'Dosya: Göçün 60. Yılı'

Eşyası Az, Umudu Çok: İlk Nesil Göçmen Evleri

Türkiye’den Almanya’ya göç, aile birleşimi vizesinin yürürlüğe girmesiyle birlikte misafir işçilerin kendi evlerini kurma süreçlerini yoğunlaştırdı. Özellikle 1970’lerde geri dönüş fikrine rağmen artış gösteren göçmen evleri, sadece bir mekân değil, içinde birçok umudu ve duyguyu barındıran bir “yuva” niteliğindeydi.

1978 yılında Danimarka'da çekilmiş bir aile fotoğrafı. ©Göçüp Kalanlar, DiasporaTürk, 2016. Jiro Mochizuki / Museum of Copenhagen.

1970’li yıllarla birlikte başta Almanya olmak üzere Avrupa şehirlerinde sayıları artmaya başlayan misafir işçi evlerinin birtakım karakteristik özellikleri vardı. Öyle ki Berlin, Brüksel, Rotterdam, Viyana ya da Stockholm’deki misafir işçi evleri, birbirlerinden yüzlerce kilometre uzakta olmasına karşın neredeyse aynı şekilde döşenmiş ve kurgulanmıştı.  Her şeyden önce bir-iki göz odadan oluşan, eski, bakımsız, köhne evler, hissiyat olarak bir “yuva” değil, anayurda dönene kadar idare edecek, dört duvardan ibaret birer konuttu.          

Türkiye ve Almanya arasında imzalanan iş gücü anlaşmasının maddelerinden biri olan aile birleşimi engelinin 1964 yılında kaldırılmasıyla birlikte misafir işçiler az da olsa ailelerini de yanlarına almaya başlamıştı. Bu ilk birleşimler, temelli bir göçten ziyade, birlikte çalışıp daha hızlı para biriktirerek eve dönüş yolunu kısaltmak üzerine şekillenmişti. O nedenle çocuklar ilk yıllarda getirilmemiş, çoğunlukla dede-nine evlerine bırakılmıştı. Geçici süreliğine olacağı için lüks semtlerdeki lüks apartmanlarda yaşamalarına gerek yoktu. Zaten hâlihazırda göçmenlerin ev kiralayabilecekleri semtler de az çok belliydi. Yerlilerin oturmak istemediği, arka mahallelerdeki eski, bakımsız ve ucuz evler göçmenlerin yerleştiği, sonrasında “getto” olarak anılan yerler olacaktı.  Berlin’in Kreuzberg’i, Köln’ün Weidengasse’si, Hamburg’un Altona’sı, bir zaman sonra ismi göçmenlerle anılan semtlere dönüşecekti.

“Evde doğru dürüst eşyamız yoktu. Hepsini yavaş yavaş alıp bir düzen oturttuk. Ben alışveriş yapmayı severim. Gidiyor oğluma, anneme, kardeşlerime, akrabalarıma hediyeler alıyordum. Geleli bir yıl olmuştu. İlk defa köye gidecektim. Bavullar dolusu hediye alıp götürdüm. Trenle gelmiştim, tatile uçakla gittik. Ama sayılı gün çabuk geçiyor. Dört hafta kaldık. Yine ağlaya ağlaya döndüm. Giderken hediyeler doldurduğum bavullara dönüşte salça, acı biber, bulgur, mercimek koyup getirdik. O zaman Türk bakkalı falan yok ki, her gittiğimizde yiyeceklerimizi kendimiz getiriyorduk.” (Adile Asa)

Geri Dönüş Umudunu Taşıyan Eşyalar

1973 yılında Almanya’nın misafir işçi alımını kesin olarak durdurmasının ardından aile birleşimleri hız kazandı. Yurtlarda ve pansiyonlarda kalan işçiler ailelerini de yanlarına alarak semtlere ve şehirlere karışmaya başladılar. Ancak bu yıllarda geri dönüş fikri hâlâ oldukça canlıydı. Eşyaların bir kısmı memleketten getirilir, bir kısmı ikinci el pazarlarından temin edilirdi. Satın alınan en yeni eşyalar ise paketleri açılmadan bir yere kaldırılır, memlekete dönüldüğünde “asıl ev”de kullanılmak üzere özenle muhafaza edilirdi. AEG, Grundig, Miele, Siemens marka ev eşyaları göçmen evlerinde bekledikleri kadar belki de hiçbir yerde bu kadar beklememişti. Bu geçici evlerde “sıfır” kilometre eşyalara gerek yoktu, zamanın ve mekânın en keyifli hâline eşlik etmelilerdi ve bu ancak anavatanda mümkün olabilirdi.

“O zamanlar ne anlama geldiğini çıkaramıyordum ama bir gurbettir gidiyordu. Bir şey ters mi gitti, suç gurbettedir. Birinin canı, diyelim ki yeşil erik mi çekti, o sırada kurulan cümlenin içinde mutlaka gurbet geçerdi. Gurbet sözlük anlamıyla, doğup yaşanılan yerden uzak olmak anlamına geliyor ve tam olarak göçmenleri tarif ediyordu. Bu kelime aynı zamanda göçmenlerin bir gün mutlaka vatana geri dönme umudunu da ima ediyordu. Örneğin babam, evde kırılan bozulan hiçbir şeyi, uzun yıllar eskimeden kalacak şekilde tamir etmezdi; onun tabiri ile emaneten tamir etmek yeterliydi. Emaneten herhâlde, ‘buradan gidene’ kadar olmalıydı.” (Semra Pelek)

Göçmen Evlerindeki Memleket

Uzak ülkelerde olsalar da göçmen evleri çoğunlukla birbirine benzerdi. Evlerin birçoğunda tuvalet ve banyo yoktu. Bazen her katta bir tane, bazen de tüm apartmanın ortak kullanımındaydı. Banyosu hiç olmayanlar da vardı. Böyle olduğunda çocuklar lavaboda ya da leğende yıkanırken, büyükler hafta sonları belediye havuzlarına giderdi. İş yerlerindeki duşları kullananlar da hiç az değildi. Göçmen konutları genellikle, küçük bir mutfak, ebeveynler için bir yatak odası ve diğer bütün yükleri omuzlamakla mükellef olan oturma odalarından ibaretti. Oturma odaları, yemek yenilen, misafir ağırlanan, çocukların akşamları ders çalıştığı, geceleri ise çocuk yatak odası olarak kullanılan çok amaçlı bir ortak yaşam alanıydı. Hayat burada geçiyordu. Bir kanepe, bir masa, bazen ikinci el bir radyo ya da teyp… Ses kayıtları, şarkı ve türkülerle dolu Basf marka kasetler. Çerçeveyle duvara asılmış bir geniş aile fotoğrafı. Yöresel hatıralar… Çalışılan iş yerinden getirilmiş bir duvar takvimi. Ama illa ki en baş köşede bir duvar halısı. Üzerinde geyik, ceylan ya da tavus kuşu işlemesi, bazen de memleketten bir motifin olduğu halılar, göçmen evlerinin olmazsa olmazlarındandır. Sohbetler onun altında yapılır, akşam çayları onun altında içilir. Bir mektup okunacaksa ya da bir mektup yazılacaksa bunun için en uygun mekânlardan biri memleket motifli halıların gölgesidir. 

 Göçmen olmak demek biraz da dünyadaki yerini aramak demektir. Anadolu’nun geniş bağrından kopup dar bir mekâna sığabilme çabasıdır göçmenlik. Doymak uğruna toprak değiştiren ilk nesillerin görüntüsüdür bu: Her şey kaypak ve iç içedir, sınırlar belirsiz, nesneler kesintisizdir. Oturma odasında yatılır, mutfakta leğen içinde yıkanılır. Bir koltuk sadece bir koltuk değildir, dilini bilmediği bir ülkede bir nebze de olsa o mekâna dair bir aidiyet hissetmek isteyen bir göçmen çocuğa yataktır da. Hiç unutmam: Göçmen bir ailenin ilk çocuğu olarak Almanya’ya ilk geldiğim seneler iki aile daracık bir evde yaşardık. Oturma odamızdaki çekyat aynı zamanda benim için yatak işlevini görürdü. Bazen eve gelen misafirler geç saatlere kadar kalkmak bilmeyince karşılarına oturur, bana ait ve özel olan tek şeyi işgal ettikleri için onları endişeli gözlerle takip ederdim. ‘Uyku saatin gelmedi mi senin?’ diyen bir amcaya ‘Yatağımın üstünden kalkarsan uyuyacağım!’ cevabını verdiğimde adamcağızın bunun üzerine alelacele kalkıp gittiği söylenir. Göçmenlik demek biraz da çaresizce paylaşmak demektir.” (Nazlı Delikaya)

Geri Dönüş Teşvik Yasası

1983-84 yıllarında göçmen nüfusunu azaltmak adına Almanya tarafından çıkarılan geri dönüşü teşvik yasası (Alm. “Rückkehrhilfegesetz”) pek çok ailenin “Gitmek mi, kalmak mı?” sorusuna cevap vermek zorunda olduğu bir dönüm noktasıydı. Yasaya göre ülkesine geri dönen her aileye 10.500 mark teşvik parası, her çocuk için de 1500 mark çocuk yardım parası verilecekti. Birçok ailenin dört beş ay çalışıp biriktirebileceği bir meblağ olan teşvik parası elbette geri dönüşün en cazip motivasyon aracı değildi. Yıllardır ertelenen, sürekli zihinlerde dönüp duran kesin dönüş hayalinin şimdiye değin hiç olmadığı kadar ciddiye alındığı bir dönemi başlatmıştı. Hemen her gün onlarca ev boşaltılıyor, mahallelerde vedalaşma yaşanmayan bir tek gün bile olmuyor, otobüsler, trenler, uçaklar geri dönen aileleri ana vatana taşıyordu. Bu yıllarda 250 bine yakın işçi ailesi Türkiye’ye kesin dönüş yaptı. Pek azı teşvik priminden faydalanabildi. Dönenler için yıllarca hayal edilen “yuva” artık ana vatanlarında kurulacaktı.

Geri kalanlar ise “Gitmek mi, kalmak mı?” sorusunun cevabını hem kendilerine hem anavatana hem de Almanya’ya karşı vermiş oluyordu. Artık ilk göçün üzerinden yıllar geçmiş, eşler, çocuklar getirilmiş, kimliklerinin doğum hanesinde Berlin, Köln, Duisburg, Hamburg, Münih yazan yeni nesiller dünyaya gelmiştir. İlk nesil işçilerin emekliliği yaklaşmış, çocuklar Almancayı ve Almanya düzenini iyice bellemiş, kimi liseden sonra, kimi üniversiteden sonra iş bulmuş, aileler genişlemiş ve kök salmaya başlanmıştır. Açılmayı bekleyen Alman rüyası eşyalar ise paketlerinden çıkarılarak göçmen evlerindeki yerini çoktan almıştır. Yıllar önce geri dönüş hayali kuranlar için artık dört duvardan oluşan konutlar geride kalmış, bu eski ve bakımsız yerler daha iyi yaşam alanlarına dönüştürülmüştür. Bundan böyle yeni “evleri” burasıdır. Artık göçmen konutlarının “yuva” olmaması için hiçbir neden kalmamıştır. “Ev bir duygudur.”

Kaynakça

Duman, Gökhan (2018). 11. Peron Bir Yanı Memleket Bir Yanı Gurbet. İstanbul: Vadi Yayıncılık.

Gökhan Duman

Yazar ve editör olan Duman, “11. Peron” ve “Göçüp Kalanlar” isimli kitapların yazarı, ayrıca “DiasporaTürk” isimli sosyal medya hesabının kurucusudur.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler