Kurumsal İşleyişi Bozan Trump, Tek Adam Yönetimi Kurabilir mi?
Anayasal yetkilerinin sınırlarını zorlayan Trump, suçla mücadele bahanesiyle FBI ve orduyu sahaya sürüyor; oysa veriler suç oranlarının düştüğünü gösteriyor. İşlevsiz hâle getirdiği devlet kurumları, hâlâ ayakta görünüyor olabilir ama içleri çoktan boşaltılmış ve siyasallaştırılmış durumdalar.

“İmparatorluk… doğuşunu sağlayan özgün yönetim yapılarını zamanla aşındırarak ortadan kaldırdı ve böylece tek adam yönetimine giden yolu açtı.” [1]
Amerika Birleşik Devletleri, saldırgan dış politika söylemlerine ve zaman zaman giriştiği yırtıcı savaşlara rağmen, bir imparatorluk gücü olma konusunda her zaman çelişkili bir tavır sergiledi. 1930’lara kadar Amerikalıların büyük çoğunluğu dünya meselelerine karışmak istemiyor, “imparatorluk” kavramını ise İngilizleri küçümsemek için kullanıyordu. Japonya’nın Pearl Harbor’a saldırmasına kadar, iç kamuoyundaki baskılar Başkan Franklin Delano Roosevelt’i (FDR), Nazi Almanyasına karşı Britanya’ya yardım ederken çeşitli dolambaçlı yollar izlemeye mecbur bıraktı.
ABD’nin küresel liderliğinin ne anlama geldiğini gerçekten kavrayabilen siyasetçiler, muhtemelen yalnızca İkinci Dünya Savaşı kuşağıydı. Dwight Eisenhower’ın başkanlığından (1953-1961) bu yana ise manzara yavaş fakat sürekli bir gerilemeye işaret ediyor. Ekonomik üretkenlik ve askerî güç, Amerika’nın küresel hâkimiyetini uzun süre ayakta tutsa da liderlik kapasitesindeki aşınma onlarca yıldır açıkça görülüyor.
Buna paralel olarak, ABD’nin dünyanın başlıca ekonomik, askeri ve siyasi gücü olmasından kaynaklanan iktidar ve servet, Amerikan toplumu ve siyasal sistemi üzerinde bozucu etkiler yaratmaya başladı. 1980’lerdeki “Reagan Devrimi,” toplumsal servetin yeniden dağıtımını sağlayan FDR’nin “New Deal” dönemini sona erdirdi. Böylece seçimler, giderek paranın ve imaj manipülasyonunun belirlediği yarışlara dönüştü.
Trump 1.0
2017’nin başlarında yazdığım bir yazıda, Donald Trump’ın başkanlığının ne kadar sorunlu geçerse geçsin, kısa vadede ABD’nin ekonomik ve siyasi sisteminin çöküşüne yol açmayacağını belirtmiştim.
Trump’ın ilk döneminde ülke, “artan kayırmacılık ve nepotizm ile birlikte, kötü hazırlanmış iç ve dış politikaların dört yılına” sahne oldu. Buna rağmen Amerikan siyasi sistemi bu süreci atlatmayı başardı, hatta Joe Biden yönetimi, Trump döneminde başlatılan birçok politikayı devam ettirdi. Federal kurumlar arasında en büyük darbeyi, bütçesi kısılıp adeta işlevsiz bırakılan Dışişleri Bakanlığı aldı. Ancak bu kurumun etkinliği, zaten son 60 yıl içinde önemli ölçüde gerilemişti.
Trump 2.0
Trump ikinci kez göreve geldiğinde, federal kurumlara adeta Arnold Schwarzenegger’in “Terminatör” filminde karakola dönüşü gibi geri döndü. Hemen her hafta, başkanlık yetkilerinin geleneksel ve yasal sınırlarını zorladığı ya da doğrudan yok saydığı pek çok örnek ortaya çıktı. Bu adımların bir kısmı mahkeme kararlarıyla engellense ya da ertelense de, yine de yeni emsaller oluşmaya devam ediyor.
Trump ve destekçileri, başkanlık yetkilerini neredeyse sınırsız görüyor. Oysa bu, Amerika’nın anayasal düzenini inşa edenlerin tasarladığı bir şey değildi. Aslında “denge ve denetim” ilkesi, her bir devlet organının belli yetkilere sahip olmasını ama aynı zamanda diğer organların yetkileriyle sınırlandırılmasını ifade eder. Yürütmenin yetkileri de özellikle bir kral ya da imparatorun ortaya çıkmasını önlemek için sınırlı tutulmuştu.
Öte yandan, “İmparator Başkan” tartışması ABD siyasetinde yeni değil. Arthur Schlesinger’in aynı başlıkla yazdığı 1973 tarihli çalışmadan beri, başkanın yetkileri sürekli genişledi ve bu genişlemeyi durdurmaya yönelik girişimler pek sonuç vermedi.
Örneğin, Amerikan Kongresi uzun süredir başkanların anayasanın tanımladığı öngördüğü savaş ilanı yetkisini aşmasına göz yumdu. ABD’nin en son resmî savaş ilanı 1942’de yapıldı. O tarihten sonra Kongre, bu hayati kendi uhdesinde tutmak yerine, başkanlara yurt dışında askerî güç kullanma yetkisi veren kararlar aldı. Kore ve Vietnam savaşları sırasında yaşanan tartışmaların ardından ise 1973’te Savaş Yetkileri Kararı’nı çıkardı. Ancak bu yasa, aslında başkanın Kongre’den onay almadan silahlı kuvvetleri hangi şartlarda kullanabileceğini çerçeveledi. Nitekim Kongre, bugüne kadar hiçbir başkanı bu yasayı ihlal etmekle suçlamadı. Bu tabloya bakıldığında, ordunun içeride de kullanılabileceğini düşünecek bir başkanın ortaya çıkması yalnızca bir zaman meselesiydi. Zira Anayasa’nın verdiği “Başkomutan” sıfatı, zaten başkana silahlı kuvvetler üzerinde geniş yetkiler tanıyordu.
Amerika’da Trump’ın Çökerttiği Federal Düzen ve Kurumsal İşleyiş
Önümüzdeki yıllarda ABD’nin yönetim yapılarında neler olacağını kestirmek şu an için mümkün değil. Trump şimdiden bir federal kurumu (Eğitim Bakanlığı) ortadan kaldırdı, Dışişleri Bakanlığını etkisizleştirdi ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansını (USAID) dağıttı. Bununla da kalmayıp Adalet Bakanlığı, Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Ajansı, istihbarat teşkilatları, Federal Soruşturma Bürosu (FBI), Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) ve Merkez Bankası gibi birçok kurumu benzeri görülmemiş ölçüde siyasallaştırdı. Bütün bu hamleler, Trump’ın danışmanlarının “üniter yürütme” diye tanımladığı anlayışı hayata geçirmeye yönelik.
Amerikan kamuoyu, Trump’ın politikalarından yeterince rahatsız olup onu 2026 Kasım ara seçimlerinde cezalandıracak mı? Anketler şimdilik Trump’ın desteğinde düşüş olduğunu gösteriyor. Bu nedenle Trump, seçmen tabanını sağlamlaştıracağını düşündüğü başlıkları öne çıkarıyor. Örneğin, suçla mücadele bahanesiyle Ulusal Muhafızları ve Deniz Piyadelerini Los Angeles’a, FBI’ı ise başkent Washington’a göndermesi bunun bir örneği. Oysa pandemi sonrasında ülke genelinde suç oranları düşüyor. Dolayısıyla bu adımlar, seçmenlerine yönelik siyasi birer gösteriden ibaret.
Trump aslında açık bir siyasi maliyet-fayda hesabı yapıyor: Politikaları Cumhuriyetçi Parti içinde sorun yaratıyor. Bunun karşılığında ise seçmenlerinin önem verdiği meseleleri gündeme taşıyarak kamuoyunda gürültü koparmaya ve yoğun medya ilgisi oluşturmaya çalışıyor. Özellikle de önde gelen Demokratların ya da azınlık kökenli Demokratların yönettiği eyalet ve şehirleri hedef alıyor.
Denge Sisteminin Yerini Tek Adam Yönetimi mi Alıyor?
Cumhuriyetçiler, bazı eyaletlerdeki yeni seçim düzenlemelerine rağmen gelecek yıl ağır kayıplar yaşarsa Trump tutumunu değiştirir mi? Ya da Demokratlar 2028’de Beyaz Saray’ı geri kazanırsa, ABD kurumlarının gücü ve itibarı yeniden inşa edilebilir mi?
Bu iki soruya da olumlu yanıt vermek zor görünüyor. Trump, içgüdülerine karşı çıkan bir muhalefetle ya da ön yargılarını boşa çıkaran kanıtlarla karşılaştığında genellikle öfkeyle tepki veriyor ve daha da sertleşiyor. Normalde bu eğilimleri frenlemesi beklenen kurumlar, yani Kongre ve Yüksek Mahkeme, Trump’ın yaptıklarının neredeyse tamamına onay verdi. Üstelik Trump, aleyhine karar veren mahkemelere doğrudan saldırıyor. Federal kurumların işlevselliğine ve güvenilirliğine verilen zarar şimdiden ciddi boyutlara ulaşmış durumda ve Trump’ın görev süresinin bitmesine hala üç yıl var.
Sonuç olarak Trump, geçmişte farklı federal kurumlara dağılmış olan yetkileri kendi elinde topluyor; bu kurumlar ise siyasallaştırılıyor ve çoğu durumda işlevsiz hâle geliyor. Tarihçilere göre bu manzara yabancı değil. Octavian (daha sonra Augustus Caesar) “princeps” (birinci) unvanını üstlendiğinde, Roma’daki cumhuriyet kurumlarını büyük ölçüde korudu, çünkü tek adam yönetiminin temelleri zaten önceki yarım yüzyılda atılmıştı[2]. Benzer şekilde Cosimo de’ Medici 1434’te Floransa’ya döndüğünde fiilî iktidarı ele aldı, sistem görünüşte işlemeye devam etti ama muhaliflerin görev alması ve kritik kararlarda söz sahibi olması engellendi[3].
Roma ve Floransa’daki cumhuriyet kurumları modern anlamda tam demokratik olmasa da, toplumu yönetmek ve siyasi sorunları çözmek için sınırlı demokratik mekanizmalara sahipti. Ancak güç ve servetin yarattığı çatışmalar, sonunda bu düzenleri tek adam yönetimine teslim etti.
Aynı akıbet Amerika Birleşik Devletleri’nin de başına gelir mi?
Dipnot
[1] Mary Beard, “Emperor of Rome,” p. 32.
[2] Mary Beard, “Emperor of Rome,” pp. 32-37.
[3] Christopher Hibbert, “The Rise and Fall of the House of Medici,” pp. 58-63.
*Bu yazı Anadolu Ajansı’nın analiz metni olarak yayımlanmıştır. Makalelerdeki fikirler, yazarına aittir ve Perspektif’in editöryal politikasını yansıtmayabilir.