Apartheid Nedir?
Uluslararası Adalet Divanı'nın Temmuz ayında açıkladığı kararında "apartheid" kavramı kullanıldı. Peki son dönemlerde Filistin-İsrail meselesi çerçevesinde sıkça kullanılan "apartheid" kavramı ne anlama gelmektedir?
Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) İsrail’in işgal edilmiş Filistin topraklarındaki hukuki statüsü ile ilgili danışma görüşünü açıklaması üzerine “apartheid” kavramı yeniden gündeme geldi. Mahkemenin kararında doğrudan apartheid ifadesi olmasa da Mahkeme Başkanı Navaf Salam’ın karara eklediği bireysel görüşünde İsrail’in “apartheid rejim” uyguladığını ifade etmesin sembolik açıdan da olsa önemli bir gelişme. Böylece ilk defa uluslararası bir mahkemenin sonuç metninde İsrail’in Filistinlilere karşı bir apartheid rejim uygulandığı dile getirilmiş oldu. Peki “apartheid” kavramı tam olarak ne anlama geliyor?
Uluslararası Hukukta Apartheid
Apartheid, kamusal uluslararası hukukun ve uluslararası olarak korunan insan haklarının ağır ihlali, aynı zamanda da uluslararası ceza hukuku uyarınca insanlığa karşı işlenen bir suçtur. Üç ana uluslararası sözleşme apartheid’i açıkça yasaklar ve suç sayar: Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme (ICERD), Apartheid Suçunun Bastırılması ve Cezalandırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme (Apartheid Sözleşmesi) ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Roma Statüsü (Roma Statüsü).
Bu sözleşmelere göre apartheid, ırklaştırılmış bir grubun siyasi ve medeni haklardan mahrum bırakıldığı yasallaştırılmış bir ırk ayrımcılığı sisteminin uygulanması ve sürdürülmesi anlamına gelir. Bu baskı ve egemenlik rejimi, bir ırk grubunun diğerinin üyelerine, ikinci ırk grubunu kontrol etme niyetiyle sistematik, uzun süreli ve acımasız ayrımcı muamelesi olarak en iyi şekilde anlaşılabilir.
Apartheid Kavramının Tarihi: Güney Afrika Örneği
Britannica Ansiklopedisine göre apartheid, 20. yüzyılda Güney Afrika’daki beyaz azınlık ile beyaz olmayan çoğunluk arasındaki ilişkileri yöneten politikanın adıdır. Özel olarak Güney Afrika’daki 1948-1994 arasındaki Ulusal Parti hükûmeti tarafından devlet eliyle uygulanmış baskı, haklardan yoksunluk ve şiddet içeren ve bu doğrultuda yasalar çıkartarak ırksal ayrımcılığı meşrulaştıran rejimi anlatmak için kullanılan “apartheid” kelimesi, köken olarak Afrikaan dilinde “ayrımcılık” anlamına gelmektedir. Irk ayrımcılığı uzun zamandır orada uygulanıyor olsa da apartheid ifadesi ilk olarak 1940’lı yılların sonunda beyaz azınlık hükümeti tarafından benimsenen ırk ayrımcılığı politikalarını tanımlamak için kullanılmıştır.
Apartheid rejimi, tamamı beyazlardan oluşan Afrikaner bir hükümet tarafından tüm Afrikalı, Renkli ve Asyalılara (beyaz olmayan herkese) karşı baskı ve zorbalık ile ırkçı ve ayrımcı şiddet formları uygulayan, renk çizgisi boyunca hiyerarşik bir yapı öngören, Güney Afrika devletinin meşru bir araç olarak kullanıldığı bir sistemdir. Bu sistemin dayanağı dört temel unsurdur. İlk olarak, Güney Afrika’nın nüfusu her biri kendi kültürüne sahip 4 ırksal gruptan (beyaz, renkli, Hintli ve Afrikalı) oluştuğu kabülüdür. İkincisi, sözde “modernleşmiş bir ırk” olarak beyazların, devletin tamamında mutlak kontrol hakkına sahip olmalarıdır. Üçüncüsü, beyazların çıkarlarının tüm diğerlerinin çıkarlarından kesin bir biçimde üstün kabul edilmesi ve devletin sözde “alt ırklara” eşit imkânlar tanımak zorunda olmamasıdır. Dördüncüsü ise, beyaz ırkın (Afrikanerler ve İngilizce konuşan bileşenler ile birlikte) tek bir grup olarak, Afrikalıların ise birkaç ayrı gruba ait olarak değerlendirilmesi ve böylece beyazların ülkenin en kalabalık grubu haline getirilmiş olmasıdır.
Bu ayrımcılık politikasının her şeyden önce, siyahlar ve beyazlar arasındaki herhangi bir teması yasaklamayı amaçlayan bir dizi yasa aracılığıyla uygulamaya konulan, kamusal alanı doğrudan ikiye ayıran mekansal bir yönü vardı. Somut örnekler vermek gerekirse devlet daireleri siyah ve beyazlar için ayrılmıştı, bir siyahla beyazın aynı bankta oturmaları dahi yasaktı. Bir dizi zorunlu yer değiştirme veya şehirde ikamet yasağı yoluyla yetkililer, siyahlara beyazlarınkinden ayrı belirli ikamet alanları empoze ediyordu. Siyahlar ülkenin belli bölgelerinde yaşamak mecburiyetindeydiler ve ekonomik olarak neredeyse açlıkla sınanacak halde yaşıyorlardı. Ayrıca ırklar arası evlilik de yasaktı. Bu politika aynı zamanda, olası bir siyah kurtuluş hareketini öldürmek için siyahları farklı “etnik kökenlere” göre gruplandırmaya çalışarak “siyah” alanları bölmeyi de amaçlıyordu.
Apartheid rejimi altında ülkede bulunan beyaz azınlık siyasete, iş dünyasına, toprak mülkiyetine ve sivil yaşamın tüm yönlerine hakimdi. Karma evliliklerin yasaklanması veya halka açık yerlerde uygulanan yasal ayrımcılık aslında ırk temelli bir sömürü düzeninin kurumsallaşması için uygulanıyordu. 1990’ların başındaki olaylar, yasalaştırılmış apartheid rejiminin sonunu getirdi, ancak sosyal ve ekonomik etkileri hala son bulmuş değil.
Filistin Meselesi Bağlamında Apartheid Kavramının Kullanımı
Uluslararası Af Örgütünün (Amnesty International) Şubat 2022’de yayımladığı ve İsrail’in Filistinlilere karşı kurumsal ve sistematik “apartheid” rejimi uyguladığını öne süren raporun ardından bu tanım, uluslararası kamuoyunda İsrail-Filistin meselesi için daha yaygın kullanılır hâle gelmiştir.
Uluslararası Af Örgütü’nün dış uzmanlara danışarak gerçekleştirdiği kapsamlı araştırma ve hukuki inceleme sonucunda İsrail’in yasalar ve politikalar aracılığıyla Filistinlilere karşı bir apartheid sistemi uyguladığını tespit etmiştir.
Uluslararası Af Örgütü’nin 2022 yılında yayınladığı rapor, İsrail’e nazaran İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda daha sık ve daha şiddetli bir biçimde meydana gelseler de İsrail’in kontrol ettiği tüm bölgelerde, Apartheid Sözleşmesi ve Roma Statüsü’nce yasaklanan fiiller gerçekleştirdiğini belgeliyor. İsrail yetkilileri Filistinlileri temel hak ve özgürlüklerinden kasten yoksun bırakmak için İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda aşırı sert dolaşım kısıtlamaları uygulamayı, İsrail devletinin, İsrail’de yaşayan Filistinli topluluklara devamlı olarak ayrımcı nitelikte yetersiz yatırımlar yapmayı ve mültecilerin geri dönüş hakkını engellemeyi kapsayan çok çeşitli uygulamalarla bu rejimi yürüttüğünü iddia ediyor.. Rapor ayrıca hem İsrail’de hem de İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda zorla yerinden etme, idari gözaltı, işkence ve hukuka aykırı öldürmeler olduğuna dair belgeleri de sunuyor.
Uluslararası Af Örgütü bu fiillerin Filistin halkına yönelik sistematik ve yaygın saldırıların bir parçası olduğunu ve bir baskı ve tahakküm sistemini sürekli kılma kastıyla işlendiğini tespitinde bulunurken bu durumun insanlığa karşı işlenen apartheid suçunu teşkil ettiğini savunuyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) de benzer bir şekilde 2021 yılında yayınlanan bir araştırmasında İsrail ve Filistin topraklarında, bir grubu diğerine tercih eden kurumsal ayrımcılık yapıları bulunduğunu ve bölgede apartheid suçunun işlendiğini tespit ettiğini açıklamıştı. Bu araştırma kapsamında örgüt, İsrailli yetkililerin Yahudi İsraillileri metodik olarak ayrıcalıklı kıldığına ve Filistinlilere karşı ayrımcılık yaptığına dikkat çekmişti.
2023 yılı Haziran ayında da BM Filistin Özel Raportörü Francesca Albanese, hazırladığı raporda İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarını “açık hava hapishanesine” dönüştürdüğünü, bunu “apartheid rejimi” dışında tanımlamanın başka yolu olmadığını dile getirmişti.
Filistin Otoritesi’nin Uluslararası Arenadaki Apartheid Vurgusu
7 Ekim 2023’te Hamas’ın terör saldırılarıyla başlayan ve karşılığında İsrail’in “soykırım” iddiası ile Uluslararası Adalet Divanında yargılanmasına sebep olabilecek şekilde sürdürdüğü saldırılarının oluşturduğu şiddet sarmalının öncesinde dahi Filistin-İsrail sorununa çözümsüzlüğün hakim olması ve müzmin bir çatışma halinin sürmesinden dolayı -uluslararası arenada Filistin halkının tek meşru temsilcisi kabul edilen- Filistin Otoritesi (FO) ve el-Fetih yapılanması, uluslararası hukuk kavramlarına dayanan yeni bir söylem inşaa etme süreci içinde olmuştur. Bu strateji, Filistin devletinin inşaa süreci devam ettirilirken uluslararası hukuk kapsamında da Filistin’in devlet olarak tanınmasına ve uluslararası meşruluğunun arttırılmasına dayanmaktadır.
İsrail, uluslararası hukuku çiğnediği eleştirilerini alırken Ramallah yönetimi, uluslararası hukukun kavramlarını öne çıkardığı bir hukuk mücadelesi yürütmektedir. Bu çerçevede Filistin Otoritesi yönetiminin Filistin-İsrail sorununa yaklaşımında, sorunu nitelendirme şeklinde, İsrail’e uluslararası baskı uygulanmasını sağlamak istediği alanlarda özellikle 2020’li yıllardan itibaren apartheid kavramını vurguladığı görülmektedir.Filistin yönetimi, İsrail’in işgal rejiminin apartheid niteliğine sahip olduğunu uluslarası toplum önünde dile getirerek İsrail’in ‘uluslararası suç’ işlediğini savunmaktadır. Özellikle de işgal edilmiş Filistin Topraklarındaki Yahudi yerleşimciler meselesi İsrail’in apartheid uyguladığı tezinin en büyük dayanağını oluşturmaktadır.
Uluslarası Adalet Divanının İsrailin Filistin topraklarındaki işgaline yönelik danışma görüşü vermesi için Şubat ayında gerçekleştirilen oturumlarda Filistin Dışişleri Bakanı Riyad El-Maliki‘nin, halkının İsrail işgali altında “sömürgecilik ve apartheid” yaşadığını vurgulaması da bu çerçevede değerlendirilebilir. Bu oturumlardan altı ay sonra açıklanan mahkeme görüşünde de İsrail’in Filistinlilere yönelik ayrımcı ve ırkçı politikalarının, apartheid yasağını da içeren Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin (CERD) 3. maddesine aykırı olduğu ifade edilmişti. Mahkeme Başkanı Yargıç Salam’ın karara eklediği bireysel görüşünde, UAD tarihinde ilk defa, işgal altındaki topraklarla ilgili olarak Doğu Kudüs’te Filistinlilere yönelik ayrımcı muamelenin apartheid yasağını da içeren CERD maddesinin ihlali manasına geldiği böylece açıklanmış oldu.