Manuel Diaz Garcia: “Almanya’da Camiler, Uzun Vadeli Siyasi Katılımı Güçlendirebilir”
Siyaset bilimci Manuel Diaz Garcia, Frankfurt Goethe Üniversitesi ve Duisburg-Essen Üniversitesi’nde araştırma görevlisi. Alman Göç Seçimleri Araştırmaları alanında çalışan Garcia ile Kuzey Ren-Vestfalya Eyaletindeki yerel seçimler hakkında görüştük.

Kuzey Ren-Vestfalya’da göçmen kökenli insanların sayısı diğer eyaletlere göre daha yüksek. 14 Eylül’deki yerel seçimlerde onların siyasi potansiyeli nasıl bir rol oynayabilir?
Aslında hem yerel seçimlerde oy kullanma hakkına sahip olan AB vatandaşları, hem de en azından entegrasyon meclisi seçimlerine katılabilen AB dışı vatandaşlar hakkında çok az şey biliyoruz. Yerel seçimler hakkında da elimizde çok fazla sağlam veri yok. Her şehrin kendine özgü bir hikâyesi var. Duisburg Köln’den farklı, bu şehirlerin gündemleri ve buna bağlı olarak siyasi davranışlar da farklı.
Kesin bildiğimiz tek şey, uluslararası kökeni olan ve olmayan insanlar arasında hâlâ katılım farkı olduğu. Tam da burada, özellikle seçimlere katılımın daha düşük olduğu yerel seçimlerde ciddi bir mobilizasyon potansiyeli bulunuyor. Bunu şöyle somutlaştırabiliriz: Federal düzeyde yüzde 85’lik bir katılım olduğunda ek mobilizasyon için çok az alan kalır. Ama yerel seçimlerde katılım yüzde 50 civarında olduğunda “yukarıya doğru esneklik” çok daha büyüktür.
Çoğu insan seçimlerin yapıldığını bilmiyor ya da yerel kararları ulusal düzeydekiler kadar önemli görmüyor. Ben burada seçimlere dikkat çekmek, ilgi uyandırmak ve böylece daha fazla insanı yerel demokrasiye kazanmak için bir fırsat görüyorum.
Kimler Kuzey Ren-Vestfalya’daki yerel seçimlerde oy kullanabiliyor ve kimler, yaşadıkları şehirde ikamet etmelerine rağmen seçme hakkının dışında kalıyor?
KRV’deki yerel seçimlerin en önemli özelliği, burada 16 yaşından itibaren oy kullanılabilmesi. Bu, Almanya’nın başka hiçbir seçiminde yok. Normalde seçme hakkı Alman vatandaşlığına bağlıdır. Ancak yerel düzeyde İspanya ya da Portekiz gibi AB ülkelerinden gelen vatandaşlar da oy kullanabiliyor. Bu kişiler belediye meclisi, belediye başkanlığı ya da ilçe meclisi gibi konularda karar verebiliyorlar.
Bir diğer özellik ise entegrasyon meclisi seçimleri. Burada AB dışından gelen yabancılar da oy kullanabiliyor. Bu durum, katılım ve görünürlük açısından ayrıca tartışılması gereken sorular ortaya çıkarıyor. Genel olarak bakıldığında KRV’de birçok insanın oy hakkı var ama asıl mesele, bu hakkı gerçekten kaç kişinin kullanacağı.
Sizin de bahsettiğiniz gibi AB vatandaşları dışında birçok üçüncü ülke vatandaşı KRV’de oy hakkından mahrum. Bu eşitsizliği nasıl açıklıyorsunuz?
Aslında açıklama oldukça basit: Seçme hakkı Anayasa’da Alman vatandaşlığına bağlanmış durumda. Almanya’da yalnızca Alman vatandaşları oy kullanabilir. 1992’de bu kurala bir istisna getirildi ve Avrupa dayanışması çerçevesinde AB vatandaşlarına da yerel düzeyde oy kullanma hakkı tanındı. Bunun dışında kalan, yani üçüncü ülke vatandaşları, oy kullanma hakkına sahip değil. Bu kitle yalnızca entegrasyon meclisi seçimlerine katılabiliyor.
İlginç olan, Vatandaşlık Hukuku’ndaki değişikliklerin gelecekte nasıl sonuçlar doğuracağı. 2024’te yapılan reformla Alman vatandaşlığına geçiş kolaylaştırıldı. Çifte vatandaşlık mümkün hâle geldi ve vatandaşlığa geçiş süreleri kısaltıldı. Bu durum, daha fazla insanı Alman vatandaşlığına geçmeye teşvik edebilir. Ancak bunun gerçekten seçmen sayısını artırıp artırmayacağı ve gelecekteki hükûmetlerin bu düzenlemeyi sürdürüp sürdürmeyeceği henüz belirsiz.
Göçmen kökenli seçmenlerin önemli bir kısmı zaten Alman vatandaşlığına sahip. Partiler programlarında, kullandıkları dilde veya temsiliyet açısından bu grubu ne ölçüde dikkate alıyor?
Bu konuda genel geçer şeyler söylemek zor, çünkü her şehrin kendi dinamikleri var. Partilerin teşkilatları da Duisburg’da farklı, Köln ya da Bochum’da farklı davranıyor. Buna dair sistematik bir araştırma da henüz bulunmuyor.
Bununla birlikte bazı genel eğilimleri net bir şekilde görüyoruz: 1990’lardan bu yana göçmen kökenli milletvekillerinin oranı düzenli olarak arttı. Bugün Federal Meclis’te göç kökenli vekillerin oranı yüzde 11,6 seviyesinde. Bu oran nüfus içindeki payı yansıtmasa da belirgin bir artış eğilimini gösteriyor. Ancak 2025 federal seçimlerinde bu artış ilk kez durdu. Bunun nedeni de CDU ve AfD’nin, Yeşiller ya da Sol Parti’ye kıyasla çok daha az göçmen kökenli adaya sahip olmasıydı.
Temsilin iki boyutu var: Bir yandan bir insanın parlamentoda “kendisi gibi birisi”ni görmesi güven ve aidiyet duygusunu güçlendiriyor. Öte yandan araştırmalar, Almanya’da seçmenlerin aynı kökenden gelen adaylara doğrudan bir tercih göstermediğini ortaya koyuyor. Zira mesela Türkiye kökenli seçmen grubu da kendi içinde çok heterojen.
İçerik düzeyinde sol ve merkez-sol partiler göçmen kökenli seçmenleri geleneksel olarak daha fazla dikkate aldı. Ama AfD de özellikle Rusya kökenli Almanlara yönelik stratejiler geliştirdi. Örneğin Kiril alfabesiyle yazılmış seçim afişleri kullandılar. Uzun vadede ise bir “normalleşme” görüyoruz: 20–30 yıl önce ağırlıklı olarak SPD’ye oy veren Türkiye kökenli seçmenler bugün giderek çoğunluk toplumundaki oy davranışlarına benzer biçimde oy veriyor. Yani partiler bu grupla ilgileniyor, ancak stratejileri çok farklı ve kentten kente değişiyor.
Yerel seçimlerle paralel olarak entegrasyon meclisi seçimleri de yapılıyor. Bu henüz genç sayılabilecek kurullar, göçmenlerin siyasi katılımı ve görünürlüğü açısından nasıl bir önem taşıyor?
Entegrasyon meclisleri, Alman vatandaşlığı olmayan insanlar için az sayıdaki kurumsallaşmış siyasi katılım biçimlerinden biri. Bu kurumlar erken yaşta siyasi ilgi uyandırabilir ve uzun vadede entegrasyonu ve katılımı güçlendirebilirler.
Bununla birlikte, entegrasyon meclislerinin etkileri de sınırlı: Bu meclislerin sadece danışma işlevleri var, gerçek bir karar yetkileri bulunmuyor. Bir diğer sorun ise düşük seçim katılımı. 2020’de KRV’de ortalama yüzde 13 kişi entegrasyon meclisi seçimlerine katıldı. Bu oran Duisburg’da yüzde 16, Düsseldorf’ta ise sadece yüzde 8’di. Bu da meclislerin meşruiyetini sorgulatıyor.
Ayrıca karmaşık ve neredeyse tamamen Almanca hazırlanan seçim belgeleri birçok insanı caydırıyor. Ancak ilk çalışmalar gösteriyor ki: CDU, SPD veya Yeşiller gibi büyük partilerin aktif olduğu, aday çıkardığı yerlerde katılım artıyor. Çünkü bilinen logolar ve yapılar seçmende güven yaratıyor.
Genel olarak entegrasyon meclislerinin etkisi sınırlı kalsa da bu yapıların önemi esasen insanları erken dönemde siyasi süreçlerle tanıştırmalarında yatıyor.
Köln’de nüfusun yaklaşık üçte biri Alman vatandaşlığına sahip değil. Diğer şehirlerde bu oran daha düşük. Bu yerel farklılıklar siyasi aktörlerin stratejileri açısından ne ifade ediyor?
İlk bakışta, partilerin yabancı nüfus oranı yüksek şehirlerde bu gruplara daha fazla yönelmesi gerektiğini düşünebilirsiniz. Pratikte ise bu oldukça zor, çünkü Alman pasaportu olmayan insanlar son derece heterojen bir grup. Hepsini aynı anda harekete geçirecek ortak konular ise neredeyse yok denecek kadar az.
Temelde şu geçerli: Seçimlere katılımı belirleyen faktörler, uluslararası kökeni olan ya da olmayan insanlar arasında büyük ölçüde aynı. Siyasi ilgi belirleyici; ayrımcılık deneyimi ise hem harekete geçirici hem de dışlayıcı etki yaratabiliyor. Uzun vadeli faktörler, yani eğitim düzeyi veya toplumsal bağlar da seçimlere katılımda rol oynuyor, ancak bunlar partiler tarafından kolayca değiştirilemeyecek faktörler.
Dolayısıyla partiler için asıl görev, siyasi ilgiyi uyandırmak ve siyaseti köken fark etmeksizin tüm insanların yaşam gerçekliklerine yaklaştırmak. Yerel seçimlere özgü durum içinse elimizde hâlâ çok az güvenilir araştırma bulunuyor.
Almanya artık uzun süredir bir göç ülkesi. Savaşlar, iklim değişikliği ve küresel göç bu eğilimi daha da güçlendiriyor. Bu da uluslararası kökenlere sahip seçmenlerin önemini artırıyor. Gerçek bir katılım ve temsiliyetin, özellikle de yerel düzeyde mümkün olması için yapısal uyum imkânları görüyor musunuz?
Öncelikle Almanya’nın kendisini bir göç ülkesi olarak görmesi meselesi önemli. Fiilen bu onlarca yıldır böyle olsa da siyasetin ve toplumun bu gerçeği kabul etmesi uzun zaman aldı. “Geçici işçiler” düşüncesi çok belirleyiciydi ve bu kabulün önünde engel oluşturdu. Bu zihniyet değişimi bugün hâlâ tüm siyasi düzeylerde etkisini gösteriyor.
Katılım ve temsiliyet arasında ayrım yaptığımızda farklı zorluklar ortaya çıkıyor. Temsiliyet uzun bir süreçtir: Suriyeli kökenli bir milletvekilinin Federal Meclis’te yer alabilmesi için önce birçok adım gerekir. Partilerin bu adayları göstermesi, seçmenlerin buna açık olması ve uluslararası biyografiye sahip insanların siyasete girmeye istekli olması gerekir.
Bazı partiler çeşitliliği teşvik eden mekanizmalar geliştirdi. Bunun yanında, Federal Meclis’te göçmen kökenli milletvekillerinin sayısının artması yeni nesiller için bir rol modeli işlevi görüyor: Başkalarının başardığını gören insanlar kendilerinin de bunu yapabileceğine inanıyor.
Katılım açısından ise entegrasyon meclisleri gibi klasik yolların ötesinde düşünmek gerek. Dernek çalışmaları, gönüllülük ya da sivil toplum projeleri göç kökenlilerin siyasi katılımında önemli kapılar açabilir. Almanya’da Anayasa’da bir değişiklik yapılarak oy hakkının genişletilmesi şu anda mümkün görünmüyor. Bunun yanı sıra göçmen kökenlilerin seçimlere katılımında çok pratik engeller de söz konusu: Karmaşık seçim bildirimleri, anlaşılması zor kavramlar ya da dil engelleri birçok insanı caydırıyor.
Daha anlaşılır bir dil kullanmaktan daha erişilebilir katılım imkânları yaratmaya kadar yapılabilecek çok şey var. Önemli olan, siyasetin ve idarenin bu ihtiyacı kabul edip somut adımlar atması. Ancak o zaman katılım uzun vadede doğal bir hâle gelebilir.
Cami cemaatlerindeki seçim kampanyası etkinlikleri sıkça tartışmalara konu oluyor. Buna rağmen bu cemaatler, özellikle siyasi eğitim ve uzun vadeli katılım açısından, seçime katılımın artırılmasında nasıl bir rol oynayabilir?
Bence burada iki düzeyi ayırt etmek gerekiyor: Siyasetin bakış açısı ve cemaatlerin kendisinin bakış açısı. Politikacılar açısından cami cemaatlerinde görünmek güçlü bir sembolik etkiye sahip. Bu, yakınlık, değer verme ve temsil mesajı veriyor; sosyal medyada ya da televizyonda paylaşılan görüntüler bu etkiyi daha da güçlendiriyor.
Cemaatlerin düzeyinde ise görüyoruz ki ister cami, ister kilise, isterse spor kulübü olsun sosyal bağlam, siyasi davranışı güçlü biçimde şekillendiriyor. Bu tür mekânlar topluluk ve aidiyet duygusu yaratır. Hollanda’da yapılan araştırmaların da gösterdiği gibi, etnik veya dinî ağlar içinde yer alan insanların siyasi katılımı daha yüksek.
Ayrıca cemaatlerde öne çıkan kanaat önderlerinin rolü çok önemli. Pek çok üye siyaseti aktif olarak takip etmese de camide saygı gören bir kişi seçimlere katılmaya çağırdığında bu mobilize edici etki yaratır. Günlük ve siyasetten bağımsız bir bağlamda oluşan güven böylece siyasi davranışa dönüşebilir. Cami cemaatleri bu nedenle klasik bir seçim kampanyası sahnesi olmaktan çok, bilginin aktarıldığı, ilginin uyandırıldığı ve uzun vadeli siyasi katılımın güçlendirilebildiği sosyal mekânlardır.
Bence bu sosyal boyut genel olarak çok önemli. Son 20-30 yıldır artan bireyselleşme söylemi içinde, dernek hayatı ya da toplu etkinlikler birçok yerde geriledi. Pandemi bu süreci daha da hızlandırdı. Sosyal medya bu boşluğu kısmen dolduruyor, yeni aidiyet biçimleri yaratıyor ama aynı zamanda siyasi iletişimi ve mobilizasyonu da değiştiriyor. Bu da yeni gelişmelerin, hatta sağ kanattaki hareketlerin mobilizasyonunun bir nedeni olabilir.