'Kurulu Düzen'

Kadim Dürtü: Önce Düzen

Geçmişte popüler kültür içerisinde yoğrulmuş olan Türkiye’deki "Gurbetçi" tahayyülü, sosyal medyanın etkisiyle yeni bir görünüm kazandı. "Kurulu Düzen" serisinin ilk yazısında Gökhan Duman, özellikle stereotipler üzerinden şekillenen negatif söylemin -geçmişten günümüze değişmeyen ön yargılarla- toplumdaki hınç kültürünü nasıl yeniden ürettiğini inceliyor.

Kaçak yollarla Türkiye'deki köylerinden İsveç'in başkenti Stockholm'e gelen bir grubun hikâyesini anlatan ve Tunç Okan'ın yönettiği "Otobüs" filminden bir sahne, 1974.

“Kitlelerin bağrında yok olup gitmek ne konfor.”

Jean Baudrillard

“Sibermekan cennetinde verilen hükümlerin temyizi yoktur.”

Zygmunt Bauman

Türkiye’de sıklıkla sosyolojik kavram üretilmiyor. Esasında sosyolojik havza oldukça geniş fakat kavramsallaştırma konusunda üretim az. 2007 yılında Şerif Mardin’in ilk kez kullandığı “Mahalle Baskısı” kavramı, birkaç yıl akademinin ve medyanın gündeminde kalmış ve üzerinde pek çok tartışma yürütülmüştü. Uzun yıllar sonra -her ne kadar akademiden çıkmamış olsa da başkaca bir kavram benzer bir popülerliği yakalayabilir görünüyor. Çoğunlukla sosyal ağlarda ve sokakta karşımıza çıkan kavram, henüz medyanın ve akademinin yeterince ilgisini çekemedi, ancak kullanım olarak çoktan toplumsal zeminde karşılığını buldu. Son birkaç yıldır “Kurulu Düzen” denilince neredeyse istisnasız bir şekilde neyin kastedildiğini anlaşılabiliyor.

Popüler Kültürün Karikatürize Ettiği “Gurbetçi” Figürü

“Kurulu Düzen” kavramı, 1960’lı yıllarda misafir işçi olarak yurt dışına göç etmiş ailelere karşı “alaycı” bir tutum ve söylemi taşıyor. Ancak son yıllarda daha popüler hâle gelmesi, bu kavramın yeni olduğu anlamına gelmiyor. Kökenleri pekâlâ var. Türkiye’deki “Gurbetçi” retoriği, 1960’lı yılların sonunda başlayıp 2000’li yılların ilk çeyreğinde “diaspora” güncellemesi alana dek neredeyse hep aynı çizgide devam etti. Kavramın kökenlerini popüler kültürde aramak buraya nasıl gelindiğiyle ilgili bir yol gösterebilir. Çünkü “Gurbetçi” tahayyülünün Türkiye’de kültür endüstrisi tarafından karikatürize edildiğini, fenomen ürettiğini ve neredeyse kimsenin içerisinde şüphe bırakmayacak şekilde kati bir anlama büründüğünü söylemek mümkün.

1950’li ve 60’lı yıllarda Avrupa’ya misafir işçi gönderen İtalya, Yunanistan, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerin misafir işçi miraslarıyla olan ilişkileri çoğunlukla saygı ve empati zemininde şekillenirken Türkiye başta Yeşilçam ve Unkapanı olmak üzere “gurbetçiyle” olan ilişkisini büyük ölçüde abartılı bir karakter ve makul olmayan bir kimlikle resmetmeyi tercih etmiş. “İyi kalpli, masum bir dolandırıcı” olarak sunulan Gurbetçi Şaban’dan, “Alamanya, Alamanya bizim gibi aptal bulaman ya!” diye nakarat döndüren şarkılara varıncaya dek işçiler ve aileleri için hayalî karakterler üretilmiş. Öyküler de öyle… Bir lokantada tavuğu budundan tutup yiyerek yan masadaki Alman kadınları eğlendiren görgüsüz Türk işçisi kurgusu ve benzerleri düşmüş edebiyatın nasibine. Oysa aynı yıllarda Alman İşverenler Birliği, Federal Çalışma Bakanlığına bir mektup yazarak Türk işçilerle olan anlaşmanın uzatılmasını salık veriyor hem iş hem uyum yönünden Türkiye’den gelen işçilerden fazlasıyla memnun olduklarını dile getiriyordu. Çalışkan, emektar, kalifiye işçi profili senaristlerin ve yazarların ilgisine mazhar olamadı.

Filmlerin, şarkıların ya da öykülerin içerisinde, sözü dinlenilen, danışılan ya da mahallenin akil kişisi olamadı gurbetçiler. Tarihî olaylar, dönüm noktaları, toplumsal hareketler de dikkati o yöne çevirmeye yetmedi. 1973 yılında gerçekleşen, Almanya iş tarihindeki en büyük grevlerden olan Pierburg Kadın Grevi ve Köln’deki Ford Grevi’nde, işverene karşı haklarını arayan mücadeleci işçilerin varlıkları da görmezden gelindi. Almanlar tarafından “Getto” olarak adlandırılan, bakkalından manavına, berberinden kasabına, camilerinden derneklerine, düğün salonlarından çeyiz mağazalarına kadar kendi kültür ve geleneklerini yaşatmak amacıyla kurdukları büyük mahalleler ve o mahallenin ürettiği sıra dışı hikayeler de sınırları aşıp Kapıkule’den geçemedi.

Çoğunlukla başka roller biçildi üzerlerine. Kültürsüz, zevksiz, kısa yoldan zengin olmak isteyen, arada kalmış sönük stereotipler çıkartıldı sahneye. Kültür endüstrisi, hepsini bir potada eriterek popüler kültür üretmeyi ve üstenci bir gözle bakmayı tercih etti bu meseleye. Bu yönüyle bakılırsa popüler kültürü sığ ve manipülatif olarak ele alan Adorno ve Horkheimer’ın çerçevesine dahil edilebilir görünüyor “Gurbetçi” üzerinden üretilen malzemeler. Türkiye’deki kültür endüstrisinin ürettiği fenomenlerden belki de en başarılıların arasındadır “Gurbetçi” retoriği. Başarısı tüketiciye yalnızca tek tip bir karakter sunarak bunu büyük ölçüde kabul ettirmesinden ileri geliyor. Derinliksiz, tek boyutlu ve ucuz bir malzemeyle vitrine yerleştirilerek tüketiciye yıllarca aynı ürünün servis edildiği pek de zahmetli olmayan bir üretim geçmişine sahip. Bir tekelleşmenin olduğu bile söylenebilir.

1993’te ırkçılığın Solingen’de zirveye çıktığı facianın sabahında, Mevlüde Genç’in beş canını yitirdiği evinin duvarına Türkçe olarak şöyle yazılmıştı: “Neredesiniz, biz ölüyoruz!” Soruyu kimse üzerine alınmadı. Kültür sektöründen bir cevap almaksa zaten pek gerçekçi olmayan bir beklentiydi. Solingen’den yalnızca üç yıl sonra Türkiye’de gösterime giren “Gurbetçiler” dizisi, bırakın baş sağlığı vermeyi, Yeşilçam’ın hayali karakterlerini yaşatmakla meşguldü. Kızınca “Dunkof!” diye bağıran gurbetçi Davut Usta ve onun aşırı “saf” oğlu Halis, yeni popüler kültür malzemesi olmaktan öteye gidemedi. 2012’de ekrana gelen 80’ler dizisinin Almancı karakteri Şahin de Halis’in bir diğer versiyonuydu. Yıllar geçse de fenomen değişmedi. Gurbetçi kronik cahil, ne oralı ne buralı, toplum içerisinde bir rolü olmayan, emek, üretim ve katma değerdeki rollerinin görmezden gelindiği bir yan karakter olmayı sürdürdü.

Değişen Denklem, Değişmeyen Rol

“Kurulu Düzen” söylemi geçmişin alışkanlıklarını devam ettiriyor. Ancak bu kez sektörel bir tazyikle değil, değişen, dönüşen yeni medya araçlarının oluşturduğu zeminde vücut buluyor kendine. Özellikle sokak röportajlarında aranan “elverişli profil” tespit edildikten sonra avro kurundan market fiyatlarının karşılaştırmasına varıncaya dek “Gurbetçi bunu dedi, avroyla maaş alan adam şöyle söyledi. Orada tuvalet temizliyor, burada ahkam kesiyorsunuz.” minvalinde binlerce yorum düşüyor önümüze. Etkileşim de alıyor. Ardından o sihirli cümlelere sıra geliyor, “Kurulu Düzeniniz var değil mi, dönemiyorsunuz?” “Oy vermesinciler” de sıkça çıkıyor sahneye. Yılın büyük kısmını ana vatanı dışında geçirmeleri nedeniyle vatandaş da olsalar Türkiye’deki seçimler için oy vermelerinin gereksiz olduğu düşünülüyor. Türkiye’deki konut ve arazileri için alınan yıllık vergilerden askerlik yapmaya varıncaya kadar vatandaşlıktan kaynaklanan diğer borçlarını ödemelerinde sakınca görülmüyor. Oysa yurt dışından oy kullanma, halihazırda 80’den fazla ülkenin sandık kurma, mektup gönderme ve çevrim içi oy araçlarıyla uyguladığı, kökenleri 1862’ye dayanan bir sistem. Diasporik bir hak olarak görülmesi epeyce eskilere dayanıyor.

Yeni trendde yaratıcı teklifler de çıkıyor karşımıza. “Gurbetçiler Kapıkule’den girerken 1000 avro vefa vergisi ödesin!” önerisi binlerce kez paylaşıldı sosyal medyada. Özveriyi uzakta olandan beklemek gibi yerleşik bir anlayış var nedense. Araması, sorması, özür dilemesi, teşekkür etmesi, haddini bilmesi, çok konuşmaması, gerektiğinde borç vermesi, gelirken hediyelerle gelmesi, hesapları ödemesi gerekenler çoğunlukla onlar. Bitmeyen bir borcun mirasçısı gibi gurbetçiler. Madem “para” üzerinden söylem üretiliyor, bunun cevabı zaten oldukça açık. Tezler, makaleler, yerel ve uluslararası istatistiklerin de ortaya koyduğu üzere bir zamanlar Türkiye’nin dış ticaret dengesini büyük oranda işçi dövizleri karşılıyordu. Ve uzun yıllar, bu rakamlar başka bir ülkeyle kıyaslanamayacak ölçüde yüksek kaldı. Yani popüler bir tabirle, ortada bir borç varsa aslında zaten fazlasıyla ödenmişti.

Grafik: Merkez Bankası İstatistikleri, 2004.

“Kurulu Düzen” söylemi, yurt dışında yaşayan insanları hayalî bir kalıba itekliyor. “Anavatanın kestiği parmak acımaz.” mı demeliyiz? Essen’deki madenlerde, yerin 1300 metre altında 18 yıl boyunca çalışıp emekli olmuş, yılın yarısını memleketinde yarısını torunlarının başında Essen’de geçiren emektara, sokaktan geçerken uzatılan mikrofon aracılığıyla bir hayat rotası çizmek sıradanlaşıyor. Meşrulaştırmaksa çok kolay: “Onlar da Türkiye’yle ilgili yorum yapmasın o zaman, edepleriyle avrolarını harcayıp gitsinler!” diye içselleştiriliyor tartışma. O esnada Berlin Kreuzberg Belediyesi, Türk misafir işçilerin hatırasını onurlandırmak amacıyla sanatsal bir anıt yaptırmak için ilana çıkıyor. Göçün mütemmim cüzlerinden biridir zaten zıtlıklar.

Linç kültürü sosyal medyada gündelik bir meşgale artık. Kimisinin bir günde posası çıkartılıyor, kimisi de birkaç günde alıyor nasibini sanal kitlelerden. Ancak “Gurbetçiler” linçlenmekten daha öte bir sınava tabi. Bunu belki “hınç kültürü” üzerinden ele almak daha yerinde olur. Yurt dışında yerleşik insanlara sürekliliği olacak bir şekilde kızgınlık, aşağılama ve had bildirme trendi yerleşiyor. Anavatanın diasporasına karşı ürettiği bu negatif tazyik bu alandaki nadide örneklerden olabilir. Kültür endüstrisinin 60 yılda oluşturduğu zihinsel arka plan, şimdi sosyal medyanın yarattığı hınç kültürüyle birleşince giderek onarılmaz bir hâle bürünüyor.

Sadece Gurbetçiler mi Düzen Kurar?

“Kurulu Düzen” ise bu hıncın açığa çıktığı zamanlarda en sık kullanılan metafor. “Kurulu Düzen” yalnızca göç geçmişi olan insanların hayatıyla ilgili değil oysa. Epey eskilere dayanan “yerleşik hayata geçiş” serüvenimizin kökenleri, yalnızca sabit bir yerde yaşama dürtüsüne dayanmıyor. Ortak yaşam ritüellerinden toplumsal kurallara, günlük işlerden mesai ve saat sistemine, aile ilişkilerinden toplum ilişkilerine, çalışma günlerinden tatillere, ötekinin sınırlarından kendi özgürlük alanımıza, adabı muaşeretten protokol kurallarına varıncaya dek esasında insanların binlerce yıldır inşa etmeye çalıştığı sistemin adı “Kurulu Düzen”.

Rutinler çağındayız. Rutinlerimizi pamuklara sarıp sarmalıyoruz hatta. Her gün kullandığınız yolun bir sabah ansızın kapatılması, haberiniz olmadan sefer saatlerinin değişmesi, bir gece mesajıyla hafta sonunda mesai yapacağınızı öğrenmeniz, ofisinizin, masanızın, yöneticinizin değişmesi, yıllarca resmi evrak işlerinizi yaptığınız binanın bir anda şehrin diğer ucuna taşınması, yan masadan gelen rahatsız edici yüksek sesler, karşı dairenize huysuz bir komşunun yerleşmesi, ev yolunda yaşanan bir trafik tartışması, tahlillerinizin kötü çıkması, iptal edilen buluşmalar, ek faturalar, ertelenen randevular, saatinde açılmayan kapalı kapılar… Alışık olduğumuz, vücut ve zihin ritmimizin yatkın olduğu akışın adı aslında “Kurulu Düzen”. Her birine alarmlar kurduğumuz ve aksamasın diye bütün hayatımızı seferber ettiğimiz bu hayhuyun ta kendisi.

“Geçmiş yaşamlarını yeniden kurmak değil istedikleri. Alışmak… Başı sonu belli olan bir düzene alışmak yalnızca. Hesapta olmayan bir iş çıktığında gece yine uyutmasın; ama illaki bir düzenleri olsun istiyorlar. Avrupa’nın her yerinde yeni düzenler kuruluyor ardı ardına. Birbirinden habersiz ama birbirine kalın urganlarla bağlı düzenler.” (11.Peron)

Uzak coğrafyalarda, farklı kültürlerin içerisinde 63 yılda emek ve alın teriyle inşa ettiğimiz “Kurulu Düzeni” korumayacağız da başka neyi koruyacağız? Bayramlarda kilometrelerce kuyruklar oluşturarak Anadolu’nun kılcal damarlarına kadar dağılan milyonlarca insan, tatil bittiğinde kendi “kurulu düzenlerine” dönmüyorlar mı? Tıpkı bütün yıl çalışıp yazın 2-3 haftalığına Türkiye’ye gelen “gurbetçiler” gibi… Herkesin düzeni kendisine o hâlde.

İçimizde alarm kurmayan var mı?

Perspektif’le Avrupa gündemini günlük takip etmek ister misiniz? Perspektif bültenine kaydolun, Avrupa'daki gelişmeler e-posta kutunuza gelsin.

 

Gökhan Duman

Yazar ve editör olan Duman, “11. Peron” ve “Göçüp Kalanlar” isimli kitapların yazarı, ayrıca “DiasporaTürk” isimli sosyal medya hesabının kurucusudur.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler