'Dosya: Göçün 60. Yılı'

Göçün Hafızası: Göçmen Mektupları

Mektup, özellikle 60’lı yıllardan itibaren, göçmenlerin aileleri ile iletişimini sağlayan, memleketlerinden haber edinebildikleri en önemli araçlardan birisiydi. Fakat mektuplaşmak göçmenler için haberleşmenin çok daha ötesinde başka anlamlar da barındırıyordu.

Fotoğraf: Shutterstock.com

Mektup ve mektuplaşma kavramları her ne kadar günümüzde önemini yitirmiş olsa da yarım asır kadar öncesinde birçok insan için oldukça anlam yüklüydü. Bilhassa da göçmenler için… Özellikle 60’lı yıllardan itibaren, Avrupa istikametinde gerçekleşen işçi göçleriyle birlikte, telefonun ve ona ulaşma imkânının günümüz şartlarında olduğu kadar zahmetsiz olmadığı o yıllarda mektup, göçmenlerin aileleri ile iletişimini sağlayan, memleketlerinden haber elde edinebildikleri önemli araçlardan birisiydi. Peki bir mektubun göçmene sunduğu yalnızca bununla mı sınırlıydı? Mektuplaşmak başka ne gibi anlamlar ifade ediyordu?

Gurbet ve Sıla Hasreti

Mektubun temel işlevlerinden birisinin ilk kuşak göçmenlerin gurbetlik hissiyatlarını ve sılaya duydukları hasretlerini bir nebze de olsa dindirmek olduğu söylenebilir. Her ne kadar gurbet ve sıla kavramları göçmenlerin Avrupa’da doğacak çocukları için daha girift bir yapı kazanacak olsa da bu durum ilk kuşaklar için pek de söz konusu değil. Kendileri için gurbet ve memleket kavramları ve doğal olarak bu mefhumların çağrıştırdığı anlam ve duyguların daha net olduğunu söylemek yanlış olmaz. Mektuplar işte tam da bu noktada bu iki zıt kutbu bir araya getirmede ve birçok göçmenin duyumsadığı yabancılık ve özlem hisleri ile baş etmede önemli bir rol üstlenirler.

Gökhan Duman’ın 11. Peron isimli çalışması mektuplar özelinde kayda değer açıklamalar getiriyor. Evvela mektupların gurbetin yükünü hafiflettiğine değinilirken, ardından şöyle devam ediliyor: “Yurt akşamlarının en keyifli tarafı mektup faslı oluyor. Mektubunu bitiren özenle katlayıp göğsünün üzerine, ceketinin iç cebine koyuyor. Sanki pahalı bir saat ya da yüzük taşıyormuş gibi dikkat ediyorlar. Şimdi odalarda toplanma zamanı. Göz aydınlığı verenler, hayırlı olsunlar havada uçuşuyor. Herkeste aynı anlamlı tebessüm.” (59-60)

Açılan her bir mektup, alınan her bir haberle birlikte memleket hasreti kimi zaman yatışmakta kimi zamansa giderek katmerlenmektedir. Gurbet ve memleket arasındaki bu mektup akışı mektuplara verilen değerden görülebileceği üzere gurbetin getirdiği ağır şartları bir parça katlanılır kılmaktadır.

Zarfın İçeriği

Göçmenlerin yazdıkları mektuplar yapı ve muhteva açısından birçok yönden benzer nitelikler gösteriyor. Mektuplarının başında gurbetteki yeni hayatlarından bahseden göçmenler, ardından memlekette neler olup bittiği soruyor. Fakat bu mektuplar arasında öyleleri var ki onlar soracakları sorularda daha üstü kapalı bir dile başvurmak zorunda kalıyor: “Biz eşimize mektup yazamazdık. Anne babamıza yazar herkes iyi mi diye sorardık. Onlar da herkes iyi, sana da çok selamı var diye yazarlardı.” (58)

Kimi görece daha şanslı göçmenlerin aldığı mektuplar ise daha zengin bir içerik ihtiva ediyordu. Zira hasret gidermenin bir diğer yolu mektuplarla birlikte karşılıklı gönderilen yeni çekilmiş fotoğraflar ve ayriyeten bu mektupların arka sayfalarına elle çizilmiş resimler vardı. Genellikle göçmenlerin çocuklarının el izlerini taşıyan bu mektuplar bir gelenek hâlini aşmış, öyle ki memleketten gelen birçok mektubun neredeyse karakteristik bir özelliği olmuştu.

Zarftaki Kaset

Zarfın içerisindeki bir diğer materyal ise kasetler. Zarfların taşıdığı mektubun saltanatı kasetli teyplerin icadı ile sonlanıyor. Almanya’dan gelen zarflarda artık mektuplar değil, kasetler var. Tüm ev ahalisi bir araya geldikten sonra, kaset takıp teyp çalıştırılıyor. Kasetten gelen ilk sesle birlikte artık duyguları saklamak da zor bir hâl alıyor.

Bu noktada, göçmenin memleketi ve sevdikleriyle kurduğu iletişimin teknolojideki ilerlemelerle birlikte yeni formatlar edindiği çıkarımında bulunulabilir. Zarfın taşıdığı bu yeni aracı mekanizmanın, yazının kapsamının ötesinde duyulara hitap edebilmesi sebebiyle daha cismani bir mahiyet kazandığını ifade etmek mümkün. Tam da bu sebepten ötürü kimileri için silinemeyecek kadar kıymetli: “Sesini banda çekip teyple yollamış. Aynı banda konuş sen de gönder demiş. Kıyıp da sesinin üstüne konuşamadım. Yine eskisi gibi mektup yazıp gönderdim.” (64)

Mektubun Bir Diğer Katmanı: Hafıza ve Kimlik

Mektup, göçmen için ailevi bağları koruyabilmenin bir vasıtası olmanın dışında, kimi akademisyenlerin de ileri sürdüğü gibi, aynı zamanda kendilerine kim olduklarını hatırlattıkları, bir alan yaratmaktadır. (Borges, 285; Chávez-García, 192) Göçmen yazdığı mektup sayesinde baba, evlat yahut eş olarak kendisine biçtiği toplumsal rol veya roller aracılığıyla içerisinde yaşadığı ağır şartlara bir nebze de olsa anlam kazandırmakta. Bununla birlikte aynı zamanda bu rolleri tasdiklemekte ve de güçlendirmekte. Böylece, göçmenin kendisine biçtiği bu sıfatlar etrafını saran yabancılık duygusuyla mücadele edebileceği, alışık olduğu bir benlik hissi yaratmakta. İşte bu his, 60’lar Almanya’sında göçmenin göz ardı edilmesi belki de en kolay ihtiyacını bizlere hatırlatır nitelikte: Kimlik ve aidiyet.

Mektup: Emin Bir Liman

Almanya istikametinde trenlere binen ilk işçi kafileleri, “göçmen” ifadesinin çok geçmeden birçoğu için bir ömür boyu sürecek bir tanım olacağından henüz habersizdi. Başlangıçta iki sene için imzalanmış iş gücü göçü anlaşmalarındaki süre kısıtlamasının kaldırılmasıyla birlikte binlerce, hatta sayıları Almanya özelinde bir milyonu geçen işçinin kelime haznesine bir kelime daha girecekti: entegrasyon. Bu minvalde, bir yandan geçmişiyle bağlarını sürdürmeye çalışan göçmenin aynı zamanda yaşadığı topluma uyum sağlama çabalarının onu yeni çıkmazlara sürükleyeceği yargısına varmak çok da zor değil. Bir tarafta giderek belirsizleşen, arasının her geçen gün biraz daha açıldığı bir geçmiş ve bunun yarattığı bir boşluk, diğer tarafta artık bir parçası olduğu toplumun bu boşluğu doldurmak için kâfi gelmeyen değerleri. Bu çıkmazla karşı karşıya kalan birçok göçmenin uğrak noktalarından birisi tahmin edileceği üzere postaneler.

Yani burada mektubun, göçmenin köklerinin bir nevi kendisine sığınabileceği emin bir liman, anılar kanalıyla tutunabileceği bir dal vadettiği iddiası yanlış bir argüman olmayacaktır. Bu sebeple nostaljiyi geçmişe duyulan patolojik bir özlemden ziyade, göçmenin şimdisi ve geçmişi arasında verdiği mücadelede devreye soktuğu bir mekanizma olarak görmek daha doğru bir tutum olacaktır. Zira göçmenin hafızası bu noktada ona aidiyet hissini temin eden ve bir nevi ona kim olduğunu, yurdunun neresi olduğunu kesin çizgilerle tasarlayan bir araç görevi üstlenmekte ve mektuplaşma eylemi de bu hissiyatı kuvvetlendirmektedir.

70’li yıllara gelindiğinde mektup ve kasetler telefonların gün geçtikçe artan yaygınlığı ile kısa sürede tarihin sayfaları arasındaki yerini alsa da mektup bağlamında incelediğimiz nostalji, kimlik ve hafıza kavramları geçerliliğini ve de karmaşık doğasını her daim yeni formlar üzerinden korumaya devam edecektir.

 

Dipnotlar

Duman, Gökhan. 11. Peron. İstanbul: Vadi Yayınları, 2018.

Borges, Marcelo J. and Sonia Cancian. “Reconsidering the migrant letter: from the experience of migrants to the language of migrants.” The History of the Family, 21:3, 2016, 281-290.

Chávez-García, Miroslava. Migrant longing : letter writing across the U.S.-Mexico borderlands. Chapel Hill: University of North Carolina Press, 2018.

Varol Kahveci

Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans eğitimi alan Varol Kahveci, Dartmouth College’de Karşılaştırmalı Edebiyat alanında yüksek lisansını tamamladı. Şu an Columbia Üniversitesi’nde doktora yapan Kahveci’nin ağırlıklı çalışma alanları göç, kimlik, bellek ve travma çalışmaları, çağdaş Türk Edebiyatı ve Alman Edebiyatıdır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler