Egemenlik Testi: Trump Planı Filistin Devleti’nin Kurulmasını Engelliyor mu?
Trump yönetiminin uygulamaya geçirilen "barış" planı, Filistin’de ateşkes ve yeniden inşa süreci vaat ediyor. Ancak planın sınırlar, toprak bütünlüğü, güvenlik birimleri ve Kudüs'ün statüsü gibi konularda netlik sunmaması, egemen bir devletin değil, vesayet altındaki bir idari bölgenin zeminini oluşturuyor.

İçinde bulunduğumuz ekim ayı itibarıyla Filistin meselesi, yeniden şekillenen küresel dengelerin merkezinde kritik bir dönüm noktası hâline geldi. İsrail’in Gazze’ye yönelik iki yıl süren saldırıları, milyonlarca insanı yerinden etti, altyapıyı yok etti ve bölgeyi insani bir felaketin içine sürükledi. ABD Başkanı Donald Trump 29 Eylül 2025 tarihinde Beyaz Saray’da Benjamin Netanyahu ile birlikte bu tabloyu değiştirme iddiasıyla “20 Maddelik Gazze Planı”nı bir basın toplantısında ilan etti.
Plan, savaşın durdurulması, rehinelerin serbest bırakılması, insani yardımların yeniden başlaması ve Gazze’nin idari yapısının uluslararası gözetim altında yeniden şekillendirilmesi gibi başlıklar içeriyor. Ancak bu plan, ilk bakışta bir barış tasarısı gibi sunulsa da gerçekte sahadaki güç dengesizliklerini koruyan yeni bir statüko inşa etme riski taşıyor.
Tanınan Ama Kurulamayan Filistin Devleti
Filistin, Birleşmiş Milletler’in 193 üyesinden 140’tan fazlası tarafından devlet olarak tanınıyor. Güvenlik Konseyi üyesi olan ve Filistin’in BM’ye üyeliğini veto etme gücüne sahip ABD bu devletlerden biri değil. Ve bu diplomatik tanınma, sahadaki egemenlik gerçekliğini dönüştürmüyor. Filistin Devleti (دولة فلسطين) olarak tanınmasına rağmen, Batı Şeria’da sınırlı bir idari yetkiye sahip Filistin Ulusal Yönetimi (FUY), İsrail’in güvenlik kontrolü ve yerleşim politikaları nedeniyle hareket alanı bulamıyor.
Gazze Şeridi ise 2007’den bu yana fiilen Hamas’ın yönetimi altındaydı; ancak 7 Ekim 2023’te başlayan savaş, bölgeyi tarihte benzeri görülmemiş bir yıkıma sürükledi. İki yıl süren bombardımanlar sonucu Gazze’nin büyük bölümü fiziksel olarak haritadan silindi, nüfusun neredeyse tamamı yerinden edildi ve temel yaşam altyapısı çöktü. Bugün bölge, sadece ekonomik ya da insani açıdan değil, coğrafi ve demografik açıdan da felç olmuş durumda. Su, elektrik, sağlık ve eğitim sistemleri neredeyse tamamen işlemez hale geldi; binlerce çocuk yetim kaldı, şehirlerin idari kapasitesi ortadan kalktı. İsrail’in kara, hava ve denizden uyguladığı abluka, yardımların girişini büyük ölçüde engelliyor. Gazze artık sadece bir savaş alanı değil, modern tarihin en yoğun nüfuslu insani felaket sahası hâline gelmiş durumda.
Uluslararası hukuka binaen Filistin’in bugün karşı karşıya olduğu üç temel eksiklik var:
- Sınırlarında hâkimiyetinin olmaması,
- Toprak bütünlüğünün parçalanmış olması,
- Kolluk ve savunma gücünün kendi kontrolünde bulunmaması.
Bu koşullar altında tanıma, sembolik bir jestten öteye geçemiyor. Egemenlik, uluslararası hukukta değil, sahadaki askerî dengede ölçülüyor.
Trump Planı: Barışın Gölgesinde Kontrollü Yeniden Yapılanma
Trump yönetiminin açıkladığı plan, ateşkesin sağlanması, Hamas’ın silahsızlandırılması ve Gazze’de geçici bir teknokrat yönetim kurulması üzerine kurulu. Plan aynı zamanda istikrar sağlama amacıyla görev yapacak bir uluslararası barış gücünün bölgede görev almasını öngörüyor.
Fakat bu taslakta Filistin devletinin sınırları, egemenlik yetkileri veya Kudüs’ün statüsü hakkında hiçbir netlik bulunmuyor.
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun “Trump planı altında Filistin devleti kurulmayacak” açıklaması, sürecin gerçek hedefini açıkça ortaya koyuyor: Filistin’e egemenlik değil, idari sorumluluk devri.
Bu nedenle plan, diplomatik olarak bir “barış girişimi” gibi görünse de pratikte kontrollü bir dönüşüm projesi. Yani Filistin’in uluslararası meşruiyeti güçlendirilirken, fiili egemenliği daha da sınırlandırılıyor.
Ateşkes ve Serbest Bırakmalar: Asimetri Problemi
13 Ekim 2025 itibarıyla, Hamas bir grup İsrailli sivili serbest bıraktı. İsrail de aynı gün, hiçbir yargı süreci olmadan idari gözaltında tutulan 1.900’e yakın Filistinliyi serbest bırakmak zorunda kaldı. Bu gelişme, bazı uluslararası medya organlarında “esir takası” olarak yansıtıldı; oysa iki tarafın eylemleri eşit değil. İsrail’in alıkoyduğu Filistinlilerin büyük kısmı mahkeme kararı olmadan, süresiz idari gözaltı rejimi altında tutulan siviller. Bu nedenle bu süreç, simetrik bir takas değil, tek taraflı hukuk dışı alıkonulmaların geçici olarak sonlandırılması anlamına geliyor.
Ateşkesin bu çerçevede kalıcılaşması güç. Zira taraflar arasında yalnızca askerî değil, hukuki bir asimetri var. Bir yanda işgal altındaki halkın kolektif cezalandırılması, diğer yanda işgali sonlandırmak isteyen bir direniş hareketi. Bu yapısal dengesizlik sürdükçe, “barış” yalnızca geçici bir sessizlikten ibaret kalıyor.
Filistin Ulusal Yönetimi’nin Sıkışmış Rolü
Trump planı, Gazze’nin idaresini yeniden Filistin Ulusal Yönetimi’ne devretmeyi öngörüyor. Yönetim de bu fikre temkinli bir şekilde destek verdi. Ancak yönetimin kendi içindeki zayıflıklar ve sahadaki meşruiyet sorunu ciddi engeller oluşturuyor. FUY’nin Gazze’ye geri dönüşü, ancak şu koşullarda anlamlı olabilir:
- Güvenlik güçlerinin ulusal bir yapıya kavuşturulması,
- Gazze’nin altyapısının uluslararası yardımlarla yeniden inşası,
- Hamas’la iç uzlaşının sağlanması,
- Ve dış finansman desteğinin sürekliliği.
Aksi hâlde, FUY’nin Gazze’deki varlığı sivil bürokrasiye indirgenmiş bir temsilden ibaret olur. Bu da Filistin halkının gözünde yeni bir “vesayet düzeni” algısı yaratır.
Filistin Devleti’nin Önündeki Teknik Engeller Neler?
Güvenlik ve Silahsızlanma: Planın merkezinde Hamas’ın silahsızlandırılması yer alıyor. Fakat sahada bunun yapılabilmesi, yalnızca askerî bir mesele değil; toplumsal meşruiyetin çekirdeğine dokunan bir konu. Filistin’de siyasi yönetimi gerçekleştiren bir hükûmeti de oluşturan Hamas’ın silah bırakması aynı zamanda Filistin toplumunun savunma reflekslerinden birinin ortadan kaldırılması anlamına geliyor. Bu nedenle silahsızlanma, Filistin’in güvenliğini değil, savunmasızlığını kalıcılaştırabilir.
Sınırlar ve Egemenlik: Gazze’nin tüm sınır geçişleri, hava sahası ve kara bağlantıları hâlen İsrail’in kontrolünde.Doğu Kudüs’ün statüsü ise tamamen belirsiz. Bu şartlarda kurulacak bir “devlet”, uluslararası hukuka göre egemen devlet değil, idari bölge niteliğindedir.
Ekonomik Bağımlılık: Gazze’nin yeniden inşası milyarlarca dolar gerektiriyor. Ancak uluslararası toplum, Filistin’in kalkınmasını bağış ekonomisi mantığıyla ele alıyor. Kalkınmanın sürdürülebilirliği, dış aktörlerin siyasi niyetine bağlı. Bu da bağımsızlık değil, finansal vesayet yaratıyor.
Bundan Sonra Yaşanabilecek Olası Senaryolar
Trump planının uygulanma biçimine göre, Filistin’in geleceği birkaç farklı senaryoya evrilebilir. En iyimser senaryoda ateşkes korunur, uluslararası barış gücü tarafsız kalmayı başarır ve Filistin Ulusal Yönetimi, özellikle Gazze’de yeniden idari kapasite kazanır. Bu durumda, uluslararası destek ve bölgesel iş birliğiyle 5 ila 7 yıl içinde kısmi egemenliğe sahip bir Filistin devleti inşa edilebilir. Ancak bu bile, tam bağımsız bir devletten çok, denetimli bir özerklik modeline karşılık gelir.
Daha gerçekçi olan senaryo ise, Gazze’nin yeniden inşa edildiği fakat İsrail’in güvenlik denetimini sürdürdüğü bir yapının oluşmasıdır. Bu durumda Filistin, kendi topraklarında sınırlı yetkilere sahip bir “yarı-devlet” konumunda kalır; dış politika, sınır güvenliği ve hava sahası gibi temel egemenlik unsurları İsrail’in fiili kontrolünde olur. Bu senaryo, Filistin halkının devletleşme talebini kısmen karşılar gibi görünse de uzun vadede işgalin farklı bir biçimde devam etmesi anlamına gelir.
En kötümser senaryoda ise ateşkes çöker, Gazze’de çatışmalar başlar ve uluslararası destek dağılır. Bu durumda hem Filistin iç siyasetinde derin bir meşruiyet krizi yaşanır hem de bölge yeniden şiddet sarmalına girer. Böyle bir gelişme yalnızca Filistin için değil, tüm bölge için yeni bir güvenlik krizi anlamına gelir. Trump planı bu riskleri ortadan kaldırmaktan ziyade, yanlış uygulanması hâlinde yeni bir savaş döngüsünü tetikleyebilecek bir potansiyel taşıyor.
Filistin’i Egemenliğin Tesisi mi, Yoksa Vesayet Dönemi mi Bekliyor?
Trump planı, kâğıt üzerinde barış süreci olarak sunulsa da, sahadaki dinamikleri değiştirmiyor. Filistin hâlâ tanınan ama hüküm süremeyen bir devlet. Gerçek çözüm, yalnızca diplomatik tanınma değil; İsrail’in işgalinin sonlanması, Kudüs’ün statüsünün uluslararası hukuk temelinde belirlenmesi ve Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkının tanınmasıyla mümkün.
Aksi hâlde Filistin, bir kez daha “devlet” unvanı verilen ama kendi toprağında yetkisiz bırakılan bir coğrafya olmaktan kurtulamayacak. Trump’ın diğer ülkelerden de destek gören planı, bu gidişatı değiştirmekten çok, onu yeni bir biçimde kalıcılaştırma riskini beraberinde getiriyor.