Yönetimin Dijital Yüzü ve Teknofeodalizm
Dijitalleşme, yerel demokrasiyi güçlendirmek yerine küresel platformlara mı teslim ediyor? Belediyeler kamusal aklın değil, veri tekellerinin uzantısı mı haline geliyor?

Kentlerin yönetimi giderek daha “akıllı” hâle geliyor. Artık trafik akışını sensörler düzenliyor, belediye hizmetleri mobil uygulamalardan yürüyor, vatandaş şikâyetlerini bir tuşla iletebiliyor. Fakat bu akıllı sistemlerin perde arkasında, yerel yönetimlerin görünmez biçimde dijital platformlara ve küresel teknoloji devlerine bağımlı hâle geldiği yeni bir düzen şekilleniyor.
Bu düzen, yalnızca hizmetlerin verimliliğini artıran teknik bir dönüşüm değil; aynı zamanda siyasetin doğasını değiştiren bir güç ilişkisini de temsil ediyor. Belediyeler artık sadece devletin hiyerarşisine değil, aynı zamanda Google’ın haritalarına, Amazon’un bulut altyapısına, Meta’nın etkileşim ağlarına bağlanıyor. Böylece kamusal otorite, yerel rasyonaliteden uzaklaşıp algoritmik karar süreçlerinin gölgesinde yeniden tanımlanıyor.
Peki yerel yönetimlerin dijitalleşme süreci aynı zamanda bir “teknofeodal” dönüşüm mü? Dijital platformların kamusal alandaki etkisi, yerel demokrasiyi nasıl yeniden biçimlendiriyor?
Kamu Yönetiminde Dijital Dönem
Dijital çağda temel soru artık yalnızca “akıllı şehirler ne kadar verimli?” değil; “bu şehirler kimin çıkarına yönetiliyor?” Tarih boyunca teknolojik yenilikler, iktidarın doğasını değiştirdi. Ancak neoliberal çağda bu ilişki tersine dönüyor. Teknoloji artık siyasal kararları biçimlendiriyor. 1980’lerden itibaren kamu yönetiminde dijital dönüşüm, “Yeni Kamu Yönetimi” modelini aşarak “dijital çağ yönetişimi”ne dönüştü. Bu paradigma, vatandaş odaklı ve verimlilik merkezli görünse de kamu hizmetlerini piyasa mantığına yaklaştırdı.
Dijital çağ yönetişimi, internetin yaygınlaşmasıyla birlikte devlet-vatandaş ilişkisini çevrimiçi kanallara taşıdı. Belgeler, başvurular ve hizmetler dijital ortamda erişilebilir hâle geldi. Ancak bu dönüşüm her zaman vatandaşların lehine işlemedi. Karar alma süreçleri giderek platformların teknik mantığına bağımlılaştı.
Yönetimler, dijital platformlarla hizmet ve iletişim süreçlerinde kurdukları yapısal ilişkiler aracılığıyla, yalnızca ulusal merkeze değil, küresel platform şirketlerine karşı da siyasi ve teknik bağımlılık geliştiriyorlar. Bu bağımlılık, yerel yönetimlerin kamusal temsil kapasitesini ve siyasal özerkliğini görünmeyen biçimde zayıflatıyor. Yerel yönetimler giderek daha fazla dijital platformlara, bulut sistemlerine ve algoritmik kararlara bağımlı hale gelirken; bu süreç, yönetimin yerel rasyonalitesini aşarak, teknofeodal düzende yeni bir dijital yönetim biçimi yaratıyor.
Teknofeodalizm Bağlamında Siyasi İktidar
Teknofeodalizm kavramı, dijital platformların sahip olduğu ekonomik ve yönetsel gücü ifade eder. Yanis Varoufakis’in de vurguladığı gibi, bulut altyapısı ve algoritmik denetim mekanizmaları, şirketleri âdeta çağdaş feodal beyler hâline getirir. Bu yapı içinde yerel yönetimler, artık yalnızca merkezî hükûmetle değil, bu dijital aktörlerle de ilişkilerini yeniden şekillendirmek zorundadır.
Belediyelerin veri toplama, altyapı yönetimi ve hizmet sunum süreçleri giderek platformların kontrolüne geçmekte, böylece kamusal yarar odaklı yönetim dijital rasyonalitenin gölgesinde kalmaktadır. Yurttaşlar da bu süreçte geleneksel katılım araçlarından uzaklaşarak, çoğunlukla veri üreticisi ve algoritmaların etkileşim nesnesi hâline gelmektedir. Neoliberal bağlamda, bu durum yerel özerkliği ve demokratik hesap verebilirliği sınırlar, teknoloji ve piyasa aktörlerinin yerel siyasal güç yapılarını yeniden tanımlamasına imkân tanır. Böylece, internetin toplumsal dokuyu dönüştürmesiyle iktidar artık bilgi akışının ve kültürel kodların kontrolü üzerinden kurulur.
Klaus Schwab’ın yıllar önce öngördüğü gibi, dijital ağlar artık iktidarın merkezini devletlerden platformlara kaydırıyor. Günümüzün teknoloji efendileri ister Çinli, ister Amerikalı, ister başka bir milletten olsun, küresel düzeyde siyasal aktörler ve etkileyiciler hâline gelmiş ve mali kaynakları devletlerinkine eşdeğer düzeye ulaşmıştır. Gerçekleştirdikleri projeler, kurdukları vakıflar yahut attıkları tweetler aracılığıyla sesleri finansal hareketleri tetikleyebilme, yeni kamu politikalarının uygulanmasını sağlama ve milyonlarca insanın davranışlarını aynı anda değiştirebilme gücüne sahiptirler. İçinde bulunduğumuz çağda hükûmetlerin ekonomiyi düzenleme güçlerini giderek kaybettikleri ve pek çok durumda bu teknoloji devlerine neredeyse tabi ya da bağımlı hâle geldikleri sık sık vurgulanmaktadır.
Algoritmik Hâkimiyet ve Yerel Demokrasi
Günümüzde algoritmalar erk sahibidir. İktidarın temel kapsamı içerisinde bu süreç esasen kullanıcıların arzuları ve öznelliklerini biçimlendiren algoritmik yönetişim aracılığıyla işletilmektedir. Algoritmalar, bireyleri kategorilere ayırmakta;
kurumlar karşısında nasıl görüleceklerini ve işleme tabi tutulacaklarını belirlemekte; dijital platformlar üzerinden toplumsal ilişkilerin düzenlenmesine giderek daha fazla aracılık etmektedir.
Bugün dijital dünyada bireyler yalnızca bilgi tüketicisi değil, aynı zamanda sürekli veri üreten birer emekçiye dönüşmüş durumda. “Bulut sermayesi” kavramı, bu görünmez emeği tanımlıyor. Kullanıcılar çevrimiçi platformlarda her tıklamayla, her paylaşımda, ücretsiz biçimde devasa bir dijital değer yaratımının parçası hâline geliyorlar. Varoufakis’e göre bu yeni sermaye biçimi, kapitalizmin iki temel direğini, yani piyasayı ve kâr mantığını altüst etti. Çünkü değer artık alışverişle değil, davranışın kendisinden, yani verinin üretiminden doğuyor. Bulut sermayesi bu anlamda yalnızca üretim yapan değil, aynı zamanda davranışları şekillendiren bir makine. Bu sermaye, parlak cihazlar ve uygulamalar aracılığıyla, onlara sahip olmayan milyonlar üzerinde yeni bir tahakküm biçimi kuruyor.
Sosyal medya şirketleri, artık kullanıcı davranışlarını yöneten diğer kurumlarla rekabet eden yeni bir iktidar odağı hâline geldi. Davranışları yönlendirme, gündemi belirleme ve kamusal tartışmayı şekillendirme gücü, onlara neredeyse devletlere özgü bir otorite kazandırıyor.
Bugün en sert çatışmalar, bu platformlarla geleneksel bilgi kanalları arasında yaşanıyor. Yalan haber, manipülasyon ve dezenformasyon tartışmaları kamusal alanı bir tür “bilgi savaşına” çeviriyor. Bu savaş, birbirine karşıt çok sayıda aktöre halkın dikkatini ve tepkisini yönlendirme fırsatı sunuyor. Böylece kullanıcıların etkileşimi artıyor ve hem siyasal aktörler hem de platformlar bu döngüden kazançlı çıkıyor. Kimse bu mekanizmayı değiştirmek istemiyor. Kullanıcılar ise bu sürekli döngünün içinde, görünmez bir rekabetin parçası olarak kalıyor.
Demokrasinin sağlığı, vatandaşların bilgiyle yalanı ayırt etme, değerleri üzerine düşünme ve buna göre karar verme becerisine bağlıdır. Bu yüzden bir toplumun “öz yönetim” kapasitesi, kamusal alanın bilgi kalitesiyle doğrudan ilişkilidir. Oysa bugün kamusal alan bu işlevini yitirmiş durumda. Gerçeği tartışmak yerine, etkileşimi ölçmekle meşgul bir sistem içinde yaşıyoruz. Sosyal medya şirketleri kamusal alanı kendi dar çıkarlarına göre yeniden kurdu. İnsanları daha uzun süre çevrimiçi tutmak, daha fazla reklam göstermek, daha fazla kâr ve güç elde etmek istiyorlar. Demokrasi, bilgi üretmenin değil, dikkat tüketmenin mantığına teslim olmuş durumda.
Dijitalleşme süreci, yerel yönetimlerin demokratik meşruiyetini aynı anda hem güçlendiren hem de zayıflatan dinamikler üretiyor. Bir yandan dijital altyapılar, katılımcı mekanizmaları genişleterek yurttaşların karar alma süreçlerine erişimini kolaylaştırıyor. E-belediye hizmetleri, çevrimiçi şikâyet hatları ve dijital bütçe uygulamaları, şeffaflık ve hesap verebilirliği artırıyor. Bu araçlar, yurttaşın yönetime yaklaşmasını sağlayarak yerel düzeydeki temsil boşluklarını kısmen onarabiliyorlar.
Ancak bu katılımın altyapısı giderek kamu kurumlarından çok özel platformların kontrolüne geçmekte. Böylece dijitalleşmenin demokratik potansiyeli, şirketlerin sahip olduğu altyapı ve veri tekelinin sınırları içinde şekillenmeye başlıyor. Teknofeodalizm, tam da bu bağımlılık ilişkisini görünür kılıyor. Dijital platformların ekonomik ve yönetsel gücü, yerel yönetimlerin özerkliğini ciddi biçimde sınırlandırıyor. Belediyeler artık yalnızca merkezî devletin talimatlarıyla değil, aynı zamanda özel platform şirketlerinin altyapı, veri ve algoritma kontrolüne bağımlı. Bu durum kamu yararı yerine piyasa mantığının belirleyici hâle gelmesine yol açıyor. Karar alma süreçleri algoritmalara devredilirken, yurttaşın yönetime katılımı veriler üzerinden ölçülüyor. Böylece demokratik meşruiyet, halkın doğrudan katılımından ziyade, şirketlerin sunduğu dijital kanallar aracılığıyla şekilleniyor. Google, Amazon ve Meta gibi şirketlerin platform egemenlikleri, kendi yönetişim modellerini kurmalarına izin veriyor. Bu da yönetişimin giderek özelleşmesine ve ulus devletlerin geleneksel otoritesine doğrudan meydan okunmasına neden oluyor.
Sonuç olarak, yerel yönetimler artık yalnızca kamu hizmeti sunan birimler değil, dijital platformlarla sürekli etkileşim hâlinde olan ve bu etkileşimde giderek bağımlılaşan aktörler. Teknofeodalizm, böylece yerel demokrasiyi hem özerklik hem de katılım açısından sınırlayan kalıcı bir güç olarak işlev görüyor.
                  
               
                  
                     
            




