'Göçün Bilinmeyen Hikâyeleri'

Göçün Toplumsal Hafızada Bıraktığı Bir İmaj: Aldi Çantası

60 yıllık göç tarihinin ilk akla gelen sembollerinden biri Almanya’dan Türkiye’ye getirilen hediyelerdir. Gökhan Duman, Göçün Bilinmeyen Hikâyeleri Serisi’nin altıncı yazısında ALDI’den hareketle göçün Türkiye’ye yansıyan simgesel imajı inceledi.

Fotoğraf: @monticello / Shutterstock.com

Ortasındaki mavi zeminin üzerinde büyük bir “A” harfi taşıyan ve etrafında Almanya bayrağındaki sarı-kırmızı renklerden bir çerçeve bulunan Aldi çantalarının 60 yıllık göç tarihinde sıra dışı bir yeri var. Aldi, Almanya genelinde zincir mağazaları bulunan, fiyatları görece uygun, en büyük perakende markalarından biri.

Özellikle yaz aylarında tatil için ülkelerine gelen misafir işçi ailelerinin bagajlarından ve bavullarından çıkan hediyeler, çoğunlukla Aldi çantalarına konulmuş olurdu. İçerisinden çikolata, sigara, kahve, oyuncak, spor ayakkabı, eşofman takımı ya da bir walkman çıkması kimseyi şaşırtmazdı. Çantanın karakteristik tasarımı bir zaman sonra zihinlerde “hediye” kavramını uyandırır oldu. Elinde bu çantayla gezenlerin yurt dışından misafirlerinin geldiği ve gelirken ellerinin boş gelmediği hemen anlaşılırdı. Birkaç feniklik plastik bir çanta, enteresan bir şekilde misafir işçi aileleriyle özdeşleşmiş, göçün toplumsal hafızasındaki yerini almıştı.

“Teyzem “Alamancıydı”… Yine bir yaz tatiline gelişinde kablolu araba getirmişti bana. Oyuncak araba kablo ile bir kumandaya bağlıydı ama o ilk hevesle o kadar çok oynadım ki, pilleri ilk gün bitti. Ve maalesef bizdeki piller de o arabaya uymuyordu. Onu denedik, bunu denedik olmadı. Bir sene boyunca teyzemin yeni izne gelmesini ve bana pil getirmesini bekledim.”  (Ahmet Büke)

Nussbeisser
Fotoğraf: @Ümit Kural, Değişiklikler:Perspektif

Anadolu’daki Alman Çikolataları

İlk nesil misafir işçilerin eşlerine ve çocuklarına getirdikleri hediyeler, zaman içerisinde -kaçınılmaz bir şekilde- çekirdek aileden çıkarak geniş aileye, ardından mahalle ve çevreye yayıldı. Çikolata, bu dönemin en revaçta hediyesiydi. Ucuz ve tatlı bir hediye olarak paketlerce alınır, eşe dosta, en çok da çocuklara hediye edilirdi. Özellikle yaz aylarında Anadolu’nun birçok şehrinde, üzerinde Almanca markalar yazan çikolatalarla dolaşan çocukların sayısı hiç de az değildi. 

“O yılları çok iyi hatırlıyorum. Sabahın çok erken saatlerinde izin için yola çıkan babam ancak gecenin 3’ünde Aydın’daki evimize ulaşırdı. Bütün gün yolunu gözlemekten bitap düşerdik. Ama yine de uyumazdık. Çocukluk işte birkaç dakikalık sarılmanın hemen arkasından gözümüz valizlere takılırdı. Babam da bizi bir an önce sevindirmek için geciktirmeden valizleri açar hediyelerimizi verirdi. Mahallede forsum çok yüksekti. Puma krampon, Adidas top, Levi’s pantolon… Babamın akrabalarının çokluğu, onu izin döneminde doya doya yaşamamıza mani olurdu. Hemen her akşam bir akraba grubu hoş geldin ziyaretine gelir, izninin diğer yarısında ise babamla annem karşı ziyarete giderlerdi. Ziyarete gelenlere mutlaka birer karton sigara ve çikolata hediye verilirdi.” (Gürcan Güler)

Türkiye’den Almanya’ya göçün üzerinden geçen 60 yıl, çok fazla insanın hayatında iz bıraktı. Göçün Bilinmeyen Hikâyelerinin diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
TIKLA

Türkiye’den Gözüken Almanya’daki Hayat

İlk nesil işçilerin Almanya’ya gittikten bir-iki yıl sonra memleketlerine lüks otomobiller, şık kıyafetler ve envai hediyelerle gelmesi, yurt dışında çalışanlarla ilgili uzun yıllar sürecek bir yanılsamanın doğmasına yol açtı. Hemşehrileri, akrabaları ve arkadaşları, misafir işçilerin, fabrika ve madenlerde, “heim” (işçi yurdu) olarak kullanılan savaştan kalma binaların 6-8 kişilik odalarında pek de cazibesi olmayan bir hayat sürdüklerinden bihaberlerdi. Onlara göre “misafir işçiler” yurtdışında bol para kazanan ve Almanya’ya gitmekle şeytanın bacağını kırmış olan kişilerdi. Öyleyse hediye getirmesi beklenebilir, borç para istenebilir, sıkışınca maddi olarak karşılıksız yardım etmesi umulabilirdi.

Oysa göçmenliğin yükü ağırdır. Dilini, kültürünü bilmediğin bir ülkede ağır işlerde çalışıp yeni bir hayat kurmaya çabalamanın zorluğu bir kenarda dursun, memlekette onların yolunu gözleyenlerin beklentilerini, umutlarını karşılama çabasının ağırlığı belki daha fazladır. Evin geçim parası, çocukların okul masrafları, bayram kıyafetleri, kışlık odunu, kömürü, düğün yapacak kardeşlerin çeyizi, traktörün taksiti, hasatta, bağbozumunda çalışacak işçilerin parası ve bunun gibi daha nice masraflar memleketten Almanya’ya gönderilen mektupların son satırlarına mahcup ve kısa ifadelerle iliştirilirdi. Misafir işçiler de ellerinden geldiği ölçüde bu beklentileri karşılamaya çalışır, kazanılan markların bir kısmı Türkiye’ye doğru yola çıkardı. 

Siparişlerin ve hediyelerin ulaştırılması içinse yaz tatili beklenirdi. Arabaların bagajları tıka basa doldurulur, sığmayanlar üst bagaja iplerle bağlanırdı. Aldi çantalarının içerisine hediyeler konulur, karışmasın diye üzerine isimler yazılır ve zarar görmeyecek bir yere özenle yerleştirilirdi. Trenle ya da uçakla gidecekler ise artık bavul hazırlamanın ve minimum yere maksimum eşya sığdırmanın matematiğini çoktan çözmüşlerdi. Almanya hediyeleri öyle ya da böyle varacağı yere ulaşmalıydı.

Ben o zaman ilkokul 1’deydim. Her şeyi hatırlayamasam da babamın gidişinden sonra evimizin daha sessiz ve neşesiz olduğunu hatırlayabiliyorum. O yokken telefon geldi, mektup geldi, bant gönderdi diye diye küçük heyecanlarla kendimizi avuttuk. Babamın sevdiği yemekler, babamın sevdiği türküler dilimizden düşmezdi. Babamın ilk izne gelişi tam 2 yıl 3 ay 11 gün sürdü. Gelmesine 2 ay kala bize telefon açmıştı. Sabahtan istekte bulunmuş. Mahallemizdeki tek telefonun sahibi olan banka emeklisi amcanın evine gitmiştik utana sıkıla. Kızım sana 6 kilo hediye getiriyorum demişti telefonda.

Babamın sesini duyunca heyecandan konuşamıyordum, sesimi yutuyordum sanki, ben konuştuğumu sanıyordum ama ağzımdan hiç ses çıkmıyormuş. Babamın söylediklerine çok sevindim, mutlu oldum ama neden 6 kilo dediğini de anlayamadım. Gelmesi yaklaştığında bir de mektup gelmişti, mektupta da aynısını yazmıştı, “Ayten’im sana 6 kilo hediye getiriyorum” diye. Artık iyice kafam karışmıştı, 6 kilo hediye ne demekti? Annem de buna bir cevap bulamamıştı.

Beklenen gün sonunda geldi çattı. Babam bir akşam vakti çıkageldi. Evimiz bayram yerine döndü. Babam hoşbeş faslı bittikten sonra bebekler, ayakkabılar, kıyafetler, kalemlikler, defterler ve çikolatalarla dolu bir çantayı önüme döktü. Gözlerim yerinden fırlamıştı. Nasıl sevindiğimi bugün bile hatırlarım. Sonradan öğrendik ki babam uçakla gelmiş, hayatında ilk defa uçağa binmiş. Bileti aldığı büroya gidip kaç kilo bavul taşıyabileceğini bir güzel öğrenmiş. Uçağın içerisinde yalnızca 6 kilo taşınabileceğini diğer bavulların uçağın altına yükleneceğini öğrenince kendince bir önlem almış. Kaybolursa öbür bavullar kaybolsun, kızımın hediyelerini yanıma alayım, onlar olmadan gidemem demiş. 6 kiloluk çantada yalnızca benim için aldığı hediyeler varmış. (Ayten Yıldız Ören)


Fotoğraf: @Gökhan Duman, Değişiklikler: Perspektif

Alman Oyuncakları

Almanya’dan gelen oyuncaklar da bir döneme damga vurdu. Henüz Türkiye’de çocukların elinde daha çok tahta ve teneke oyuncaklar varken Almanya’dan gelen pille çalışan robotlar, Mercedes, BMW marka oyuncak arabalar, porselen bebekler çocukların dünyasını çok hızlı değiştiriyordu. Bunlardan birine sahip olmak ayrıcalıklı bir konuma yükseltiyordu sahibini. Okulda, mahallede, sokakta bir anda parmakla gösterilen o “havalı” çocuk oluyordunuz. O oyuncaklar genellikle günün belli saatlerinde anne-babanın izniyle dışarı çıkartılabilirdi. Diğer saatlerde ya kapalı bir dolapta ya da sandıkta veya vitrinde bekletilir, “hemen bozulmasın” düşüncesiyle saklanıp gözetilirdi. 

Mahallede Alman oyuncağı olan bir çocuk varsa doğal olarak ilk “özenilecek” kişi kendisi oluyordu. Oysa ne garip, anne ya da babası bütün bir yıl boyunca yurt dışında çalıştığı için yüzü hiç gülmeyen, her ay “ne zaman döneceksiniz?” diye mektup yazan, ailesiyle ele ele dolaşıp, parkta oynayanları gördükçe onlara özenen, üzülüp bir köşeye çekilen çocuklar, şimdi diğerlerinin özendiği “o” çocuk oluyordu. Dönüşümlü ve mevsimlere göre değişen bir hissiyatın mirasçısıydı onlar. 

Kızım mektuba bir ayakkabı çizmiş, annesi de “kesen müsaitse” diye not yazmış. Gidip hemen 1 saatte ayakkabısını aldım. Daha memlekete dönmeme 8 ay vardı…(11. Peron)

“Hergestellt in Deutschland”

60 yıllık göç tarihinin önemli sembollerinden biridir hediyeler… Çikolata, sigara, kahve, oyuncak, spor ayakkabı, eşofman takımı, walkman ya da üzerinde “Hergestellt in Deutschland” yazan başkaca hediyeler, uzun yıllar boyunca gidenler ve kalanlar arasında adı konulmamış bir anlaşmanın parçası oldular. Almanya’dan gelirken hediyelerle dönmek bir gelenek haline geldi. Geleneğe eklemlenen “Aldi çantaları” ise misafir işçi aileleriyle özdeşleşerek göçün toplumsal hafızasındaki yerini aldı. 1913 yılında Almanya’nın Essen şehrinde Albrecht Kardeşler tarafından kurulan küçük bir bakkal dükkânına ait alışveriş çantalarının, yıllar sonra Anadolu’da tanınan, bilinen ve üzerinde göçe ilişkin anlamlar barındıran sembolik bir imaja dönüşeceğini kim tahmin edebilirdi?

Gökhan Duman

Yazar ve editör olan Duman, “11. Peron” ve “Göçüp Kalanlar” isimli kitapların yazarı, ayrıca “DiasporaTürk” isimli sosyal medya hesabının kurucusudur.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#1

*Tüm alanları doldurunuz

  • Celal E.
    2021-10-24 10:28:57

    Emeğinize sağlık, güzel derlenmiş ve yazılmış.

Son Yüklenenler