'ABD'

İçeriye Umut, Dışarıya Korku: ABD’yi Değiştiren Franklin Roosevelt Kimdir?

Bacaklarına söz geçiremiyordu ama Büyük Buhran’la sarsılmış bir ülkenin çehresini değiştirdi. Franklin D. Roosevelt’in çocuk felciyle başlayan dönüşümü, refah politikalarıyla taçlandı ve atom bombasıyla gölgelendi. Ölümünün 80. yılında Roosevelt’in dev ve karmaşık mirasına yakından bakalım.

Franklin D. Roosevelt'in Washington'daki Roosevelt Anıt Merkezi'ndeki oturur pozisyondaki heykeli. ©Shutterstock.com

32. ABD Başkanı Franklin Delano Roosevelt’in (FDR) hayatında en önemli gün Beyaz Saray’a ilk girdiği gün ya da İkinci Dünya Savaşı’na katılma kararı aldığı gün değildi. Roosevelt’in hayatını geri dönülemez bir şekilde değiştiren ve vücudunun alt yarısını felçli durumda bırakacak hastalığa yakalandığı günle başlayan orta yaş krizi, Roosevelt’i tarihe mal olmuş bir şahsiyete çevirecek bir pencere açtı.

Ölümünün 80. yıl dönümünde ülkesine ve küresel tarihe imzasını bırakmış bu liderin hayatını ele almadan önce bir şeyi açıklığa kavuşturalım: Franklin D. Roosevelt her zaman Amerikan kapitalizmini kendi kendini canlı canlı yemekten kurtaran ya da hem Manhattan Projesi’ne hem de Japon-Amerikan vatandaşlarının kamplara kapatılmasına aynı anda yeşil ışık yakan adam değildi. Hayır, tam aksine Roosevelt, hayatının büyük bölümünde politikacı rolü oynamaya çalışan aileden zengin bir adamdı. Paranın içinde doğmuş, onaylanma bağımlısı, iyi görünümlü ama dürüst olmak gerekirse uzaktan kuzeni olan ABD Başkanı Theodore (Teddy) Roosevelt’i (1901-1909) taklitle hayata atılmış “hafif siklet” bir siyasetçiydi.

Roosevelt bir gün yetişkinlerin bağışıklık kazanmış olması gereken bir hastalığa yakalandı ve çocuk felci geçirdi. Hastalık hayatını ani bir fırtına gibi yerle bir etmiş, bacaklarını kullanamaz hâle getirmiş ve onu kendisi için çizdiği yörüngeden çıkarmıştı: Çocuk felci sadece vücudunu felç etmekle kalmadı, hayata bakış tarzını da parçaladı ve kendisini sıfırdan inşa etmesine neden oldu. Ve bir şekilde acı, utanç ve 1921’de hastalığa yakalandığı tatil beldesi Campobello Adası açıklarındaki durgun su sayesinde Franklin D. Roosevelt hatırlanmaya değer biri hâline geldi.

Bu yazı, başkan Roosevelt’in büyüklüğü hakkında bir hikâye değil. Franklin D. Roosevelt’i oluşturan şartları konu alan bu yazı, başkanın yedi yıllık siyasi sürgünü, çektiği bedensel ıstırap ve zihinsel yeniden keşif süreci hakkında: Çökmekte olan ABD ekonomisine bakıp “Korkunun kendisinden başka korkacak bir şeyimiz yok.” diyen Franklin D. Roosevelt’e dönüşmenin yavaş, acımasız ve son derece insani süreciyle ilgili.

Ama önce, filmi geri saralım. Pearl Harbor’a ya da başkanın “Yeni Düzen” adlı sosyal reformlarına değil, Roosevelt’in doğduğu 1882 yılına, yani en başa dönelim.

Roosevelt Varlık İçine Doğdu ve Memnun Etmek için Büyüdü

New York taşrasındaki malikanelerde yaldızlı süslemelerin arasında yaşayan aristokrat aileleri hayal edin. Hyde Park’taki Hollanda kökenli Roosevelt’lerin parası, görgüsü ve işçi sınıfını kol mesafesinde tutarken kendilerini iyi hissetmelerine yetecek kadar asaletleri vardı. Franklin, iyice cilalanmış gümüş eşyalar ve mükemmel prova edilmiş gülümsemeler dünyasına doğdu. Bir numaralı kuralları neydi? İnsanların hoşnut olacağı biri olmak. Her zaman! Ve Franklin çocukluğunda bile istenilen bu adabı benimsemişti.

Küçük Franklin, ailesinin göz bebeğiydi. Mesleği aile servetini yönetmek olan ve fakirlik olgusu konusunda Protestan bir görev anlayışıyla yardım faaliyetleriyle meşgul olan müşfik bir baba ve babanın yarı yaşındaki -evlendikten sonra bile oğlunun evinin düzenini tasarlamakta ısrar edecek kadar kontrolcü- sosyetik bir anne tarafından yetiştirildi. Franklin, akranı çocuklarla temasının çok sınırlı olduğu bu malikanede, kendinden büyük insanlarla iyi geçinmenin geçer akçe olduğunu erken yaşta öğrendi. Eve gelenleri okumakta ve büyük konağın her odasında tam olarak neye ihtiyaç duyulduğunu anlamakta ustalaştı. Bu yetenek ona politikada çok iyi hizmet edecekti; ve acısını saklamada..

Şimdi, yanlış anlaşılmasın: genç Franklin Makyavelist manada bir kurt ya da deha değildi. Daha çok üst sınıf bir labrador ya da golden cinsi köpek gibiydi: Hevesli, sevilmeye istekli, kuyruğunu her zaman sallayan. Üniversite yıllarında ABD Başkanı ve karizmatik kuzeni olan Teddy Roosevelt’i daha büyük bir egosu olan bir idol olarak görecekti. Franklin onun kariyer basamaklarını neredeyse harfiyen kopyaladı: New York Eyalet Senatosu, Donanma Bakanı Yardımcılığı, New York Valiliği ve ABD Başkanlığı. Tek sorun neydi? Küba’da süvari olarak harp etmiş Teddy’nin savaş hikâyelerine ve cesur kahramanlık anılarına FDR sahip değildi. Onun bavulunda sadece akşam yemeği partileri ve sohbet erbabı olmak vardı.

Fakat Cumhuriyetçi Partili kuzenin aksine Demokrat Parti saflarında siyasete atılan bu ortalama genç siyasetçinin bir avantajı vardı: Medyanın ilgisi. Basın, sanki geleceğe yatırım yaparcasına, kuzenini taklit etmeyi deneyen bu genç siyasetçiye -çok da gerek yokken- ışık tutuyordu. Bu dönemde kuzeninin “Bully!” (Tr. Harika!) gibi kendine özgü sloganlarını bile taklide girişen ve doygun bir CV’si olmayan Franklin, Roosevelt adının ödünç verdiği itibar sayesinde, siyasette tanınırlık kazanıyordu.

Birinci Dünya Savaşı başladığında Roosevelt, Washington’daki Donanma Bakanlığı binasındaki rahat masasından savaşın gidişatını izliyordu. Bürokrasiyi nasıl yöneteceğini öğrenmiş olsa da, krizlere ve bunları yönetmeye dair tecrübesi yoktu. Sıradan insanların çektiği acıları ve gündelik hayatlarında maruz kaldıkları zorlukları tanımıyordu. Bu konuları daha sonra öğrenecekti ve bunun için ağır bir kişisel bedel ödeyecekti.

Evliliklerinin ilk yıllarındaki genç Eleanor ve Franklin çifti.

39 Yaşında Yürüyemez Hâle Gelmenin Getirdiği Zorunlu Yenilenme

1921 yazında eşi -Teddy’in yeğeni ve yine uzaktan kuzeni olan- Eleanor ve çocuklarıyla gideceği tatilin, rutin ve sıradan bir tatil olması gerekiyordu. İnce, uzun görünümlü ve keskin yüz hatları olan FDR 39 yaşında, zengin erkeklerin kendilerini fit sandıkları kadar sağlıklı ve sportif bir insandı. Ailesiyle birlikte çok sevdikleri Campobello Adası’nda inzivaya çekilmiş, geleceğin başkanlarının en iyi yaptığı şeyi yapmaktaydı: Tamamen kendi konfor alanı içinde kalarak kendini üretken hissetmek. Buradayken bir gün, küçük bir orman yangınını söndürdükten sonra yatağa girdi ve bir daha kalkamadı. Ateş, ağrı ve felç.. Önce bacaklarda, sonra bedeninin her yerinde. İlk başta pıhtı olduğu düşünüldü. Adadaki bir doktor bacaklarına masaj uygulasa da bu tıbbi açıdan işleri daha da kötüleştiren bir işlemdi. Anakaradan işinin ehli doktorlar geldiğinde konulan teşhis ise şok ediciydi: Çocuk felci (polio).

Bu yıllarda zengin insanlar açısından şöyle bir durum söz konusuydu: Çocuk felcine yakalanmamaları gerekiyordu çünkü bu “fakir çocuk hastalığıydı”. Bu hastalığa yazlık bir evde değil, New York’un varoşlarında yakalanılırdı. Ama virüsler sosyal sınıfı umursamadı ve Roosevelt malikanesinde izole şekilde büyümenin dezavantajı nedeniyle güçlü bir bağışıklık geliştirememiş olan FDR’ye musallat oldu.

Roosevelt’in vücudu çöktü. Mesanesi iflas etti. Bunlarla birlikte gururu da yıkıldı. Bir zamanlar her akşam yemeği davetinde şakalar yapan bu yüksek özgüven ve yetki figürü artık çığlık atmadan oturamıyordu. Yürüyemiyordu. Emekleyemiyordu bile. Elinde kalan tek şey gülümsemesiydi. Doğal olarak onu silah olarak kullandı. Çocukları odaya girdiğinde Franklin sırıtıyordu. İyi olduğu için değil, tek yapabildiği şey bu olduğu için: Her zaman performans sergile; her zaman güven ver; her zaman acı kontrol altındaymış gibi davran. Fakat gerçek şuydu ki, FDR acısını henüz kontrol edemiyordu.

Sürgün Dönemi: Kendisiyle Baş Başa Yedi Yıl

“Tüm devlet adamlarına bir ya da iki yıl yatakta kalmak reçetesi verilmeli.”

Louis Howe, Roosevelt’in siyasi danışmanı, dostu ve gazeteci.

Çocuk felci FDR’den sadece bacaklarını çalmadı. Kariyer planlarını da çaldı. FDR hayatında ilk kez hareket etmeyi bırakmak zorunda kaldı. Ve siz eğer hayat öyküsünü lineer bir büyüme planı gibi algılamış ve tamamen ileriye doğru ivme üzerine kurmuş bir adamsanız, durmak ıstırap vericidir. Ama işin ilginç yanı, zorunlu olsa da durmak onun başına gelen en iyi şeydi.

Yıllarını yatalak olarak geçirdi. Bu onu siyasetten, egosundan, Franklin D. Roosevelt olma performansından da kurtardı. Ve bu yıllarda, nadir görülen bir şey oldu. Bir şeyleri yapmaya girişmeden önce dinlemeye ve okumaya başladı ve buna ciddi anlamda vakit ayırdı. Dışarıdan bakmak zorunda kaldığı yasama sürecini çalıştı. Ve en önemlisi de performans kaygısıyla acele hareket ettiği önceki yıllarından farklı olarak insanları daha çok izledi ve gözlemledi.

Rehabilitasyon için gittiği kamu hastanelerindeki hastaları ve hemşireleri, Birinci Dünya Savaşı sonrasında mücadele eden yoksul aileleri, daha sonra yine rehabilitasyon için gittiği Güney Amerika’daki unutulmuş insanları izledi. Dünyanın zayıf ve kırılgan insanları ne kadar kolay görmezden geldiğini ilk elden gördü. Ve ilk kez kendisinin de onların arasında olduğunu fark etti. Hiç ihtiyacınız olmadığında umuda inanmak kolaydır. Şimdi, Roosevelt’in umutlanmaya nefes almak gibi ihtiyacı vardı.

Bu arada eşi Eleanor da kendi dönüşümünü yaşıyordu. Birkaç yıl önce Franklin’in sekreteri Lucy Mercer ile olan yasak ilişkisini keşfetmişti. Bu onu derinden etkilemiş ama aynı zamanda özgürleştirmişti. Evlilikleri sürse de artık yanılsama ve kandırmacalar yoktu. Peri masalı perdesi indi. Artık bir politikacının güzel eşi olmayacaktı. Kendi sesini sivil hak savunuculuğunda buldu: Politika ve aktivizm alanında inisiyatifler alan bir kamusal şahsiyete evrildi, FDR’yi kendi başına gidebileceğinden daha ileriye itti. Evlilikleri romantizmden kopup siyasi bir ittifaka dönüştü.

Roosevelt’in Siyasi Ölümden Dönüşü

Yıl 1928. Amerika yarın yokmuş gibi eğleniyordu ve ekonomik anlamda yarınları kalmamak üzereydi. Caz müzik, hisse senetleri furyası, kaçak içki ekonomisi. Ülke spekülasyon, eşitsizlik ve ham iyimserlikle kaplanmıştı. Ama Demokrat Partide bir panik havası vardı. Başkan adayları, New Yorklu bir Katolik olan Al Smith’in yardıma ihtiyacı vardı, özellikle de Protestan ağırlıklı kuzey kırsalında. İşte o zaman biri bir isim önerdi: Saçları kırlaşmış, keskin yüz hatlarının yerini kıvrımlar almış ama zihinsel bir dönüşüm geçirmiş felçli adam Franklin D. Roosevelt.

Artık FDR farklı biri olmuştu. Sadece bir politikacı değil bir semboldü. Yıkılmış ama gülümseyerek geri dönmüş bir adam. New York Valiliği için aday olmayı “gönülsüzce” kabul etti. Daha önceleri kamuoyuna hâlâ rehabilitasyonuna odaklandığını söylemiş olsa da siyasi kariyeri konusunda hâlâ oldukça açtı. Ne yaptığını çok iyi biliyordu. Partinin yalvarmasını bekledi. Dönüşünü şahsi hırsıyla değil, akıllıca bir hamleyle fedakârlık ile çerçeveledi. Demokrat Partinin adayı olarak New York’taki seçimi zar zor da olsa kazandı. Ama bu bıçak sırtı zafer, Roosevelt’e ihtiyacı olan kapıyı araladı ve kritik bir eşiği atladı.

Dört Dönemlik Başkanlığıyla Tarihe Geçen Roosevelt

“Bizim sahip olduğumuz ayrıcalıklara uzun süre sahip olanlar, bu ayrıcalıkları elde etmek için insanların öldüğünü zamanla unuturlar.”

Franklin D. Roosevelt

Gerçekçi olalım: O dönemde ABD’de başkanlık görev süresi henüz iki dönemle sınırlanmamıştı. Ancak sınır olmasa bile, kimsenin normalde dört dönem görev yapması beklenmezdi. Peki ya zaten başka bir koltuğa mahkûm durumdaki Franklin D. Roosevelt? O, bu iş için dört defa seçilmeyi başardı.

FDR’nin başkanlığı 1932’de Büyük Buhran nedeniyle ülke dizlerinin üstüne düşmüş durumdayken başladı. Bankalar çöküyor, insanlar açlıktan ölüyor ve kapitalizm kendi kendini canlı canlı yiyordu. Buna cevaben ürettiği sosyoekonomik politikalara Yeni Düzen (İng. New Deal) adını verdi. Kamu işleri, sosyal güvenlik, işçi hakları, sayısı ve hacmi arttırılan devlet kadroları.. 1933’te göreve başlayan FDR sadece krize yanıt vermedi, krizi ABD’yi refah politikaları ekseninde değiştirmek ve yürütme organının yetkilerini arttırmak adına kullandı.

Bu reform paketi, o dönemde eleştirildiği gibi “sosyalizm” miydi? Pek sayılmazdı. Ama her zamanki kapitalizm gibi de değildi. Eyalet hükûmetlerinin baskın düzenleyici rolüne alışık Amerikalıların federal devlet aygıtının ne olduğuna dair düşüncelerini değiştirdi. Japonya, Pearl Harbor’da ABD donanmasına saldırdıktan sonra da bir savaş zamanı başkanı oldu. Roosevelt, Müttefik Devletler’in çabalarını koordine etmeye yardım etti, Churchill ve Stalin ile fısıltıyla strateji geliştirdi ve insanlık tarihinin en güçlü kitle imha silahını, atom bombasını devreye soktu. ABD’deki Japon toplumunu ise kamplara kapattı.

Franklin D. Roosevelt bir ulusu en karanlık saatlerinden geçirirken halkın onun ayakta durmakta zorlandığını görmesine asla izin vermedi. Bacaklarını kullanamıyor ve yardımsız yürüyemiyordu ama Amerikan halkının bu zayıflığını asla görmemesini sağladı. Kontrollü illüzyon sanatında ustalaştı: Dizden kilitli ağır bacak destekleri takıyor, kamuya açık etkinliklerde dik görünmek için baston ya da koluna giren bir asistanını -sonradan geliştirdiği güçlü kollarıyla- kullanıyor, her giriş ve çıkışta onu maskeleyen koruma ordusunun yardımıyla bir koreografi yapıyordu. Fotoğrafçıların onu tekerlekli sandalyesinde çekmesi yasaktı. Durumu hakkında açıkça yalan söylemese de engelinin kamuoyu tarafından oldukça az bilinmesini sağladı ve yıllar boyunca bunu bir sahne performansı gibi yönetti. Kibirden değil, stratejiden. FDR, depresyon ve savaşın felç ettiği bir ulusta güç imajının önemli olduğunu anlamıştı. Bu yüzden yapabildiğinde ayakta durdu. Ayağa kalkamıyor olsa da radyo teknolojisinin yardımıyla ABD’nin toplumsal belleğine kazınan konuşmalarıyla sesini duyurmaya çalıştı.

Bahsedilmesi gereken bir diğer çelişki sosyal eşitsizliklerle mücadele adına devletin aktif rol üstlenmesini savunan Demokrat Partinin lideri FDR’nin ırk temelli ayrımcılık hakkındaki sessizliğiydi. Yaşadığı dönemdeki standart ırkçılığa dair aleyhte ya da lehte fazla bir şey dememiş olan Roosevelt’in şahsi fikrinin ne olduğunu kestirmek pek mümkün olmasa da partisinin o dönemki önemli bileşenlerinden güneyli Demokratları ürkütmediği biliniyor. Köleliğin mirasının daha belirgin şekilde sürdüğü güneydeki Demokratları küstürmekten korkarak linç karşıtı bir yasa tasarısını desteklemeyi reddetti: Siyahi seçmenleri Demokrat Parti saflarına kabul etmiş olsa da güney eyaletlerinde siyahileri seçme hakkında mahrum eden “Jim Crow Yasaları”na hiçbir zaman doğrudan karşı çıkmadı. Eşitsizlikle mücadele etme iddiasındaki bu partinin ırkçılık ve sivil hak ihlalleri problemini doğrudan ele alışı John F. Kennedy’nin 1960’taki başkanlık adaylığına kadar sarkacak ve bu tarihten sonra siyahi seçmenlerin desteği Cumhuriyetçi Partiden Demokrat Partiye kayacaktı.

Radyo aracılığıyla ulusa sesleniş konuşması yapan ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt.

Roosevelt’in “Güçlü Başkanlık Adına” Yaptığı Sorgulanan İcraatleri

Kazandığı büyük seçim galibiyetlerine, savaş döneminin getirdiği memnuniyetsizleri susturma etkisine ve modern ABD’ye şeklini veren kişi olarak görülmesine rağmen Roosevelt eleştirilerden ayrı tutulmuş değil. Roosevelt’in liderliği sadece Yeni Düzen reformlarıyla değil, otoriter refleksleriyle de anılıyor. 1937’de ABD Yüksek Mahkemesinin yapısını kendi lehine değiştirme çabası (“court-packing” planı)  kuvvetler ayrılığına açık bir tehditti ve Donald Trump gibi sonraki başkanların tercih edeceği yargıyı dizayn yolunun önünü açtı. Dört dönem başkanlık yapması anayasal olmasına rağmen demokratik teamülleri zorladı; ardından gelen anayasa değişikliğiyle görev süresi sınırlaması kalıcı hâle geldi.

Savaş sırasında 120 binden fazla Japon kökenli Amerikan vatandaşı, hiçbir suçlama olmaksızın kamplara kapatıldı. Bu karar sadece “savaş psikolojisi” ile açıklanamazdı; Roosevelt bundan önce söylemleriyle de Asya kökenlilere dair önyargılarını açıkça ifade ediyordu.

Basına ve muhalefete yönelik baskıcı komiteler, kişisel veri ihlalleri ve sansür girişimleri de onun mirasının karanlık parçaları. Roosevelt sadece devletin sosyal sorumluluğunu artırmakla kalmadı; aynı zamanda yürütme gücünün sınırlarını da ciddi biçimde esnetti.

Roosevelt Halefi Truman’a Ne Devretti?

“Kadın ve çocukları ayrım gözetmeksizin öldüren atom bombasının kullanılması ruhumu isyan ettiriyor.”

Herbert Hoover; Roosevelt’in selefi ve 31. ABD Başkanı

1945’te dördüncü defa yeniden seçilerek göreve başlayan Roosevelt ölüyor ve sonunun geldiğini biliyordu. Yeni bir başkan yardımcısı seçti: Harry S. Truman adında sessiz, sade konuşan ve aslında siyasete geç başlamış ama hızla yükselmiş bir senatör. Roosevelt, Demokrat Parti yönetiminin önerdiği Truman’ı pek tanımıyordu ve ona yürürlükteki politikaları hakkında çok az bilgi verdi. Hatta sadece sekiz defa yüz yüze görüştü. Ona atom bombasını geliştiren Manhattan Projesi’nden hiç bahsetmedi. 12 Nisan 1945’e gelindiğinde Roosevelt dördüncü döneminin üçüncü ayındayken öldü.

Portresini çizdirdiği sırada ölen Roosevelt’in son nefesinin ardından Truman bir telefon aldı. Almanya ve Japonya’ya yönelik taarruzların devam ettiği günlerde, kimsenin ona bahsetmediği bir nükleer silaha sahip başkan oldu. 40’lı yaşlarında esnaflık kariyerini iflasla noktalamak zorunda kalıp iç güveyi durumuna düştükten sonra hayatını hızlıca yeniden toparlamış, karizmatik olmayan, bu konudaki eksikliğini iyi bilen ve kendini kanıtlamaya adamış bir adama tarihin en korkutucu silahlarından birinin sorumluluğu verildi. Roosevelt’in arkasında bıraktığı şey sadece yürütme yetkileri misliyle arttırılmış bir başkanlık makamı değil, kudretinin sınırlarını henüz bilmeyen ve dış politika önceliklerini değiştirerek küresel düzeni yönetmeye talip bir imparatorluktu. Japonya’da atom bombasını iki defa kullanma kararı alan Truman, elindeki kandan ötürü vicdan azabı çekmemeyi tercih edecek ve bu sayede daha fazla ölüme yol açmadan savaşı daha erken bitirdikleri argümanına sarılacaktı.

Umut Veren ve Korku Saçan Roosevelt’in Mirası

Nihayetinde, FDR tekerlekli sandalyedeki bir adamdı. Kendisi için tahta dönüştürdüğü bir sandalye. Silah gibi kullandığı bir kısıtlama ve baskı sembolü. Kuzeni gibi heybetli değildi. Bizzat cephelerde savaşmadı. Yürüyemiyordu ama oturduğu yerden hükmediyordu. Yıkılmış bir ülkeye ve korkmuş bir dünyaya özetle şu mesajı verdi: “Bunu atlatabiliriz çünkü ben atlattım.” Atom bombasının ve toplama kamplarının cürmünü ön plana koymayan Amerikalılar için de onu unutulmaz kılan da buydu: Mükemmellik ve güç değil ama bacaklarınız çalışmadığında bile ayağa kalkma isteği.

Bu çerçevede Amerika’nın gördüğü en “empatik” başkan ve iktidarı demir bir pençeyle elinde tutan ve tüm dünyada hâlâ etkileri süren kararları almış kişi olarak bilinen Roosevelt, yalnızca kriz dönemlerinde güçlü liderlik göstermiş bir figür değil, aynı zamanda demokrasi ve özgürlükler açısından sınırları zorlayan kararlar almış, ardında karmaşık siyasi bir miras bırakmış bir başkan olarak değerlendirilir.

Roosevelt’in mirası, hâlâ içinde yaşadığımız -popülist siyaset etkisiyle çatırdayan- küresel düzende de yankılanıyor. Kitlelere refahı vaat eden ama gözetleneceklerini de hatırlatan, umut ettiren ama yeni korkular getiren bir devlet anlayışı.

 

Kaynaklar:

Perspektif’le Avrupa gündemini günlük takip etmek ister misiniz? Perspektif bültenine kaydolun, Avrupa'daki gelişmeler e-posta kutunuza gelsin.

 

    Burak Gücin

    Galatasaray Üniversitesinde sosyoloji alanında lisans eğitimi olan Burak Gücin, sonrasında Heidelberg Üniversitesinde kültürel çalışmalar alanında yüksek lisansını tamamlamıştır. Gücin, Perspektif redaksiyon ekibinin üyesidir.

    Yazarın diğer yazıları
    Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
    Yorum adedi#0

    *Tüm alanları doldurunuz

    Son Yüklenenler