Analog Çağının Başkentinde E-Devlet Özlemi
Almanya'da bürokrasi günümüzdeki karmaşık hâlini nasıl aldı? Veri güvenliğini merkeze alan ve eski alışkanlıkları koruyan bu sistem, modern dünyaya ayak uydurmakta zorlanıyor. Peki, çözüm ne? Türkiye’nin e-Devlet pratikliğini tecrübe edenler için bu bürokratik labirent ne anlama geliyor?

Ağustos 2022’de Almanya’nın Esslingen şehrindeki bir grup insan, yerel restoranların Kovid-19’dan sonra toparlanmalarına yardımcı olmak için bir yaz şenliği düzenlemek istedi. Şenliğin amacı, restoranların ucuza kiralayabileceği geçici yiyecek kulübeleri inşa etmekti. Ancak belediye yetkilileri, ortalama sıcaklığın 24-25 derece olduğu bir yaz ayında kulübelerin yoğun kar yağışını taşıyacak şekilde inşa edilmesinde ısrar ettiler. Yaz şenliği bir şekilde yapıldı, ancak çatıların maliyeti işletmeleri çoktan zarara sokmuştu.
Münih’te yaşayan Ivan Kuleshov, bir gün posta kutusunda bankadan gelen bir mektup buldu. Mektupta Kuleshov’un dijital banka hesabının başka bir cihazda açıldığını ve hesabına yapılan bu girişten haberi yoksa bankaya başvurması gerektiği yazıyordu. Buraya kadar her şey Almanya şartlarında normaldi, ancak banka hesabının cihazda açıldığı günle mektubun ulaştığı tarih arasında 1 ay vardı.
Leipzig şehrindeki bir restoran işletmecisi, misafirlerini restoranının dışındaki nehir boyunca gezdirmesi için Venedik’ten iki gondolcudan hizmet almaya karar verdi. Kamu Düzeni Ofisi (Ordungsamt) gondolcuların gondol sürme lisansını görmek isteyince proje başlamadan bitti.
Hannover’deki bir ev sahibi, kısa bir süre içinde boş bir çatı katını öğrenci yurduna dönüştürmek istedi. Planlama başvurusu itfaiye yetkilileri tarafından reddedildi. Yetkililer, bir ağacın dallarının çıkış yoluna mâni olduğunu söylediler. Ağacı budamak gerekiyordu. Ancak bu işe bakan başka bir birim daha vardı. Yeşil alanlardan sorumlu belediye yetkilisi, ağaçların “şehir manzarasının hayati bir parçası” olduğunu söylerek bu öneriyi reddetti.
Almanya bürokrasinin başkentidir. Bu ifade klişe bir basmakalıptan ziyade raporlar, veriler ve istatistiklerle ortaya konulmuş, Alman toplumunun da kabul ettiği acı bir şöhrete dayanıyor. Öyle ki yakın zamanda “Bürokrasiyi Azaltma Yasası” dahi yürürlüğe girdi. Alman toplumu ve yöneticileri olayın vahametini kabullenmiş durumda. Dahası her gün karşı karşıya oldukları ve giderek büyüyen bir “Leviathan”la mücadele etmeye çalışıyorlar.
“Termin” ve “Anmeldung” sözcükleri Alman yaşantısının olmazsa olmazları. Evet, hayata bir düzen getirdikleri aşikâr. Ancak beraberinde bir travma da oluşturmuş olabilirler mi? Uzun bekleme süreleri, kapalı ofisler, aylar sonrasına verilen randevu, insani sebeplerle olsa bile “Son dakika ve acil” taleplere duyulan nefret ve sonu gelmeyen kâğıtlar, imzalar, mektuplar.
Almanya’daki Bürokratik Geleneğin Oluşumu
Alman siyasetçilerin “Bürokrasiyi azaltmak federal hükûmetin en önemli görevlerinden biridir. Bürokrasi, yıllar içinde göbek yağının birikmesine benziyor. Bir düğmeye basarak bir gecede ondan kurtulamazsınız.” şeklinde Federal Mecliste (Bundestag) sarf ettiği ifadeler, işin idrak boyutunun çoktan aşıldığını gösteriyor.
Gerçekten de ev ve okul kaydı yaptırmaktan banka hesabı açmaya, sosyal yardım başvurusundan sağlık sigortasından yararlanmaya varıncaya dek onlarca sayfa kopyayı bir yerlere sunmak, idari dijitalleşmenin eksikliği nedeniyle aynı kurumun içerisinde benzer işlemler için aynı belgeleri defalarca taşımak zorunda kalmak Alman toplumunun alışık olduğu —ve neredeyse gençler ve expatlar dışında kimsenin itiraz etmediği- gündelik bir iş.
Alman bürokrasisinin kurucularından olan Karl vom Stein, 1800’lü yılların başında Prusya Reform Hareketi’ni başlattığında ulaşmak istediği sonuçlardan biri de ülke genelinde tesis edilecek idari birlik, uyum ve standartlardı. Prusya Reformlarının kavramsal temellerinden birini oluşturan, kendisinin kaleme aldığı Nassau Muhtırası’nda (Nassauer Denkschrift), reformun amacı hakkında şöyle söylüyordu: “Yurttaşların ruhu, görüşleri ve ihtiyaçları ile devletinkiler arasında uyumu sağlamak.”
Stein ve takipçileri nereden bilebilirdi ki 200 yıl sonra bir devlet bankasının müşterisinin 25 sentlik borcunu hatırlatmak için 4,5 avro kâğıt ve posta masrafı yaparak ona mektup gönderecek kadar idarede itaatkâr ancak zararına bir anlayışa sahip olacağını. Belki de sorun tam da burada: Kurallar ve standartlar, Almanya’da bir tabu hâline dönüşmüş. Yeter ki bürokrasinin çarkları dönsün, kurallar ve kaideler işlesin. Eski de olsalar, değişen toplumun gerisinde de kalsalar bu kuralları yürürlükte olduğu sürece —bunların insana olan katkısına ve toplumsal faydasına bakmaksızın- kuralları yaşatmayı ve uygulamayı sürdürüyorlar. Bu topraklarda “kadük” olmak neredeyse imkânsız, kabul edilmiş her kural zamanın çarkına asılı kalarak ilerliyor. Bunların hantallaşması kaçınılmaz ve bir zaman geldiğinde artık hareket edemez olacağı aşikâr.
Şüphesiz Max Weber’in 1900’lü yılların başında formüle ettiği klasik bürokrasi kuramının bugün de yürürlükte olan, adalet, yasallık, öngörülebilirlik, iş bölümü ve hiyerarşi ilkelerine dayanması, şahsi yorumdan ve kişilerden bağımsız disipline olmuş bir organizasyon vaadi ondan vazgeçmeyi Almanya gibi ülkeler için oldukça zorlaştırıyor. Öte yandan kişisel verilerimizin tarihte hiç olmadığı kadar önemsendiği, ticarileştiği ve küresel hâle döndüğü bir çağda Alman bürokrasisindeki klasik yöntemlerin hâlâ revaçta olması ve dijitalleşmeye tam olarak geçilememesini değerli bulanlar olabilir. Ancak bunun da bir faturası var. Bonn’daki Orta Sınıf Araştırmaları Enstitüsü (IfM) tarafından yürütülen yakın tarihli bir çalışma, Almanya’daki bürokrasi yükünün artık yatırımın önündeki en temel engel hâline geldiğini gösteriyor. Çoğu şirket, bürokrasi nedeniyle Almanya’da daha az yatırım yapıyor, bir kısmı çekiliyor ve bir kısmı başka ülkelere yöneliyor. 10 girişimciden 8’i bürokratik yük nedeniyle girişimcilik faaliyetlerinden soğuduğunu, bürokrasinin emir-komuta yaklaşımından ziyade güvene dayalı bir yaklaşıma ihtiyaç duyduklarını söylüyor.
Datenschutz: Kişisel Veriler Ne Kadar Kişisel?
“Datenschutz” yani kişisel verilerin korunması hususu da bürokrasi tartışmaları arasında önemli bir yerde. Kişisel verilerin korunması Almanlar için neredeyse diğer tüm uluslardan daha önemli görünüyor. Peki neden? Kimileri bunun Nasyonal Sosyalist rejim döneminde neredeyse herkes hakkında devlet tarafından bilgi toplanması ve insanların fişlenmesine dayanan derin travmadan kaynaklandığını düşünüyor. Dahası aynı mirasın ülkenin Doğu Almanya ve Batı Almanya olarak bölünmesinden sonra da kısmen yaşatıldığı bir sır değil. Yakın tarihinde böylesi ağır travmalar yaşayan bir ülke için kişisel verilerin korunması konusundaki hassasiyet makul görülebilir elbette. Belki Almanya’da e-Devlet gibi bir uygulamanın hayata geçmesinin önündeki en büyük engel, insanların tarihsel şüpheciliği ve haklı endişeleridir.
Bir yandan da bu yalnızca Almanların dert ettiği bir mesele değil. Artık hemen her ülkede kişisel verileri korumaya yönelik yasalar mevcut. Kimse kişisel bilgilerini şirketlerin reklam algoritmaları içerisinde piksellere ayrılmış bir veri olarak görmeyi istemiyor. Ancak Almanya’daki durum kimi zaman “ötekinin sınırlarını” zorlayacak raddeye gelebiliyor. Suç işleyen bir kişinin görüntüsünü komşu iş yerinin kamerasından temin edip polise vermeyi deneyen mağdurlar arasında, kişisel veri hukukunu ihlal ettiği yönünde uyarı alanlar oldukça fazla. Böyle olunca “Yasalar ve adalet kim için?” sorusunun cevabı zihinlerde tam oturmuyor.
Göçmenlerin Bürokrasiyle İmtihanı
Peki, aynı zamanda bir göç ülkesi olan Almanya’da, göçmen kökenli insanlar için bürokrasi ne ifade ediyor? 65 yıl önce iş gücü anlaşmalarıyla gelen misafir işçi nesillerinin yeni gelen göçmenler ve expatlara oranla avantajlı olduğu kesin. Çoğunun oturum, çalışma, sigorta, ev, okul, belediye kaydı ve benzeri bürokratik süreçleri çoktan tamamlanmış ve bununla ilgili yol yordam nedir, işler nasıl ve ne şekilde yürür biliyorlar. Gurbetçilikten diasporaya geçilmiş, yüzlerce dernek, işletme ve diasporik mekanla çok sayıda “ağ” tesis edilmiş ve en önemlisi dil bariyeri aşılmış durumda. Ancak yeniler için durum sürekli “fenomen” yaratıyor. Bürokratik süreçler dilden dile, kulaktan kulağa dolaşarak travmatik bir hâle bürünüyor.
Almanya’daki en kalabalık göçmen kökenli toplum olan Türk toplumu içinse durum biraz daha farklı. Çünkü son 15 yıldır e-Devlet’in getirdiği konfor hayatlarımıza girmiş durumda. Hızlı ve yavaş bürokrasi arasındaki farkı artık biliyor ve ülkeler arasında kıyas yapabiliyoruz.
e-Devlet Kapısı, Türkiye’de, kamu hizmetlerinin elektronik ortamda, güvenli, kesintisiz ve hızlı şekilde, ortak bir nokta üzerinden vatandaşa sunulmasını amaçlayan web tabanlı bir sistem. 2023 yılı itibarıyla 1026 resmi kurum tarafından sunulan 7741 adet hizmetin bulunduğu e-Devlet uygulamasında, kullanıcı sayısı 64 milyona ulaştı. İstatistikler inanılmaz ve ulaşabileceğiniz hizmetlerin sayısı da öyle.
e-Devlet’te Adli Sicil Belgesi Oluşturma, Dava Sorgulama, Mobil Hat Açma-Kapama, Trafik Cezası, Vergi Borcu, Adres Değişikliği Bildirimi, Sosyal Güvenlikle İlgili Hizmetler, Tapu Bilgisi Sorgulama, Askerlik İşlemleri gibi günlük hayatta doğrudan kullanılan yüzlerce hizmete çevrimiçi olarak ulaşılabiliyor. e-Nabız üzerinden yıllar önceki tahlillerinize, radyolojik görüntülemelerinize ve kullandığınız ilaçlara kadar tüm sağlık geçmişinize ulaşmak mümkün. Hatta Alt-Üst Soy Bilgisi Sorgulama ile anne babanızın soy bağları üzerinden kökenlerinize doğru uzun bir yolculuk dahi yapabilirsiniz.
Özellikle Almanya gibi klasik bürokrasinin baskın olduğu ülkelerden gelenler için günlük hayatı kolaylaştıran yüzlerce kamu işlemini dijital ortamda, hatta cep telefonundan yapabiliyor olmak sıra dışı bir deneyim sunuyor. Yılın küçük bir kısmını Türkiye’de geçiren diasporanın, bu pratik dünyayı keşfedince kendi deneyimleri ile kıyaslaması oldukça normal. Bu kıyas iki yönlü. İlki yaşadıkları ülkeyle, ikincisi ise yılda bir veya birkaç kez geldikleri ana vatanlarındaki geçmiş tecrübelerle.
Eski filmlerin zihnimize bir komedi unsuru olarak nakşettiği “gurbetçi” karakteri, son yıllarda nefret duygusuyla yaklaşılan bir simgeye dönüştü. “Gurbetçi” ve Almanya’da yaşam algısını şekillendiren eski ve yeni birçok klişe ve basmakalıp fikirler, Türkiye’de yayılmaya devam ediyor. “Misafir işçi” neslinin yaşanmışlıklarını dokümante eden DiasporaTürk’ün kurucusu Gökhan Duman, “Kurulu Düzen” serisinde günümüz Türkiye’si ve diasporası arasındaki anlam farklarını inceliyor. Serinin yazılarına ulaşmak için tıklayın.
TIKLADijitalleşmede Diasporadan Faydalanmak
Peki diaspora ve ana vatanın sahip olduğu bu iki farklı deneyim arasında bir köprü kurulabiliyor mu? Yaklaşık 3 milyon 500 binlik bir Türkiye kökenli nüfusa sahip olan Almanya, onların Türkiye’deki çevrimiçi kamu hizmetleri tecrübesini, kullanım deneyimlerini, beğeni ve eleştirilerini, kazanılan zaman ve maliyeti, kişisel kullanıma dair olumlu ve olumsuz düşünceleri öğrenerek kendi dijitalleşme sürecinde kullanamaz mı? Bu tür bilgiler esasında veri olarak oldukça kıymetli, ulaşması zahmetli ve maliyetli. Oysa “terminsiz” ve “gönüllü” bir anketle on binlerce kişinin katılımı sağlanabilir ve göçmen kökenli nüfustan sıra dışı bir fayda elde edilebilir. Meseleye “Döner aslında kimin?” sığlığı üzerinden bakmayacak bir Alman entelijansiyası pekâlâ diasporaların göç edilen ülke lehine olan yararlarına kafa yorabilir.
Öte yandan göçmen kökenlilerin kendi topluluklarını ilgilendiren sorunlarla mücadele etmekten ülkenin tamamını ilgilendiren ana sorunlara kafa yorması her zaman mümkün olmuyor. Anadillerini çocuklarına öğretebilmek için kurs düzenlemeye çalışırken Spree Nehri’nde yüzen kuğuların geleceğine kafa yormak doğal olarak pek mümkün değil. Ancak ülkenin kronik sorunları yalnızca Almanları ilgilendirmiyor. Ağır işleyen kamu hizmetleri, bürokratik yük, tıkanan yollar, sonuçsuz başvurular, dijitalleşmenin emekleme hızında ilerlemesi, bankacılık ve sağlık hizmetlerinde kullanılan geçen yüzyılın teknikleri, Almanlar kadar Türk toplumu için de sorun teşkil etmiyor mu? Hayatı boyunca Almanya dışında yaşamamış bir Alman vatandaşı için ağır ve yavaş bürokrasiyi kıyaslamak pek mümkün değil. Fakat Türkiye’de deneyimlediğimiz e-Devlet hizmetiyle Almanya bürokrasisinde değişimi ve dijitalleşmeyi en çok da diasporanın talep etmesi kimseyi şaşırtır mıydı? Aksine diasporaların ve göçmen kökenlilerin ülkenin ana meseleleriyle ilgilenmesi, tartışmanın içerisinde olması ve taleplerde bulunması Alman toplumu ve yöneticileri için farklı bir deneyim olurdu. Toplumun önünden gitmek, tüm ülkeye fayda sunacak argümanlar geliştirmek ve tecrübeleri paylaşmak hiç şüphe yok değer görebilir. En azından sorular bildiğimiz yerden gelir.
Bir de gerçeklik var tabi. Yasalar, tartışmalar, irade beyanları ortada ancak, Alman bürokrasisi iyileşmeye çalışırken memur düzeyinde hâlâ “Neden olmasın?” hoşgörüsüyle yaklaşmak yerine “Ne alaka?” nobranlığı hüküm sürmeye devam ediyor. Düzeleceğine dair ufukta bir ışık yok. Mevcut durumda “Bürokrasi yenilmez.” mi demeliyiz?
Peki Türkiye, Almanya’dan Ne Öğrenebilir?
Türkiye açısından ise diasporanın uzun yıllara dayanan yurt dışı bürokrasi deneyimi, “usul” olarak transfer edilebilir miydi düşünmek gerek. Diasporanın yıllara dayanan “sabır ve riayet kültürü” ana vatana taşınabilse, zaten görece daha pratik ve hızlı olan Türkiye’deki bürokratik süreçlere katkı sağlanabilirdi. Diasporaların dikey faydaları üzerine kafa yoran ve harekete geçen ülkelerin elde edeceği beşerî sermayenin çarpan etkisi yaratması oldukça olası.
Ancak mesele, diasporanın ve expatların yurt dışındayken “e-Devlet ne büyük nimetmiş!” ve Türkiye’deyken “Almanya’da her şey ‘terminle’, kimse kimsenin önüne geçemez.” gibi söylemler arasında sıkışıp kalıyor. Gündelik retorikler kimseye fayda sağlamıyor. Tecrübe aktarımı ya da verilerin bilgiye dönüştürülmesi ve pratik kullanıma dair de görünür de hiçbir emare yok. Öyle olunca da diasporaların mütemmim cüzü olan “ikili yaşantıyı” kabullenmekten başka çare kalmıyor. Almanya’da analog, Türkiye’de ise çevrim içi.