Hani Gidecektiniz? Kalıyoruz!
Kimi göçmen kökenli bugün kendisini Alman olarak tanımlarken, kimi ise daha heterojen tanımlamaları tercih ediyor. Göçmen kökenli genç neslin aidiyet ile yabancılık arasında yaşadıkları duyguları, zorlukları, ikilemleri ve umutları Türkiye, Fas ve Rusya kökenli gençlerle konuştuk.
İlk nesil ellerinde bir bavul umut ve hedefle Sirkeci Garı’nda 11. perondan kalkan Almanya trenine atlayıp yol, iz bilmeden geldikleri bu topraklarda bugün onların torunları kök saldı. Bu topraklarda yuva kurdular, yaşanmışlıklar biriktirdiler. “Almanya’da yabancı, Türkiye’de Almancı” klişesi dışına çıkan, Almanya’da doğup büyüyen, okuyan, çalışan ve Almanya’yı da vatan bilen bir nesil yetişti.
Bugün neredeyse dört nesildir Avrupa’da varlık gösteren göçmen kökenliler yaşadıkları ülkelerde bir farklılık oluşturuyorlar ve artık o toprakların kalıcı birer parçası hâline geldiler. Örneğin Almanya’da yaşadıkları ülkenin sistemini çok iyi tanıyan, Almancayı anadilleri olarak tanımlayan, Almanca rüya gören ve okulda aynı sırayı paylaştıkları Alman arkadaşlarından neredeyse hiçbir farkı olmayan bir nesille karşı karşıyayız. Buna rağmen bir seçim yapmak zorunda bırakılan ve hâlâ “Aslen nerelisin?” ya da “Almancayı ne kadar da iyi konuşuyorsun!” yorumlarına muhatap olan bir nesil.
“Hayatın Her Alanında Temsil Edilen Bir Nesil”
“Göçmek bilmeyen göçmenler” olarak tanımlanabilecek bu genç nesil gitmekle kalmak arasında bir yerdeler. İkinci sınıf insan muamelesine tabi olmak istemeseler de her zaman aynı sırayı paylaştıkları Alman arkadaşlarından daha fazla çalışarak kendilerini ispat etmeleri gerektiğinin farkındalar. Basit bir ev arayışı onlar için sanıldığı kadar basit olmayabiliyor. Zira davranışları ve düşünme tarzları her ne kadar nesilden nesile çoğunluk toplumuna ve Alman kültürüne daha fazla intibak etmiş olsa da, onları ele veren isimleri, göz renkleri, saç renkleri ve ten renkleri var.
Genç nesil göçmen kökenliler Alman toplumunda bir yenilik teşkil ediyor aslında. Türkiye kökenli Zeynep Çiçek’e göre zaten bir yenilik teşkil etmesi de gerekiyor, “Aksi takdirde gelişimi durduran bir nesil olurduk. Bizim kuşak günlük hayatın her yerinde temsil edilen bir nesil. Sinemalarda, müzelerde, spor kulüplerinde, siyasi arenada ve daha nice yerde oluşumuz, bizim neslimizi karakterize eden bir durum. Biz yaşadığımız bu topluma şekil vermek isteyenlerdeniz ve bizim geri dönme gibi bir planımız yok. Sonuçta burası bizim de vatanımız.” diyerek ifade ediyor düşüncelerini.
Kübra Sağ ise “Dedelerimiz gelip, çalışıp, biraz para biriktirip döneceklerdi. Bizi kimse hesaba katmamıştı. Bizler kendimizi Almanya’nın bir parçası olarak tanımlıyoruz ve büyük dedeleri Almanya’da doğup büyümüş insanlardan hiçbir farkımız yok. Bu ülkeye karşı beklentilerimiz diğer insanlarınkinden farklı değil.” şeklinde dile getiriyor duygularını. Fas kökenli Faiza Khnaffsi’ye göre kendi neslini tanımlayan en belirgin özelliklerden bir tanesi “başarılı olma isteği”. Bilhassa eğitim konusunda ailelerin çocuklarını ciddi manada destekleyerek, aile içerisinde akademik eğitim seviyesine ulaşan bir nesil yetiştirme çabasında olduğunu belirtiyor.
Almanya’da doğan ve yetişen nesil kendilerini köken ve doğup büyüdükleri ülkeleri simgeleyen iki sandalye arasında sıkışıp, ikisi arasında bir tercih yapmak zorunda bırakıldıkları durumlarla sıkça karşı karşıya kalıyorlar. Almanya’ya ait olduklarını her defasında kanıtlamak zorunda hissediyorlar, zira bu nesil Almanya’nın bir parçası olarak kabul görmek istiyor, bu toprakları vatan olarak kabul ediyor, hatta kendilerini Alman olarak algılayıp, tanımlıyorlar. Rus Kökenli Regina Schwab kendisini bir Rus’tan çok Alman olarak hissettiğini söylüyor ve bu neslin birçoğu Regina ile aynı duyguları paylaşıyor.
Kübra bu konuya ilişkin “Bizi hâlâ göçmen ve göçmen çocukları olarak görüyorlar. Fakat bizi biz yapan şey göçmen kökenimizden çok daha fazlası. Bizim önümüze koymaya çalıştıkları çift kimlik mecburiyeti ile savaşıyoruz. Bize Alman olduğumuzu; ama yeterince de Alman olamadığımızı ima ediyorlar. Yani hem Türküz hem Almanız; ‘Almantürkler’iz (Alm. “Deutschtürken”).” Kübra’nın söylediklerinden de anlaşıldığı üzere hem ailelerin hem de Alman toplumunun bu nesilden ayrı ayrı beklentileri var.
Regina bu durumun kendisi için artık olağan bir hâl aldığını belirterek, “İnsan Almanya’da Alman, Rusya’da da Rus olmaması durumuna alışıyor.” diyor. Bu durumda kişiyi “yabancı” kılan unsurlar bazen konuşurken duyulan hafif bir aksan ya da davranış biçimi olabiliyor.
“Bir Lisan Bir İnsan, İki Lisan İki İnsan”
Regina’nın anaokulunda yaşadığı sorunlar sonrası ailesi Almanca öğrenmesi için tek dile, yani Almancaya ağırlık vermiş. Bilhassa dil konusunda aileler çoğu zaman ikilemde kalıyor. Köken anadile ağırlık verilip, anaokuluna başladıktan sonra doğal olarak ortaya çıkan sorunlar ailelerin gözünü korkutup tamamen Almanca konuşmaya yönelmesine neden oluyor. Tek dile verilen ağırlık ise çocukların ilerleyen zamanlarda köken anadile hâkimiyet, özgüvenli konuşma ve anlama becerilerinde gerilemelere neden oluyor. Bir zaman sonra kelime dağarcıkları daralıyor ve kendilerini anadillerinde rahat ifade edemedikleri için veya konuşurken yapacakları hatalardan dolayı ayıplanmak endişesiyle çekinip tamamen konuşmamaya başlıyorlar.
Anadili Regina ve Faiza için farklı anlamlar barındırıyor. Regina “İnsanın anadili doğduğu yerde konuşulan ve ailesinin konuştuğu dildir.” diyor. Faiza ise anadile daha özel bir anlam yüklemiş görünüyor: “Anadil değer verdiğim insanlarla konuşmak için kullandığım dildir.” diyor. “Ben her yerde anadilimin Almanca ve Arapça olduğunu yazıyor ve söylüyorum, çünkü ben bu iki dille yetiştim. Bana göre bu dillerin biri bir diğerine üstün değil, böyle bir sınıflandırmayı yanlış bulduğum için ikisini de anadilim olarak tanımlıyorum.”
Kübra için hem Türkçe hem Almanca anadilini teşkil ediyor. Çünkü insanın iki dilli yetişmesini bir ayrıcalık olarak gören Kübra’ya göre “Bir lisan bir insan, iki lisan iki insan.” Zeynep bu konuda köken anadiline farklı bir mana yüklüyor. Türkçe onun için sevgiyi ifade eden bir dil. Okulda, üniversitede daima Almanca konuşması ve okuması kendisini akademik seviyede daha güçlü ifade etmesini sağlıyor. Ancak evde daima Türkçe konuşulması onun sevgiyi ve sair duygularını Türkçede daha iyi ifade edebilmesine neden olmuş. Dolayısıyla Türkçe ile daha duygusal bir bağ kuruyor Zeynep.
“Almancan Gerçekten Çok İyi”
Aksanlar ve lehçeler bir dilin kültürel zenginliğini gösterir. Genç göçmen kökenliler sürekli Almancalarının ne kadar iyi olduğuna dair çeşitli yorumlar duyarlar. “Almancan gerçekten çok iyi!” yorumu Almanya’da doğup büyüyen genç nesil için ilk bakışta pozitif olarak görülse de aslında fazlaca ön yargı yüklü bir değerlendirmedir.
Faiza, bu çok bilindik yorumla ilgili duygularını şu cümlelerle ifade ediyor: “Bu yorum her yapıldığında duymazlıktan gelmeye çalışıyorum; fakat yine de bu yorum sonrası kendimi ispat etmek zorundaymışım hissine kapılıyorum. Her defasında karşımdaki insana benim farklı olduğumu nasıl ispat edebilirim diye düşünüyorum. Biliyorum bu yanlış, ama kendimi ispat etme isteği hep benimle birlikte. Sonunda kendimi sadece kırılmış ve rencide edilmiş hissediyorum, çünkü karşımdaki insan ben kendisiyle konuşmadan önce benim bir dili yeterince iyi konuşabilme kapasitemden ve becerimden şüphe etmiş olduğu için beni duyunca şaşırarak böyle bir yorum yapma gereği duyuyor.”
“Hayır Onu Sormuyorum, Aslen Nerelisin?”
Göçmen kökenli insanların en sık karşılaştıkları sorulardan biri de, aslen nereli olduklarıyla alakalı. Bu soruya cevaben Almanya ya da Almanya’nın herhangi bir şehri söylendiği takdirde, hafif bir gülümseme eşliğinde soru tekrarlanıyor. Anlaşılan o ki soru sahibi dedenizin aslen nereli olduğunu duyana kadar cevabınızdan tatmin olmayacak. Bu sorunun bu denli ısrarla sorulması, sizin dış görünüşünüzle bir Almana benzemediğinizi, bir Alman kadar iyi Almanca konuşamadığınızı veya yeterince Alman gibi davranmadığınızı ima ediyor.
Genç göçmen kökenliler için bu soru çoğu zaman kimlik krizlerine sebep olabiliyor. Zeynep için bu soru farklı duygular çağrıştırıyor ve bu durumu şu cümlelerle ifade ediyor: “Uzun bir gün sona ermiş. Üniversiteden çıkmışsın, trene biniyorsun, birine yardım ediyorsun, muhabbet etmeye başlıyorsun ve sonunda ‘Aslen nerelisin?’ sorusu kendimi bir penceresi olan paralel dünyaya itelenmiş hissetmeme sebep oluyor. Çünkü bu pencereden hem izleyip hem izlenebilmem sağlanıyor. Bu alan içerisinde kaldığım sürece tolere ediliyorum. Bu tolerans paralel dünyada kaldığım sürece geçerli oluyor.” Faiza, iki farklı kökene sahip olmayı “hem bir armağan hem de bir lanet” olarak tanımlıyor. Kimliklerinde farklı kökenleri barındıran insanlar hayata daima iki farklı pencereden, iki farklı perspektiften bakmayı öğreniyorlar. Bu iki farklı kökenin birleşiminden yepyeni değerler ortaya çıkıyor. Faiza bu konuya dair düşüncelerini ve bakış açısını da bu iki ayrı perspektifin neticesi olarak belirtiyor. İki tarafın da kendisi için öneminden bahsediyor Faiza, her iki kökenin de kendisini ayrı nitelikler ve avantajlarla donattığı kanaatinde. Bilhassa Almanya’ya göç eden ve gelecek nesiller için çok önemli ve değerli çalışmalar yapmış olan dedelerimiz, annelerimiz ve babalarımızın, bizim bugün toplum içerisinde uyum sağlama isteğimizin oluşmasına vesile olduklarının da aynı zamanda altını çiziyor.
Irkçılık ve Kimlik Bunalımı
Son zamanlarda ırkçılığın artması toplumsal olarak gergin bir atmosfere sebep oluyor. Üçüncü ve dördüncü nesil bugün hâlâ zamanında dedelerinin maruz kaldığı “Geldiğiniz yere geri dönün!” şeklinde dışlama ve nefret içeren söylemlere maruz kalıyor ve bu onların kimlik bunalımı yaşamasına sebep olabiliyor. Çünkü göçmen dedelerinin aksine onların geldikleri, dolayısıyla geri dönüş yapabilecekleri Almanya dışında bir ülke yok.
Kimisi için Almanya ikinci bir vatan, kimisi içinse vatan sevdiklerinin olduğu yer. Faiza için vatan bir yerden ziyade sevdiği insanlar; her insan bir vatan, bir duygu, bir yaşanmışlık. Kübra için vatan Konya ile Dortmund. Zeynep için vatan Türkiye; Regina için Almanya. Dolayısıyla herkes kendi “vatanıyla” yaşadığı tecrübeler doğrultusunda kimliğine ve anadiline farklı manalar yüklüyor. Vatan kabul ettiği coğrafyada nasıl bir insan olmak istediğinin, kim olmak istediğinin hikâyesini anlatıyor.