“‘Biz’in Kim Olduğuna Dair Daha Kapsayıcı Söylemler Geliştirilmeli”
Avrupa ülkelerinin göçmenlere uyguladığı politikalar gittikçe daha kısıtlayıcı bir hâl alıyor. Göç Politikaları Enstitüsünden (MPI) NatalIa Banulescu-Bogdan ile Avrupa’nın göç politikalarını, göç ile aşırı sağ arasındaki ilişkiyi ve göçmen/göçmen kökenlilerin aidiyet sorunlarının nedenlerini ve çözümlerini konuştuk.
Avrupa ülkelerinin göç politikalarını incelediğimizde, bazı ülkelerin diğerlerine kıyasla daha katı politikalar uyguladıklarını görüyoruz. Bununla ilgili olarak, hangi ülkelerin göç politikalarının daha insancıl olduğunu söyleyebiliriz?
Ülkeleri bireysel yoruma açık bir biçimde daha “insancıl” ya da “daha az insancıl” olarak niteleyemeyiz. Ancak son yıllarda kısıtlayıcı göç politikalarının sayısında bir artış olduğunu söyleyebiliriz. İtalya’da göçmenleri taşıyan STK gemilerinin limanlara yanaşmasını engelleyen politikalardan ve göçmenlere yardım etmeyi suç kabul eden Macaristan’daki “Sorosları Durdur” yasalarından tutun da AB’ye olan göçün engellenmesi için Avrupa’nın komşu ülkelerine yapılan kalkındırma yatırımlarına kadar bu politikaların örneklerini görmekteyiz.
Bununla birlikte Avrupa devletleri, kıtanın yaşadığı 2015-2016 krizini tekrar yaşamamak için işi sağlama almaya kararlı olsa da daha önce gelmiş olan mültecilerin başarılı bir şekilde entegrasyonunu teşvik etmek için önemli yatırım hamlelerinde bulunuyorlar. Bazı ülkeler mültecilerin yeniden yerleştirilmesine yönelik özel sponsorluk ve kamu sponsorluğu gibi (küçük de olsa) yeni fırsatları dahi araştırıyorlar.
Birçok göç uzmanı için göç, aşırı sağın yükselmesinin ardındaki önemli bir faktör. Göç ve aşırı sağ arasındaki ilişki hakkında sizin düşünceniz nedir?
Göç, aşırı sağ kampanyalarının büyük bir kısmının belirleyici özelliği olmuştur. Ancak bunun, kitlesel göç akınlarına maruz kalmayan yerlerde dahi geçerli olduğunu not düşmek önemli. Göç ile yükselen nativizm (yerlilerin hak ve çıkarlarını koruma siyaseti) arasında doğrusal bir ilişki yok, ki bu çoğunlukla fark edilmeyen bir gerçek. Nativizmin hızla yükseldiği bazı ülkeler aslında göçün en az olduğu yerler iken, yüksek oranda göçe maruz kalan yerler ise -2000’lerin başındaki İspanya gibi- göçmenleri daha kucaklayıcı bir düşünceye sahip olabilmekte. Buna karşın, aşırı sağcı Vox Partisi’nin İspanya ve Portekiz’de ilk kez yükselmesiyle bu durum da değişiyor olabilir.
Aşırı sağ ve göç arasındaki ilişkide siyasiler nasıl bir rol oynuyor?
Nativist ve popülist siyasiler, değişimin temposunun hızlanması ve göçün “kontrolden çıkması” gibi konularda halkın endişelerinden ve göçün gerçek, resmî rakamları ne olursa olsun insanların hayat kalitelerinin azalacağı korkularından besleniyorlar ve bunları siyasetlerinde kullanıyorlar. Ülke halkları aynı zamanda küreselleşme, AB’nin rolü ya da işçileri geride bırakan ve hızla değişen işgücü piyasaları gibi konular hakkında da endişeliler. Ne var ki siyasiler halkın korku ve endişelerini daha somut bir günah keçisi olan göçe ve göçmenlere ustalıkla yüklediler. Sonuç olarak onlar, radikal sağ partilerin gündemini şekillendirerek ve merkez sağ partilerini ve koalisyonları daha keskin göç politikaları izlemeye zorlayarak -gerek hükûmet içerisinde gerek dışarısında- politika üzerinde önemli bir etki yarattılar.
Avrupa’daki göç bağlamında ele alırsak, nativizm hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce nativizm bir süre önce aileleri Avrupa’ya göç eden Avrupalıların, özellikle üçüncü ya da daha sonraki nesillerinin, kimlik ya da aidiyet sorunlarında bir rol oynuyor mu?
Avrupa’daki entegrasyon zorlukları birinci nesille son bulmuyor. Aslına bakılırsa göçmen çocukları ve torunları -özellikle dinî görünürlüğe sahip ya da farklı bir dine mensup olanlar- Avrupa’da ciddi zorluklarla yüzleşti. Bu zorlukların arasında yaşama alanlarında karşılaşılan segregasyon (ayrımcılık), eğitim zayıflığı, iş piyasasının akıbeti ve genel anlamda ayrımcılık bulunuyor. İş piyasasına ve eğitim kurumlarına erişimdeki engelleri aşmak, üzerinde en çok yoğunlaşılan hususların başında geliyor. Ancak ortada eşit derecede ehemmiyetli fakat daha soyut bir unsur daha mevcut: Aidiyet iklimini geliştirmek ve korumak. Ulusal kimlik ve aidiyet krizleri çeşitli toplumlarda her zaman yüzeyin altında kaynamaya devam etmiştir; fakat çok kültürlü toplumlarda “bize karşı ötekiler” ayrımcılığıyla ateşi körükleyen nativist seslerle durum hiç şüphesiz daha da kötüleşmiştir. Bu bölünmeleri birleştirmek ve tedavi etmek için toplumların, toplumdaki “biz”in kim olduğuna dair daha kucaklayıcı, kapsayıcı söylemler geliştirmesi gerekiyor. Bunun için de ideal olarak, “biz”i (nativistlerde olduğu gibi) soy gibi değişmez niteliklerle tanımlamak değil, ortak değerler ve normlara (kurallara) bağlılıklarla (bağlı olmakla) tanımlamak gerekiyor.
Bildiğimiz üzere son on yılda Avrupa’ya olan göç hızla arttı. Öte yandan göç Avrupa için yeni bir olgu değil. Avrupa’nın “eski” ve “yeni” göçmenlerinin birbirlerine olan karşılıklı algıları hakkında sizin düşünceniz nedir?
Geçtiğimiz yüzyıl boyunca, Avrupa’ya çok farklı coğrafyalardan göçmenler gelmiş ve bu göçmenlerin Avrupa’ya yerleşim amaçları farklılık göstermiştir. Bu göç akınlarının arasında, 1960’lar ve 70’lerde işçi ihtiyacını karşılamak için istihdam edilen Türk misafir işçiler, 1990’larda gelen Bosnalı mülteciler, 2000’lerin başında Avrupa sınırlarından gelen düşük vasıflı işçiler (İspanya’da Romanyalılar ve İngiltere’de Polonyalılar) ve elbette 2015-2016 yıllarında Avrupa’ya kitlesel olarak akın eden Suriyeli, Afgan, Iraklı vb. göçmenler bulunuyor. Bu grupların her biri ve çocukları çok farklı zorluklarla karşı karşıya kaldılar, ki uzun vadeli entegrasyon çabalarının bir kısmı hâlâ devam etmektedir. Bu nedenle, kendilerini güvencesiz bir durumda hisseden göçmenler ve çocukları, kıt kaynakları tekellerine aldıkları ya da göçmenlere karşı kamuoyunu bariz bir biçimde zehirledikleri düşünülen daha yeni göçmen dalgalarıyla dayanışma hissetmeyebilir.
Peki sizce Brexit Avrupa’daki göç dinamiklerini nasıl etkileyecek?
Bu çözümlenmesi biraz zaman alacak bir soru; zira hareketli (mobil) AB vatandaşlarının geleceğini düzenleyen kurallar -Birleşik Krallık’ta yaşayanlar ile AB27’de yaşayanlar- hâlâ üye devlet seviyesinde geliştirilmiş değil (her ne kadar Birleşik Krallık bunun planlamasında epey ilerleme kaydetmiş olsa da). AB27 vatandaşlarının iş veya eğitim için İngiltere’ye taşınması daha zor ve daha cazibesiz hâle gelecektir. Ayrıca kıtada yaşayan kimi İngilizler, iş piyasasına, oturum haklarına, sosyal hizmetlere erişimde zorluklar yaşayarak kendilerini bir gecede üçüncü dünya vatandaşı seviyesinde bulabilir ve Birleşik Krallık’a geri dönmenin gerekli olduğunu düşünebilirler.
Avrupa’daki Müslüman azınlıklar konusu, Avrupa göç politikaları için önemli bir tartışma konusu. Avrupa’daki Müslüman nüfusun yükselişinin Avrupa’nın gelecekteki göç politikalarını etkileyeceğini düşünüyor musunuz?
2015-16 döneminde ağırlıklı olarak Müslüman ülkelerden gelen büyük göç akımları, dinî azınlıkların Avrupa toplumlarına başarılı bir biçimde nasıl entegre edileceği konusunda uzun süredir devam eden tartışmaları yeniden gündeme getirmiştir. Avrupa’da kültürel korkular hâkim; İslam Avrupa toplumlarını birbirine bağlayan norm ve değerlere doğrudan tehdit olarak görülüyor. Müslüman toplulukların nüfusu artış göstermeye devam ettikçe, Avrupa ülkelerinin iki rakip baskı unsuru arasında denge kurması gerekecektir: Kültürel farklılıklara yer açmak ya da bu farklılıkları kısıtlamak. Bu iki unsur arasındaki gerilim çoğunlukla, yalnızca birkaç kadının burka taktığı yerlerde bile tartışmaları alevlendiren İslami giysilerin ve bu giysiler hakkındaki yasak ve kısıtlamaların etrafında dönebilir. Ne var ki, kısıtlamalar kısa vadede siyasi başarı puanı getirse de uzun vadede ters teperek gruplar arasındaki farklılıkları hafifletmek yerine daha da derinleştirebilir.