"Göçün Bilinmeyen Hikayeleri"

Gettodan Cazibe Merkezine: Kreuzberg 

Kreuzberg, işçi sınıfı ve göçmen tarafından kurulması ve geliştirmesi hasebiyle Almanya için simgesel bir anlama sahiptir. Gökhan Duman, Göçün Bilinmeyen Hikâyeleri Serisi’nin sekizinci yazısında 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından kozmopolit yapısıyla Berlin’in en merkezi mekânlarından birine dönüşen semti ziyaret etti.

Fotoğraf: Gökhan Duman - ©Diaspora Türk

Alman müzik grubu Gebrüder Blatt Schuss‘un 1978 yılında çıkardığı “Kreuzberger Nächte” isimli şarkısı, müzik listelerinde öyle hızlı tırmandı ki, kısa zaman içerisinde Batı Berlin’in gayriresmî marşı olarak anılmaya başlandı. Şarkının müziği genel olarak eğlenceli, sözleri ise hiciv ve parodi karışık bir tarzdaydı. Dinleyenlerin diline takılan kısım ise nakaratta geçen cümleydi. Kim bilir, belki de şarkının bu denli popüler olmasının sebebi o yıllarda Kreuzberg’i en iyi anlatan cümleyi kurmuş olmasından kaynaklanıyordu: “Kreuzberg geceleri uzun…”

İşçiler İçin Yeni Bir Yaşam Alanı

Kreuzberg, ilk defa 18. yüzyılın ikinci yarısında Alman işçi sınıfını yerleştirmek amacıyla yapılanmaya başladı. Burası, Spree Nehri’nin hemen kıyısında, nehir taşımacılığına ve sanayiye uygun yerlerden biriydi. Sanayi ve ticaretin gelişmesiyle bölgedeki işçi nüfusu giderek arttı ve bu beraberinde konutlaşmayı da getirdi. Fabrikalar, atölyeler, iş yerleri, apartmanlar ve ikonik avlularıyla, Kreuzberg ilk günden bu yana hep işçi sınıfının omuzlarında yükseldi. Kuruluşunun üzerinden yaklaşık 200 yıl sonra ‘Küçük İstanbul’ ya da ‘Türk Gettosu’ olarak anılan Kreuzberg, her zaman bir “göçmen mahallesi” olarak var oldu. Kreuzberg’i var eden Almanlar, Polonyalılar, İtalyanlar, Yunanlar, Türkler, Faslılar, Vietnamlılar ve diğerleri, iç ya da dış göç yoluyla buraya gelmişlerdi. Karma kültürlerle şekillenen kozmopolit yapısı Kreuzberg’in değişmesine ve dünyanın pek çok yerinden insanın “farklı” bir yaşam tarzı için burayı tercih etmesine neden oldu. Başta göçmenler olmak üzere, pek çok farklı alandan sanatçılar, öğrenciler, alternatif gruplar, emekliler, vicdani retçiler ve muhalifler özellikle 70’li yıllarla birlikte Kreuzberg’e taşınmaya ve semti dönüştürmeye başlamıştı. Ancak bu semtin “biricikliği” her şeyden önce işçi sınıfı ve göçmenler tarafından kurulması ve gelişmesinden ileri geliyordu.

Duvarın Kıyısında…

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yıkık dökük, bakımsız ve eski binalardan oluşan Kreuzberg, terk edilmiş hayalet bir semti andırıyordu. 1961 yılında Berlin Duvarı’nın inşasıyla birlikte semtin bütün bu unvanlarının yanına bir de “tehlikeli” olması eklenmişti. Kreuzberg, artık duvarın hemen yanı başında tekinsiz bir yerdi. Burada oturmaya ve yaşamaya istekli kişilerin sayısı giderek azalıyordu. Ancak, semtin taliplileri de yok değildi.

1961 yılında imzalanan Türkiye ve Almanya arasındaki iş gücü anlaşmasından sonra birçok insan Almanya’ya işçi olarak göç etti. İlk başlarda yurtlarda ve pansiyonlarda kalan işçiler, zamanla ailelerini de yanlarına alarak şehirlere karışmaya başladı. Berlin’de yaşayacaklar için adres belliydi. Almanların, Berlin Duvarı’na yakın olduğu için terk ettiği Kreuzberg semti, evlerin ucuz olması dolayısıyla göçmenlerin ilk tercih ettiği yerlerin başında geliyordu. Zamanla Kreuzberg’deki misafir işçi ailelerinin sayısı daha da artacak ve burası onlarla özdeşleşecekti.

“Kreuzberg’de geçen yıl doğan 1720 çocuğun 650’si Türk’tü. 14 yaşın altındaki Aliler’in, Selimler’in sayısı 5 binden fazla. Belediye Başkanı Abendroth şöyle diyor: Böyle giderse boğulup gideceğiz.” (Der Spiegel, Temmuz 1973)

Türkiye’den Almanya’ya göçün üzerinden geçen 60 yıl, çok fazla insanın hayatında iz bıraktı. Göçün Bilinmeyen Hikâyelerinin diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
TIKLA

Berlin Duvarı’nın her iki yanında yer alan askeri birlikler, mayınlı bölgeler, gözetleme kuleleri ve sınırı geçerken hayatını kaybedenlerin hazin hikâyeleri, insanları duvardan uzak kalmaya itiyordu. Ancak ne bu tehlikeler ne de Kreuzberg’de bulunan evlerin eski ve bakımsız olması göçmenlere engel olmuyor, ucuz olması dolayısıyla göçmenler buraya yerleşmeyi tercih ediyordu. O yıllarda Türkiye’den göç etmiş aileler için anavatana geri dönüş fikri oldukça yaygın olduğundan, bir süreliğine bu kötü koşullara katlanmayı tercih ettiler. Düşük kiralı yerlerde yaşayarak daha fazla para biriktirecek, böylelikle kesin dönüş tarihini daha yakın bir tarihe çekeceklerdi. En azından böyle umuyorlardı. 

Fotoğraf: Gökhan Duman – ©Diaspora Türk

Hayali Sınırlar…

Berlin Duvarı, fiziki bir sınır olmanın ötesinde, insanlar üzerinde görünmeyen duvarlar da örüyordu. Duvarın batı yakasında yaşayan göçmenler içinse sınırlar ikiye, üçe katlanıyor; “yabancı” olarak yaşamanın zorluklarına bir de duvarın getirdikleri ekleniyordu. Konut sorunu, kreş ve okul eksikliği, işsizlik ve yüksek kiralar göçmenlerin karşılaştığı sorunların başında geliyordu. İlk başlarda ucuz olan kiralık evler, göçmen nüfusunun artmasıyla bir anda değerleniyor, ev sahipleri ederinden yüksek rakamlarla evlerini göçmenlere kiralıyordu. Kreuzberg’in Skalitzer Caddesi’nde yıkım bekleyen bir evin sahibi, iki buçuk odalı daireye 6 yatak koyarak bir önceki kirası aylık 54 mark olan daireden artık adam başı 100 mark alıyordu. Kazancı bir anda 600 marka sıçramıştı! 

Utanç duvarı olarak anılan Berlin Duvarı, göçmenlere çok daha ağır bedeller de ödetiyordu. 

“Kreuzberg’in doğusundaki eski apartmanlardan birinde oturuyordu Ramiz ve Münevver Mert çifti. Beş yaşındaki çocukları Çetin, 11 Mayıs 1975 günü arkadaşlarıyla sokakta koşturuyordu. O gün hem Çetin’in doğum günü hem de anneler günüydü. Spree Nehri’nin hemen kıyısında oyuna dalan Çetin, nehre doğru giden topun peşinden koşup yakalamak istemişti. Ne olduğunu anlamadan bir anda nehre düştü. Çetin’in nehre düştüğünü çevrede birçok kişi görmüştü. Herkes bağırıp çağırıyordu ama onu kurtarmak için nehre girmeye cesaret edebilen yoktu. Nehrin bir tarafı Doğu Almanya’ya, bir tarafı Batı Almanya’ya aitti ve sınır ihlali yapmak yasaktı. İki tarafın askerleri de Çetin’in çırpınışlarını görmüştü. Kara veba zamanından kalma bir korku geziniyordu sanki etrafta. Fısıltı halinde bir sözcük kolaçan ediyordu Berlin’in sokaklarını: “Kurallar…” Çetin herkesin gözü önünde boğulup gidiyordu. Kendi doğum gününde ve bir anneler gününde, henüz 5 yaşındayken… Dalgıçlar Çetin’i çıkardığında saat 14:15’i gösteriyordu. Düştükten tam 2 saat 5 dakika sonra. Çetin’in ölümünü açıklamak için sınırlardan, anlaşmalardan, kurallardan bahsediyorlardı. Ramiz ve Münevver Mert çifti için hiçbir anlamı olmayan sözler sıralanıp gidiyordu. Çetin’in ardından Kreuzberg’de bir öfke büyüyordu. Türkler ve göçmenler sokağa iniyor, yürüyüşler, gösteriler düzenliyordu. En nihayetinde iki yakanın hükûmetleri bir komisyon kurup, kriz durumları için bir arama kurtarma anlaşması yapmak zorunda kalmıştı. Türk aileler okusun diye nehrin kenarına çift dilli bir tabela koymuşlardı. “Dikkat ölüm tehlikesi” yazıyordu üzerinde. Çetin Mert göçüp gidiyordu ama giderken de Kreuzbergli çocuklara umut oluyordu.” (11. Peron)

Fotoğraf: Gökhan Duman – ©Diaspora Türk

Duvarın yıkıldığı 1989 yılına kadar Kreuzbergliler yalıtılmış bir hayat yaşadı. Kreuzberg göçmenler için bir yaşam alanı olsa da pek çok kişi için moloz bırakma ya da hurdalık alanından öte bir şey değildi. Göçmenlerin açtığı bakkallar, marketler, video-kasetçiler, dönerciler, lokantalar ve seyahat ofisleriyle birlikte semt hareketlenmeye, yeniden nefes almaya başladı. Burası bir süre sonra Türklerin en kalabalık olduğu semtlerden biri haline gelecek, “İstanbul Kasabı”, “Anadolu Bakkaliyesi”, “Export Hikmet”, “Türkiyem Videokaset” yazılı vitrinler semti süsleyecekti. Göçmen çocuklar içinse Kreuzberg çok daha fazlasını ifade ediyordu. Duvarın kıyısındaki bu köhne semt, onların gözlerini ilk açtıkları evleri ve mahalleleriydi. Göçmen çocuklar, tıpkı Berlin Duvarı’ndaki grafitiler gibi semte renk katıyordu. Kreuzberg giderek canlandı. Bir zaman sonra Kreuzberg’e başka bir renk daha katacaklardı. Ardı ardına kurulan rap müzik grupları, göçmen çocukların kendilerini ifade etmelerinin yanı sıra onlara yeni bir kimlik de sunuyordu. Gurbet, gurbetçi, sıla, anavatan, hasret ve özlem gibi ilk neslin popüler kavramları geride kalmış, artık içinde doğduğu toplumun eşit birer parçası olmaya çalışan, hak arayan, mücadele eden, sorgulayan, kültürel çatışmaları vurgulayan bir dil diğerlerinin yerini almıştı. Onlar artık semtle özdeşleşmişti. Her ne kadar Berlin Duvarı’nın gölgesi semtin üzerine düşse de göçmenler bir şekilde Kreuzberg’i canlı tutmayı başardı.

Duvar Yıkıldı, Kreuzberg Ortaya Çıktı

9 Kasım 1989 tarihine kadar ayakta duran duvar, Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesiyle tarihe karıştı. Duvarın büyük bir kısmı, kontrol noktaları, gözetleme kuleleri bir bir kaldırıldı. İki Berlin birleştikten sonra Kreuzberg şehrin tam orta yerinde kalmıştı. Başta Türkler olmak üzere göçmenler Kreuzberg’i terk etmediler, hatta giderek daha da kalabalıklaştılar. Bugün semtin girişinde, gelenleri karşılayan Türkçe ‘Kreuzberg Merkezi’ tabelası semtte yaşayan Türk nüfusun çoğunluğuna atıfta bulunsa da aslında Kreuzberg’in, içerisinde barındırdığı insan ve göç hikayeleriyle canlı bir tarihin merkezi olduğunu da hatırlatıyor. 

Almanların yanı sıra, farklı ülkelerden insanlar da son yıllarda Krezuberg’e yerleşmeye başladı. Semt, serbest sanat, aktivizm ve entelektüel ilginin de odağı oldu. Kreuzberg, kozmopolit nüfusu ve canlı sosyal hayatıyla Berlin’in en merkezi semtlerinden birine dönüştü. Kreuzberg geceleri artık daha da uzun.

Gökhan Duman

Yazar ve editör olan Duman, “11. Peron” ve “Göçüp Kalanlar” isimli kitapların yazarı, ayrıca “DiasporaTürk” isimli sosyal medya hesabının kurucusudur.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler