'Gazze Şeridi'

“Bize Zulmedenlerin Merhametine Bağlı Bir Ateşkesten Nasıl Umutlu Olabiliriz?”

Gazze’de ilan edilen ateşkes uluslararası alanda umutla karşılandı, ancak sahadaki gerçekler bu iyimserliği desteklemiyor. İsrail’in ablukası sürerken ve ateşkesi yeniden ihlal etme ihtimali varken anlaşma kalıcı barıştan çok geçici bir sessizlik dönemi anlamına geliyor.

Gazze’de ateşkesin yürürlüğe girmesi ve İsrail ordusunun çekilmeye başlamasının ardından El-Gabari Mahallesi’ndeki yıkım gün yüzüne çıktı. İsrail saldırıları sonucu neredeyse hiç sağlam bina kalmadı, evler yıkıldı, sokaklar enkazla doldu. Bölgeye dönen yerinden edilmiş Filistinliler, büyük yıkımla karşılaştı. Fotoğraf: Khalil Ramzi Alkahlut - AA.

Gazze’de 10 Ekim’de ateşkes ilan edildiğinde, uluslararası kuruluşlardan büyük bir iyimserlik dalgası yükseldi. İsrail’in iki yıldır süren “Gazze Savaşı”nın sona ereceği ve sözde “çatışmanın” biteceği umuduyla bir rahatlama hissedildi. Ancak biz sahadaki insanlar ise, o kadar iyimser değiliz. Gazze Şeridi, Kudüs veya Batı Şeria’da yaşayan biz Filistinliler ve uzun süredir Filistin hareketinin içinde yer alanlar, bu anlaşmanın ne acılarımızı sona erdireceğine ne de Gazze’deki soykırımı durduracağına inanıyoruz. Açık konuşmak gerekirse, bu ateşkesin uzun süreceğini de düşünmüyoruz.

Tarih bize defalarca gösterdi ki, İsrail ateşkes anlaşmalarına sadık kalmıyor. Nitekim şimdiden İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde Filistinlilere ateş açtığını, Han Yunus’a tanklarla saldırdığını ve Gazze Şehri’nde insansız hava aracıyla bir saldırı düzenlediğini gördük. Dahası, ne Netanyahu ne de Trump bize bunun gerçek bir barış anlaşması olduğuna dair herhangi bir gerekçe sunuyor. En başta, Filistinliler bu müzakerelere dahil edilmedi; ayrıca bu anlaşma, yasa dışı işgal, abluka ve apartheid gibi temel ve kronik sorunları da hiçbir şekilde ele almıyor.

Bize Zulmedenlerin Merhamatine Bağlı Bir Ateşkesten Nasıl Umutlu Olabiliriz?

Biz bu anlaşmayı, Amerikan ve İsrail propagandasının bir parçası olarak görüyoruz; zira sözde “barış planı” özgürlük, eşitlik veya adalet gibi uluslararası hukukta güvence altına alınmış temel insan hakları açısından herhangi bir umut vadetmiyor. Bu anlaşmayla Orta Doğu’da doğmasını vadettikleri “Yeni Şafak” dedikleri şey, bizim onlarca yıldır maruz kaldığımız apartheid, işgal, tahakküm, soykırım ve yeni sömürgeciliğin sadece yeni bir evresi.

İsrail’in bu anlaşmadan sıyrılmanın yollarını aradığına dair işaretleri şimdiden görüyoruz. İsrail, Gazze’ye gidecek yardımları yarıya düşüreceğini açıkladı. Gazze’de sivil nüfusu aç bırakmayı bir savaş silahı olarak kullandığına ve iki milyonluk bir halkın yardıma erişimini engellediğine tanık olduk. Ateşkes anlaşmasından sonra bile, açlıktan ölmekte olan bir halka giden yardımı kesme adımları atıyorlar.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) yaklaşık 6 ay önce Gazze’de kıtlık yaşanacağı uyarısında bulunmuştu, fakat çoğumuz kıtlığın bu uyarıdan çok daha önce başladığını biliyoruz. Bu kıtlık, uluslararası toplumun gözleri önünde hiçbir müdahale olmaksızın gelişti. IPC Temmuz ayında Gazze’de yaşanan durumun “kıtlıkta en kötü senaryo” olduğunu bildirdi. Üstelik İsrail, yardım almaya çalışan insanları bombalamayı ve öldürmeyi sürdürüyor. Dünya, İsrail’in yarısı çocuk olmak üzere Gazze’deki sivil nüfusu aç bırakmasına ve yardım arayanları öldürmesine seyirci kaldı. Yani İsrail’in yıllardır cezasız kalmasından cesaret alarak tüm bunları yapmayı bırakacağını düşünmek için bir neden yok. Yine de uluslararası toplum bizden bu ateşkese dair umutlu olmamızı mı bekliyor?

Bir anlığına bizim gözlerimizle bakmanızı istiyorum. Sonra şu soruyu düşünün: Bize zulmedenlerin merhametine bağlı olan bir umudun gerçekten de değeri olabilir mi? Bu ateşkes gerçekten sürdürülebilirse Gazze’de insanların hemen öldürülmesinde kısa süreli bir duraksama olabilir. Ancak ateşkes ne özgürlüğümüzü bize geri verir, ne haklarımızı tanır, ne de hayatımızı güvence altına alır. Bu koşullarda bir toplumun yaşamaya devam etmesi nasıl beklenebilir? Bu şartlar, gerçekten de adil ve kalıcı bir barışın doğacağı koşullar mı?

Ateşkes İlan Edilse Bile Gazze Ablukası Sürüyor, İnsanlar Öldürülüyor

Hayatlarımız bütünüyle İsrail’in kontrolü altında ve haklarımız uluslararası toplum tarafından bile hiçe sayılıyor. Yeni ateşkesin ardından bile Gazze hâlâ abluka altında. İsrail ordusu Gazze’den çekilmedi; Gazze Şeridi’nin sınırlarının tamamı işgal ordusunun kontrolünde. Gazze’nin hava sahası İsrail’in denetiminde, Gazze halkı sürekli olarak insansız hava araçlarının uğultusu altında, başlarına ne zaman bir füze atılacağını bilmeden yaşıyor. Sınırlar daimî gözetim altında, kara sularımız işgal edilmiş durumda. İsrail deniz üzerinde hâkimiyet kurmuş, bu da Gazze halkının hayatını sürdürmesini imkânsız hale getiriyor. Balıkçılar, İsrail’in sürekli genişlettiği “tampon bölgeye” yaklaştıkları için öldürülüyorlar. Bu da kalan küçük deniz alanında aşırı avlanmaya yol açıyor.

Bu ateşkes Gazze’nin hava, deniz veya sınırlarının kontrolünü Filistinlilere bırakmayacak. İnsanlar bombalanmış evleri nedeniyle sokaklarda uyuyor, hastaneler yıkıldığı için hasta ve yaralılar tedavi olamıyor. Gazze’de tıbbi altyapı kalmadı. İsrail saldırılarının daha en başında vadettiği gibi Gazze’deki toprakları bile harap etti. Gazze’de gerçek bir yaşam yok, kimse kendini güvende hissetmiyor.

Ateşkes Sahte Bir Gösteri Gibi: Ne Gazze’de Ne de Batı Şeria’da Gerçek Bir Değişim Yok

Gazze neredeyse tamamen yıkılmışken, Batı Şeria yoğun bir işgal altında. Yerleşimci şiddeti yaygın ve her geçen gün artıyor. Üstelik bu şiddet İsrail askerleriyle koordineli biçimde, tam bir dokunulmazlıkla sürüyor. Sadece geçen hafta evimde saldırıya uğradım. Yerleşimciler evimin çitine tırmandı, güvenlik kamerasını kırdı ve bana taş attılar. Tüm bunlar İsrail askerlerinin gözü önünde gerçekleşti. Askerler yerleşimcileri tutuklamak yerine beni tutuklamaya kalktı, telefonuma el koydu. Oysa saldırıya uğrayan bendim!

İsrail sisteminde Filistinliler için adalet yok, hukuki bir başvuru yolumuz da yok. İsrail, uluslararası topluma göstermelik bir “hukuk devleti” görüntüsü vermek için zaman zaman bize birkaç kırıntı sunuyor, ama biz adalete, özgürlüğe ve eşitliğe susamış durumdayız. Gazze’deki kardeşlerimiz gibi aç bırakılmasak da Batı Şeria’daki Filistinliler olarak biz de yeterince yakıt, elektrik ve suya sahip değiliz. İfade özgürlüğünden evlerimizi aydınlatan enerjiye kadar hayatımızın en temel unsurları İsrail’in kontrolünde ve bu haklara erişimimiz sistematik olarak reddediliyor. İsraillilerle hiçbir açıdan eşit muamele görmüyoruz.

Ateşkes bazı tutsaklarımızın serbest bırakılmasıyla sonuçlandı, peki bu insanlar neye döndü? Aylarca, yıllarca, kimileri onlarca yıl boyunca tutuklu kalan bu insanlar evlerine döndüklerinde evlerinin yıkıldığını, mahallelerinin yok edildiğini, çocuklarının öldürüldüğünü ve ailelerinin ortadan kaybolduğunu gördüler. Tutsaklar tıpkı Gazze gibi sakat bırakıldı, işkence gördü ve aç bırakıldı. Daha sonra da bir ölüm bölgesi ve başka bir hapishane olan Gazze’ye “salındılar”.

Geriye kalan tutsakların serbest bırakılması için çağrılarımızı sürdürüyoruz. İsrail hapishanelerinde yaklaşık 10.000 Filistinli var; bunların 3.500’ü hiçbir suçlama veya yargılama olmadan “idari tutukluluk” altında tutuluyor. Birçoğu doktor, sağlık çalışanı veya herhangi bir siyasi bağlantısı olmayan sivil kişiler. Bu insanların hepsi cezalandırma amacıyla rehine olarak alındı. Onların özgürlüğüne kavuşmasını istiyoruz. Bu “ateşkes” ne onları, ne bizi, ne de ülkemizi özgürleştirecek.

Trump’ın ateşkesi ve “Orta Doğu barış planı”, süslü bir gösteriden ve sahte bir vitrinden ibaret. Ortada gerçek bir plan veya değişim yok. Bu anlaşmayı, bir zamanlar çok övülen ama sonrasında işgal, apartheid ve toprak gasplarının üstünü örten sahte Oslo Anlaşması gibi, sahte bir barış anlaşması olarak görüyoruz. Ateşkesin uzun sürmesini bile beklemiyoruz. İsrail bu anlaşmaya sadık kalmayacak, çünkü daha önce hiçbir anlaşmaya sadık kalmadı. Oslo Barış Anlaşması’ndan Hebron Protokolü’ne konuşlanma anlaşmasına kadar imzaladığı tüm barış anlaşmalarını ihlal etti. İlk Gazze ateşkesinden ikincisine kadar hepsini bozdu. İsrail bu anlaşmaya da uymayacaktır. Gazze’ye insani yardımların girmesini engelleyerek ve İsrail destekli milislerin cinayetler işlemesine izin vererek bunu şimdiden göstermeye başladı bile.

Trump’ın “Barış Planı”, İsrail’i Hiçbir Şeyden Yükümlü Kılmıyor

ABD yönetimi, halkımıza soykırım uygulayan İsrail’i şımartmaya devam ediyor. Bu “barış planı” özü olmayan, eylemsiz, değişim sunmayan bir plan. En iyi ihtimalle “barış planı”, Trump döneminin boş politikalarının tekrarından ibaret. En kötü ihtimalle ise, İsrail’e soykırımı sürdürmek, Gazze ve Batı Şeria’yı kontrol altında tutmak ve en temel insan haklarımızı inkâr etmek için bahane ve kılıf sunuyor. Bu plan, Trump yönetiminin onayıyla, bize yönelik şiddeti ve toprak gasplarını artırmanın çerçevesini sunuyor.

Dahası, bu senaryoda İsrail’in bize karşı yükümlülüklerinden de hiç bahsedilmiyor. Oysa tarih 7 Ekim’de başlamadı. Birleşmiş Milletlerin ve Uluslararası Adalet Divanı’nın geçen yıl teyit ettiği üzere, İsrail’in Filistin topraklarındaki işgali yasa dışı. İsrail’e işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesi için bir yıl süre verilmişti.

İsrail’in iki devletli çözüme bağlı kalmaması hiç tartışılmadığı, İsrail’in işgalci, Filistin topraklarının ise işgal altında olduğu gerçeğiyle şekillenen bu temel güç dengesizliği ele alınmadığı ve İsrail uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmeye zorlanmadığı sürece hiçbir şey gerçekten değişmeyecek. Bu ateşkesin kalıcı olmasını beklememeliyiz, çünkü İsrail’i buna uymak için teşvik eden herhangi bir unsur yok. İsrail barışa yanaşmayacak. Neden yanaşsın ki? Onları durduracak gerçek bir uluslararası baskı yok. Amerika barışa yanaşmayacak. Bunu neden yapsın ki? Avrupa hükümetleri ne İsrail’e ne de ABD’ye karşı durmaya cesaret edemiyor.

Karşımızdaki apaçık duran sorunun kökü İsrail’in Filistin topraklarını işgalidir. Gerçek barış, İsrail’in biz Filistinlileri öldürmesine kısa bir ara vermesi veya sahte bir “barış anlaşması” ile sağlanamaz. Gerçek barış, özgürlük, öz-yönetim ve eşitliktir. Gerçek barış, uluslararası toplum harekete geçip İsrail’i hesap vermeye zorlamadıkça da gerçekleşmeyecektir. Eğer Batılı hükümetler bunu yapmazsa, o zaman halkları ayağa kalkıp harekete geçmeyi talep etmelidir.

Issa Amro

Filistin’in El-Halil kentinde yaşayan Issa Amro, insan hakları savunucusu. İsrail işgali altındaki topraklarda barışçıl direnişi savunan Youth Against Settlements (Yerleşim Karşıtı Gençlik) hareketinin kurucusu olan Amro, özellikle El-Halil’deki yerleşimci şiddetine ve ayrımcı uygulamalara karşı yürüttüğü sivil direnişle uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmiştir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler