Dijital Feodalizme Direnmek Mümkün mü?
Dijital platformlar yalnızca ürün değil, kullanıcıların gözetimini de satarak yeni bir “dijital feodal düzen” kurdu. Güvencesiz emek, sınırsız tüketim ve borç bağımlılığı üzerine kurulu bu düzen, modern çağın serflerini yaratıyor. David Arditi, “dijital feodalizm” kavramıyla bu düzenin doğasını analiz ediyor.

Bugün dünyayı teknoloji milyarderleri yönetiyor. Forbes’un “dünyanın en zenginleri” listesine bakıldığında, ilk on kişiden yedisinin servetini dijital teknoloji şirketleri üzerinden edindiği görülür. Bu milyarderler, kullanıcılar hakkında veri toplayan dijital ürünlerden para kazanırlar. Oysa bundan otuz yıl önce, Microsoft’un Windows 95’i piyasaya sürerek bilgisayar kullanım biçimimizi dönüştürdüğü dönemde, bugünkü dijital ürünlerin çoğu henüz ortada yoktu.
Dijital Feodalizm Nedir?
Bu otuz yıl içinde dijital teknoloji, küresel ölçekte sermaye üretmenin baskın yolu hâline gelerek her yere nüfuz etti. Üstelik bu sistem yalnızca mal satışıyla değil, kullanıcıların gözetimi üzerinden de değer üretiyor ve bu sayede her geçen gün daha fazla değer elde ediyor. Böylece, benim “dijital feodalizm” dediğim yeni bir kontrol rejimi ortaya çıktı ve bu rejim, direnilmesi gereken bir düzen kurdu.
Bugün bir geçiş döneminin içindeyiz. İstihdam giderek daha güvencesiz hâle gelirken, borçlanarak yaşamak norm hâline geliyor. Tüketim ise hiç olmadığı kadar hızla artıyor. Her şeyi borçla ödedikçe, dijital feodal beylerimize -yani teknoloji milyarderi “tekno biraderlere”- daha fazla güç kaybediyoruz.
Bu tablo, kapitalizmin genel işleyişinin ötesinde üç belirgin özelliğe dayanıyor: Güvencesiz emek, sınırsız tüketim ve borç bağımlılığı. Elbette bunlar yeni olgular değil; ama bugün kazandıkları biçim, benim “dijital feodalizm” olarak isimlendirdiğim yapıyı mümkün kılıyor.
Dijital Feodalizme Varan Tarihsel Süreç
“Dijital Feodalizm” kavramı, tarihsel olarak Avrupa’daki feodalizmin kapitalizme geçiş sürecine gönderme yapan bir kavram. Bir zamanlar köylüler, sosyal güvenceleri olmadan topraklarından atılmış ve yeni işlere zorlanmışlardı. Bugün de benzer bir biçimde, insanlar işlerini kaybedip “gig worker”, yani geçici işçi olarak çalışmaya mahkûm ediliyor. İnternet bağlantısından akış platformlarına, hatta aboneliklerimizi takip eden başka abonelik hizmetlerine kadar uzanan yeni ihtiyaçlar zinciri bizi sürekli daha fazla şey satın almaya zorluyor.
Gelirler düşük, fiyatlar yüksek. Birçok kişi, geçinebilmek için sahip olmadığı parayı harcıyor. Böylece, işçiler kazandıklarıyla yaşamlarını sürdüremez hâle geliyor ve derin borç döngülerine sürükleniyor.
Kapitalizmin kadim bir sorunu var: İnsanları çalışmaya mecbur bırakmak. Feodalizmin çöküş döneminde, yükselen burjuvazi, bu işi köylüleri topraklarından atan yasalarla çözdü. Monarklar ve parlamentolar, özel mülkiyeti yaratan toprak çitleme yasalarını çıkardılar. Böylece topraksız kalan köylüler şehirlerin yolunu tuttu. İşsiz ve evsiz kalmak (o zamanki ifadeyle “serserilik, dilencilik, başıboşluk”) alternatifiyle karşı karşıya olduklarından, çok düşük ücretlerle çalışmaya razı oldular. Aslında, potansiyel işçi yığınları şehirleri ve kapitalizmi öyle bir ölçüde altüst etti ki, İngiltere Kralı VIII. Henry 72.000 insanı “serserilik” suçundan idam ettirdi. İdam edilmedikleri zamanlarda ise, kapitalizmin erken biçimlerindeki işsiz ya da eksik istihdam edilen bu kitleler derin borçlara batıyordu.
Benzer biçimde, Amerika’da köleliğin kaldırılmasının ardından eski köleler bu kez “paydaş çiftçilik” (ing. “sharecropping”) denen borç köleliği sistemine mahkûm edildiler. Bu sistem onları, hayatta kalabilmek için ihtiyaç duydukları borcu asla ödeyemeyecekleri bir biçimde tarım işine mahkûm etti.
Kapitalizm yayıldıkça aynı döngü dünyanın dört bir yanında tekrarlandı. Yeni pazarlar açıldı. Geleneksel geçim biçimleri çökerken insanlar yeni toplumsal ihtiyaçlarla tanıştırıldı. Yeni malları satın almanın tek yolu fabrikalarda çalışmaktı. Herkes fabrika işçisi olamayınca, mikrofinans gibi girişimcilik yollarıyla diğer güvencesiz istihdam biçimlerine de katıldılar. Küçük kredilerle hayatta kalmaya çalışan bu insanlar, borçlarını ödeyebilmek için yeniden ve yeniden çalışmak zorunda kaldılar.
Özgürleşemeyen “Borçlu Sınıf”ın Doğuşu
Borç, bu sistemde bir kontrol mekanizması işlevi görür. İnsanlar sosyoekonomik sistem altında hayatta kalmak için gerekli maddi ve toplumsal ihtiyaçları karşılayamadıklarında, bireysel krediler alır ve ihtiyaçlarını karşılamak için kredi kartlarına yönelirler. Temel ihtiyaçlarını karşılamak için kredi kartlarına ve kişisel kredilere bağımlı hâle gelen bu insanlar iş kurmak, üniversiteye gitmek, konut masraflarını ödemek ve mal satın almak için sürekli borç kullanırlar. Gelirlerinin giderek artan bir kısmı borç ödemeye giderken, daha fazla borç almak zorunda kalırlar. Böylece, sürekli çalışan ama bir türlü özgürleşemeyen bir borçlu sınıf doğar.
İnsanlar ihtiyaçlarını karşılamak için borca güvenirken, dijital gözetim aygıtı onların sermaye için daha fazla üretmeye devam etmesini sağlar. Her veri noktası, bir kontrol aracına dönüşür. Örneğin Uber kullanıcıları sadece yolculuk için ödeme yapmaz; aynı zamanda şirketin onların gündelik alışkanlıklarını izlemesine izin verir. Uber bu verilerle fiyatları belirler, reklam verenleri bilgilendirir, hatta sürücüler üzerinde yeni baskı mekanizmaları kurar. Bu arada, uygulamanın “kolaylığı” yüzünden geleneksel taksi şoförleri işlerini kaybeder; daha fazla insan güvencesiz işlere itilir. Uber yolcuları ve sürücülerinden elde edilen tüm veriler, bir başka kontrol noktası hâline gelir.
Amazon, dijital feodalizmin en çarpıcı örneklerinden biridir. 2000’lerin başında okurlar, geniş kitap yelpazesine kolay erişim sunduğu için Amazon’u tercih etmeye başlamıştı. Ardından Amazon Prime geldi. Ücretsiz kargo ve hızlı teslimat gibi vaatlerle milyonları kendine bağladı. Kısa sürede kitap satışını aşan şirket, neredeyse tüm perakende alanına yayıldı.
Bugün 27 ülkede devasa bir işgücünü istihdam eden Amazon’un “çalışanlarının” çoğu, aslında yasal olarak işçi sayılmıyor; çünkü sözleşmeleri onları “bağımsız yüklenici” statüsünde gösteriyor. Düşük ücretlerle, güvencesiz koşullarda çalışan bu insanlar, ABD’de asgari ücret, sağlık sigortası ya da iş güvencesi gibi temel haklardan yoksunlar. Gelirleri düşük olduğu için kredi notları da genellikle zayıf. Bu noktada Amazon devreye giriyor: “Amazon Secured” adlı kredi kartıyla, düşük kredi notuna sahip müşterilere yüksek faizle borç veriyor. Böylece Amazon dağıtıcısı, hem düşük ücretli bir taşeron olarak şirkete çalışıyor, hem de ondan borç alarak yine Amazon’dan alışveriş yapıyor.
Dijital Feodalizm Nasıl Çalışıyor?
Dijital feodalizme direnmek bireysel bir çabayla mümkün değil. Bu sistem çok büyük, kontrol mekanizmaları çok kapsamlı. Bu yüzden, kamusal düzenlemelere ihtiyaç var. Avrupa Birliği bu konuda öncülük ediyor. Örneğin, Genel Veri Koruma Tüzüğü (GDPR), Google ve Amazon gibi devleri uygulamalarını değiştirmeye zorladı ve teknoloji şirketlerinin dünya genelinde bilgiyi takip etme ve depolama biçimini dönüştürdü.
Ama asıl direniş, dijital sektörün çalışanlarının kendilerini işçi olarak tanımalarıyla başlayacak. Uber sürücüleri, Wolt ya da DoorDash kuryeleri, “bağımsız yüklenici” değil, emekçidir ve buna uygun haklar talep etmelidir. Bu farkındalık, kontrol zincirini gevşetmenin ilk adımıdır. Sonuçta, kendi adlarına değil Amazon için çalışan Amazon kuryeleri, yine Amazon tarafından sömürülmektedir. Ancak çalışanlar sendikalaşabilir ve birbirleriyle rekabet etmek yerine birlikte hareket edebilirler. Kontrole değil, iş birliğine odaklanan bir dünya için dijital feodalizmin üstesinden gelmek adına birlikte çalışmalıyız.
                  
               
                  
                     
            




