çok yapım şirketi, siyahi temsiliyet konusunda yeniden yapılanma sözü vererek BLM’nin etkisini kültürel alanda güçlendirdi.

Hareketin küresel etkisi yalnızca sloganlarla değil, sembollerle de kendini gösterdi. İngiltere’nin Bristol kentinde, köle tüccarı Edward Colston’ın heykeli protestocular tarafından yıkılıp limana atıldı. Fransa’da ise siyahi genç Adama Traoré’nin polis nezaretinde hayatını kaybetmesiyle başlayan gösteriler, ülkede BLM’nin yankısını oluşturdu. Bu örnekler, hareketin yalnızca ABD ile sınırlı kalmadığını; her ülkenin kendi tarihsel ve toplumsal bağlamında BLM söylemini nasıl sahiplendiğini de ortaya koydu.

Amerika’da Siyahilere Yönelik Irkçı Şiddetin Kısa bir Tarihi

ABD’de siyahilere yönelik şiddet, yalnızca kolluk kuvvetlerinin ırkçı tutumlarıyla sınırlı olmayan, köklü ve yapısal bir sorundur. Bu şiddetin tarihsel kökeni, Amerika’da köleliğin başlangıcı olarak kabul edilen 1619 yılına kadar uzanır. Tütün, çivit, pamuk ve pirinç gibi ürünlerin üretildiği plantasyonlarda zorla çalıştırılan Afrikalı köleler, Amerika ekonomisinin temel taşlarından biri hâline gelmişti. Araştırmalara göre, bu dönemde Avrupalı ve Amerikalı köle tüccarları yaklaşık 12,5 milyon Afrikalıyı köleleştirerek Amerika kıtasına getirdi.

Kölelik, Amerikan Devrimi’nden (1775-1783) önce bile tartışmalıydı. Ancak köleliği kaldırmak adına -örneğin- Vermont gibi bazı kuzey eyaletlerinin attığı adımlar oldukça sınırlıydı; bu yasal düzenlemeler yalnızca köleleştirilmiş kadınların doğacak çocuklarının özgürlüğünü kapsıyordu. 1808 yılında Kongre, Afrika’dan yeni köle ithalatını yasakladı. Fakat bu karar ülke içindeki köle ticaretini durdurmadı; aksine önümüzdeki 50 yıl içinde köleleştirilen insan sayısı neredeyse üç katına çıktı.

1861-1865 yılları arasındaki Amerikan İç Savaşı’nın ardından kölelik resmen kaldırıldı ve anayasa, özgür bırakılan siyahilerin vatandaşlık ve eşitlik haklarını tanıyan üç yeni maddeyle genişletildi. Bu gelişmelere rağmen, özellikle Güney eyaletlerinde siyahilerin siyasi ve toplumsal hakları hedef alınmaya devam etti. Oy kullanmalarını engellemek için “kafa vergisi”, “okuma-yazma testleri” gibi yöntemler devreye sokuldu. 1877’ye gelindiğinde ise beyaz üstünlüğünü savunan grupların şiddeti doruğa ulaştı; Ku Klux Klan (KKK) gibi örgütler siyahilere yönelik infazlar ve terör eylemleriyle öne çıktı.

1880’lerin sonlarında yürürlüğe giren ve 1965’e kadar uygulanan “Jim Crow Yasaları”, Güney eyaletlerinde ırksal ayrımı kurumsallaştırdı. Tuvaletlerden otobüs koltuklarına, kamu alanları “beyazlar” ve “siyahlar” şeklinde ayrıldı. “Ayrı ama eşit” söylemi altında sürdürülen bu sistem, siyahi Amerikalıların eğitim, sağlık ve adalet gibi temel hizmetlere erişimini uzun yıllar boyunca kısıtladı.

Kölelik Mirasının Gölgesinde Günümüz ABD’sinde Siyahilerin Karşılaştığı Problemler

1965’teki yasa değişiklikleriyle açıkça “ırk ayrımı” yapan yasalar yürürlükten kalkmış olsa da, tarih boyunca kök salmış ve topluma yerleşmiş ön yargılar, siyahi vatandaşların kriminalize edilmesini günümüzde de sürdürüyor. Bugün siyahiler, aynı suçlar için beyazlara kıyasla daha fazla polis takibine uğruyor ve sıklıkla asılsız ihbarların hedefi oluyor. Polis şiddetine daha fazla maruz kalmalarıyla birlikte, bu kriminalizasyonun sonucu olarak cezaevine girme oranları da dikkat çekici biçimde yüksek. Amerikan toplumunun yalnızca yüzde 13’ünü oluşturan siyahiler, hapishane nüfusunun yüzde 37’sini, şartlı tahliye edilenlerin ise yüzde 30’unu oluşturuyor. 2020 yılında her yüz bin kişide tutuklanan siyahi vatandaş sayısı 4.223 iken, beyaz vatandaşlarda bu oran 2.092 idi. Aşırı sağcı ve ırkçı söylemler bu durumu “siyahilerin suça daha yatkın” olduğu iddiasıyla propaganda malzemesi hâline getiriyor. Oysa yapılan araştırmalar, bu farkta ırksal profilleme ve önyargının büyük payı olduğunu gösteriyor.

Uyuşturucu bulundurma, hırsızlık, hız sınırını aşma veya polise direnme gibi suçlarda siyahiler, beyazlara kıyasla hâlâ daha fazla gözetim altına alınıyor ve daha sık tutuklanıyor. Aynı suçlar işlendiğinde beyazlar, “iyi hâl” gibi gerekçelerle sicillerini daha kolay temiz tutabiliyor. Bu çifte standart, Amerika’da hâlâ süregelen bir tartışma konusu.

Özellikle “siyahi genç erkek” profilinin otomatik olarak suçlu figürüyle özdeşleştirilmesi, haksız infazları ve yetersiz kanıtlarla verilen uzun hapis cezalarını beraberinde getiriyor. Bunun çarpıcı örneklerinden biri, 30 yıl boyunca idam mahkûmu olarak cezaevinde tutulan Anthony Ray Hinton’dır. Delil yetersizliğine rağmen suçlu bulunmuş, ancak yıllar sonra beraat ederek serbest bırakılmıştır. Bu tür vakaların, ABD’de sık rastlanan başka bir ön yargıyı -“bölünmüş siyahi aileler” ya da “babasız, rehbersiz yetişen siyahi çocuklar”- beslediği; böylece ırkçı görüşlerin yarattığı kısır döngüyü ve acı bir sosyal gerçeği pekiştirdiği tartışılıyor.

Ayrıca mahkûmların CoreCivic, GEO Group ve Management & Training Corporation gibi kâr amacı güden özel hapishanelerde ücretsiz çalıştırılması, kölelik sisteminin bu kurumlar aracılığıyla yeniden üretildiği eleştirilerine yol açıyor. Bu şirketlerin lobicilik faaliyetleriyle, toplu hapse dayalı politikaların rehabilitasyon odaklı alternatiflerin önüne geçmesi, özellikle insan hakları savunucuları tarafından sert biçimde eleştiriliyor. Bu hapishane sisteminin etkisi eyaletlere göre farklılık gösterse de, genel tablo derin bir eşitsizliğe işaret ediyor.

Sağlık sistemi de bu tarihsel yükten azade değil. Siyahi hastaların “acıya daha dayanıklı” ya da “abartılı şikâyetlerde bulunan” bireyler olarak görülmesi nedeniyle, gerektiği hâlde ağrı kesici verilmemesi gibi uygulamalar hâlâ yaşanıyor. Bu tür vakalar, siyahi Amerikalıların günümüzde dahi tarihsel insanlık suçlarının gölgesinde farklı alanlarda mücadele verdiğini gösteriyor.

Afrika’daki anayurtlarıyla bağı korkunç şiddet ve travmalarla koparılmış, zorla Amerika’ya getirilmiş siyahiler, bugün ABD toplumunun ayrılmaz bir parçası hâline gelmiş durumda. İnsan hakları mücadelelerinden mutfak kültürüne, müzikten popüler kültüre kadar pek çok alanda belirleyici etkilere sahipler. Ancak politik doğruculuğun önerdiği “Afrikalı-Amerikalı” ifadesi, bugün pek çok siyahi Amerikalı için gerçekliği yansıtmıyor. Çünkü Amerika’ya göçle gelip yerli halkı katlettikten sonra kendisini bu toprakların asıl sahibi ilan eden, ancak etnik kimliğini “Anglo-Amerikan” gibi ifadelerle tanımlamayan beyazların varlığı, bu tartışmanın merkezinde yer alıyor.

Trump Dönemi BLM Kazanımlarını Sekteye mi Uğrattı?

Black Lives Matter (BLM) hareketi birçok alanda değişim talebini gündeme taşısa da, Donald Trump’ın son üç seçim döneminde iki kez başkan seçilmesi, beyaz üstünlükçü eğilimlere sahip grupların güç kazanmasına zemin hazırladı. BLM’e tepki olarak ortaya çıkan “All Lives Matter” (Tüm Hayatlar Önemlidir) gibi söylemler ise, ırkçı şiddetin gerek gündelik hayattaki gerekse yargı ve yürütme sistemindeki etkisini görünmez kılmaya yönelik aktif bir çaba olarak değerlendiriliyor.

Trump yönetiminin ilk dönemindeki sert söylemlerin ardından, 2021’de göreve gelen Joe Biden yönetimi, George Floyd’un ismiyle anılan bir polis reform paketini Kongre gündemine taşıdı. Bu paket, boğaz sıkma yöntemlerinin yasaklanması ve federal düzeyde polis veri tabanlarının oluşturulması gibi düzenlemeler içeriyordu. Ancak tasarı, Temsilciler Meclisi’nde kabul edilmesine rağmen Senato’daki Cumhuriyetçi muhalefete takılarak yasalaşamadı.

Geçtiğimiz Mart ayında, İsrail yanlısı ve sağcı görüşleriyle bilinen siyasi yorumcu Ben Shapiro, katıldığı bir podcast programında Başkan Joe Biden’a çağrıda bulunarak, George Floyd’un katili Derek Chauvin için af çıkarmasını talep etti. Donald Trump’ın bu yönde bir yetki kullanıp kullanmayacağı bilinmese de, DEI (Çeşitlilik, Eşitlik ve Kapsayıcılık) programlarına yönelik baskılarını överek yaptığı “Artık ülkemiz ‘woke’ olmayacak” açıklaması, BLM hareketinin kazanımlarına dair atılan geri adımların artacağı yönünde endişe yaratmıştı.

Black Lives Matter Hareketinin Geleceği ve Vakfın Eşitlik Vizyonu

Black Lives Matter (BLM) hareketi, merkeziyetçi olmayan, yatay ve katılımcı bir örgütlenme modeliyle faaliyet gösteriyor. Hareketin bir uzantısı olan BLM Vakfı ise köleliğin kaldırılmasına dayalı “abolitionism” (ilga) ilkesini merkezine alarak hem eylemler yürütüyor hem de bu yöndeki girişimleri destekliyor. Vakıf, “diaspora genelinde siyahi insanların yalnızca mücadeleleriyle tanımlanmadığı, geliştiği ve neşeyi deneyimlediği bir dünya” ve “özgürlüğe ulaşmak için polis, hapishaneler ve her türlü cezalandırma sisteminin terk edildiği; bunun yerine adalet, kültür ve neşeye yatırım yapılan bir gelecek” vizyonunu benimsiyor.

Bu amaca ulaşmak için, hem sistem içinde hem de dışında faaliyet yürütmeyi öneriyor. Politika değişiklikleri için baskı oluşturmak, siyahi topluluklara yapılan yatırımları artırmak ve sanat ile kültüre dayalı bir kolektif bilinç oluşturmak temel stratejileri arasında.

2020 sonrasında, BLM Vakfı bağışların şeffaflığı konusunda kamuoyunda eleştirilse de, siyahi topluluklara yönelik projelere ve fon desteklerine devam etti. 2023 yılında başlatılan “Survival Fund” projesiyle, özellikle göçmen siyahi topluluklara temel yaşam desteği sağlandı. Vakıf, aynı zamanda polis şiddetine karşı açılan davaları destekliyor ve medya yoluyla farkındalık projelerinde aktif rol alıyor.

Hareket genel anlamda 2020’deki ivmesini kaybetmiş gibi görünse de, ırkçılığa karşı ortaya koyduğu düşünsel çerçeve ve yerel siyasi sorumluluk çağrılarıyla varlığını sürdürüyor. Göçmen hakları, polis denetimi, yerel dayanışma ve sembolik mekânların savunusu gibi birçok alanda çok yönlü bir mücadele modeli ortaya koyuyor. Örneğin, Los Angeles gibi şehirlerde, çarşamba günleri polis sendikası önünde yapılan -tek kişilik dahi olsa- yürüyüşler, bu direnişin toplumsal hafızada canlı tutulmasını amaçlıyor. Öte yandan, Washington’daki BLM Plaza’nın resmî olarak kaldırılması, hareketin kamusal görünürlüğünde sembolik bir kayıp anlamına gelse de, yerel düzeyde protestoların sürdüğünü gösteriyor.

Kamuoyu desteği azalmış gibi görünse de, reform talepleri ve yerel koalisyonlarla hareketin iç dinamikleri canlı tutuluyor. Özellikle gençler -ve genç erkekler- arasında muhafazakâr sağın güç kazanması göz önüne alındığında, BLM hareketinin Amerikan siyasi gündemindeki yeri uzun süre tartışılmaya devam edecek gibi görünüyor.

Dipnot

* Woke ifadesi, Amerika’da toplumsal konulara ve sosyal adalete duyarlı, gerçeklerin farkında olan kişi anlamında kullanılan bir tabirdir. Ancak son yıllarda, sağcı-muhafazakar çizgideki politikacı, yorumcu ve içerik üreticilerinin pejoratif bir anlamda kullanması ile ton değiştirmiş bir tanımlamadır.

Kaynaklar

  • Baptist, E. E. (2014). The half has never been told: Slavery and the making of American capitalism. Basic Books.
  • Garza, A. (2014, October 7). A herstory of the #BlackLivesMatter movement. The Feminist Wire. https://thefeministwire.com/2014/10/blacklivesmatter-2/
  • Rickford, R. (2016). Black Lives Matter: Toward a modern practice of mass struggle. New Labor Forum, 25(1), 34–42. https://doi.org/10.1177/1095796015620171
  • Welch, K. (2007). Black criminal stereotypes and racial profiling. Journal of contemporary criminal justice23(3), 276-288.

Perspektif’le Avrupa gündemini günlük takip etmek ister misiniz? Perspektif bültenine kaydolun, Avrupa'daki gelişmeler e-posta kutunuza gelsin.

 

Esma Güney Aksoy

Lisans ve yüksek lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde tamamlayan Güney Aksoy, Çukurova Üniversitesi Arkeoloji bölümünde ikinci lisans eğitimine devam etmektedir. Ağırlıklı olarak duygulanım sosyolojisi, medya ve hukuk antropolojisi alanları ile ilgilenen yazar, aynı zamanda Fidiro Kahvesi ve Talking Anthropology podcastlerinin yapımcı ve sunucularından biridir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler