Homojen Demografilerde Göçmenlik: Orta ve Doğu Avrupa Ülkeleri
Homojen demografilere sahip Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin göçmen kompozisyonları da benzerdir. Bu ülkelerdeki göçmenlerin, komşu ülkelerden gelenler ve ortak köklere sahip ülkelerden gelen göçmenler olduğu görülmektedir.
Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri 2000’li yıllarla beraber Avrupa Birliği’nin (AB) genişleme politikaları sonucu AB üyesi olmuş olsa da bu ülkelerin farklı bir geçmişe ve kültüre sahip olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Bu ülkelerin demografik yapıları Batı Avrupa ülkelerinden farklı olarak daha homojendir. Batı Avrupa ülkelerinin 1950’li yıllarda emek piyasalarında yaşadığı açık sonucu işçi göçleri deneyimi ile demografik yapısı çeşitlenmiş, misafir işçilikten kalıcılığa doğru evrilen, aile birleşmeleriyle beraber büyüyen göçmen nüfusu bu ülkeleri göç konusuna nispeten daha aşina hâle getirmiştir. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri Batı Avrupa’nın yaşadığı bu göç deneyiminden ve demografik çeşitlilikten uzaktır.
Son yıllarda gündemden düşmeyen düzensiz göç konusu Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde -yükselen sağın da etkisiyle- terörle ilişkilendirilmekte ve özellikle Müslüman göçmenler bu ön yargıların hedefi olmaktadır. Ayrıca refah düzeyi nispeten daha düşük olan ülkelerde mülteciler, ucuz işgücü olarak anılması sebebiyle, “ekmeğin bölüşümünde” sorun teşkil etmektedir. Homojen demografik yapısını kaybetmek istemeyen bu ülkeler mülteci kabulüne bir hayli mesafelidir. Bununla beraber ülkelerin düzenli göçmen nüfusunun önemli bir payını ortak köklere ve tarihî geçmişe sahip oldukları ülkelerden gelen göçmenler ve komşu ülkelerden gelenlerin oluşturduğu görülür.
Homojenlikten yana duruşları ve ülkelerinin ekonomilerini bahane eden sebepleri ile göçe dair sert tavır benimseyen bu ülkeler, Brexit sürecinde ise aynı sert tavrın hedefi olmuşlardır. Bilindiği üzere AB üyelikleri ile beraber serbest dolaşım hakkını Ada’dan yana kullanan Orta ve Doğu Avrupalı göçmenler, Britanya’nın Birlik’ten çıkma sebeplerinden birisi hâline gelmiştir. Ülkelerinde göçmen karşıtı politika izleyen devletlerin vatandaşlarının başka bir ülkede istenmeyen göçmen konumuna düşmesi, göç olgusunun siyasi eksenden bağımsız evrensel bir şekilde ele alınması gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Vişegrad Grup (V4): “Göçmen Ülkesi Olmak İstemiyoruz”
Dünyada yükselen göç ve mültecilik meselesine yönelik olarak göçmen ülkesi olmak istemediklerini sıklıkla dile getiren Çekya, Macaristan, Polonya ve Slovakya’nın oluşturduğu Vişegrad Grup AB’nin zorunlu mülteci kotalarını kabul etmeyerek mülteciler konusunda birlik içinde hareket etmektedirler. Benzer şekilde üçüncü ülkelerden gelen düzenli göçmenlere yönelik konularda da bu ülkelerin iş birliği içerisinde olduğu görülür.
Çekoslovakya, Macaristan ve Polonya’nın 1991 yılında “Vişegrad Üçlüsü” olarak kurduğu grup, ortak köklere yapılan atıf ve Orta Avrupa’daki komünist bloğun kalıntılarını ortadan kaldırma arzusuna dayanır. Vişegrad üçlüsü Çekoslovakya’nın 1993’te Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olmak üzere ikiye ayrılmasının ardından “Vişegrad Dörtlüsü” veya “V4” olarak adlandırılmıştır. O dönem bir araya gelen bu ülkelerin en önemli amacı Avrupa Birliği’ne üye olmak olarak belirlenmiş, bu ülkeler Avrupa ile entegrasyon sürecinin birlik içinde daha başarılı bir şekilde gerçekleşeceğini düşünmüştür. Nitekim 2004 yılında AB’nin beşinci genişlemesiyle beraber V4 grubu AB’ye girmiştir.
Komşular ve Ortak Kökler
V4 ülkelerinin göçmenlere yönelik tutumları ve bu ülkelerdeki göçmen kompozisyonları benzerdir. Birkaç sürpriz kaynak ülke hariç bu ülkelerdeki göçmenlerin genellikle komşu ülkelerden gelen, ortak köklere ve tarihî geçmişe sahip ülkelerden gelen göçmenler olduğunu söylemek mümkündür. Denilebilir ki homojen demografilerin göçmenleri içerme noktası yine kendilerine en çok benzeyenlerin içerilmesi yönündedir. Bunun yanı sıra bu ülkelerin göçmen kompozisyonlarında Vietnam gibi uzak coğrafyalardan gelen göçmenlerin olması üçüncü ülke vatandaşlarının işgücü göçünü destekler nitelikte politikalara sahip olduklarını ortaya koymaktadır.
Doğu ve Batı Avrupa Arasında Geçit: Polonya
V4 içerisinde nüfusu en yüksek olan Polonya, yaklaşık 40 milyon nüfusa sahiptir. Polonya, AB üyeliği öncesinde kısıtlı iş olanakları ve düşük refah düzeyi ile varış ülkesi olmaktan ziyade, transit bir göç ülkesi, batıya açılan bir geçittir. Üyelik sonrasında ise Polonya doğudaki komşularından daha çok göçmen çekmeye başlamış; Polonya’da AB üyesi olmayan Ukrayna, Belarus, Rusya ve Moldova’dan gelen göçmenlerin sayısı artmıştır.
Sürpriz bir kaynak ülke olarak Vietnam vatandaşlarının da Polonya’da göçmen nüfus içerisinde ağırlıklı bir yer tuttuğunu söylemek mümkündür. Polonya’daki Vietnamlı göçmenlerin yerleşimi 1970’lerde siyasi ve ekonomik bağların kurulmasıyla öğrenci ve işçi takası ile gerçekleşmiştir. AB üyeliği sonrasında Polonya’da Çinli göçmenlerin de sayısının arttığı görülmektedir. Çin işgücü göçünün arkasında ise düşük ücretlerle çalışmaya gönüllü olan Çinli işçilerin Polonyalı şirketler tarafından talep ediliyor olma sebebi yatmaktadır.
İşgücü Göçüne Sıcak Bakan Ülke: Çekya
Bugün 10 milyon nüfusa sahip Çekya, AB üyeliği sonrasında transit göç ülkesi konumunu, varış ülkesine çevirmiştir. Uluslararası Göç Örgütü (IOM) verilerine göre; Çekya nüfusunun yaklaşık %5’i göçmenlerden oluşmakta ve göçmenlerin çoğunluğu başkent Prag’da ikamet etmektedir. Çekya’ya yapılan göçün baskın özelliği işgücü göçü olmasıdır.
Çek ekonomisinin büyüme yıllarında ve liberal politikalar izlediği yıllarda (1990, 2004-08, 2013’ten sonra) ülke, büyük miktarda işçi göçü akını yaşamış, durgunluk veya kriz zamanlarında ise (1990’ların sonu, 2009-12 arasında) göçmenlerin işgücü piyasasına girişleri engellenmiştir. Göçmenlerin geneli işgücü piyasalarında emek yoğun sektörlerde tehlikeli ve zor işlerde yer almaktadır. Çekya’daki göçmenler içerisinde en büyük grup Ukrayna, Slovakya ve Vietnam vatandaşlarıdır. Bu sırayı Almanya, Polonya, Bulgaristan ve Romanya izler. Bu göçmenlerin geneli düzenli ve işgücü piyasalarında içerilmiş göçmenlerdir.
Göçmenler İçin Hedef Ülke Olmayan Slovakya
Nispeten düşük bir nüfusa (5.5 milyon) sahip olan Slovakya, kuruluşundan bu yana göçmenler için hedef ülkelerden biri olmamıştır. Dünyada artan göç hareketliliğine rağmen Slovakya homojen demografik yapısını sürdürmektedir. AB üyeliği öncesinde göç için bir kaynak ülkeyken üyelik sonrasında Slovakya’dan yapılan yasadışı göç ve sığınma talepleri azalmıştır. Üyelik sonrasında Slovakya’daki göçmenlerin oranı artmış olsa da IOM verilerine göre; Slovakya nüfusunun yalnızca %2’sini göçmenler oluşturmaktadır.
Slovakya’da da düzenli göçün en önemli dinamiği çalışma amaçlı göç olurken göçmen nüfusun ağırlığını Hırvatistan, Bulgaristan, Litvanya, Polonya ve Romanya’dan gelenler oluşturmaktadır. Geçmişte Slovakya’da Asya ülkelerinden gelen göçmenlerin sayısı düzenli şekilde artmış olsa da bugün bu ülkelerden gelenlerin sayısı azalmıştır.
Düzensiz Göç Güzergâhı: Macaristan
Macaristan, hem düzenli hem de düzensiz göçün kaynak ve varış ülkesidir. 10 milyon nüfusa sahip Macaristan’ın kara sınırlarının göç güzergâhı üzerinde olması bu ülkeyi düzensiz göçün önemli bir durağı hâline getirmektedir. Macaristan’da düzensiz göç çoğu kez terörle ilişkilendirilirken Macar ekonomisinin dinamikleri de mülteci karşıtlığını pekiştirmektedir.
Diğer taraftan Macaristan, AB üyeliği ve göreceli refahıyla komşu ülkelerden gelen göçmenler için önemli bir varış ülkesidir. Macaristan’da ikamet eden göçmenlerin yarısı işgücü göçü sebebiyle bu ülkeye gelmiştir. Göçmen nüfusun %60’a yakını Avrupa ülkelerinden (ağırlıklı olarak Romanya, Almanya) gelmiştir. Asya ülkelerinden gelen göçmenlerin ağırlığını ise Çinli göçmenler oluşturur.
Gidenler Daha Çok
Bu ülkelerin AB üyesi olmasıyla beraber yeni iş fırsatları ve eğitim olanakları sebebiyle refah seviyesi daha yüksek olan Almanya, Hollanda ve İngiltere gibi AB ülkelerine olan göç oranı artmıştır. 2004 yılında AB’ye üye olan ülkeler serbest dolaşım hakkına 2007 yılının kasım ayında sahip olmuştur. Ancak Britanya Avrupa Birliği’nin beşinci genişlemesiyle beraber AB’ye giren Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine yönelik, ihtiyatlı davranan ve geçicilik kısıtlaması uygulayan diğer Avrupa devletlerinin aksine, serbest dolaşıma başlangıçtan itibaren izin vermiştir.
AB sonrası göçün yönü Batı Avrupa’ya kayarken 1990’lı yıllarda ise Demir Perde’nin düşmesiyle bu ülkelerin yaşadığı ekonomik ve siyasi alanda dönüşümler göçü tetiklemiştir. O yıllarda Avrupa ülkelerinin yanı sıra Kanada ve ABD’ye de yoğun göçler görülmektedir. Özellikle ABD’de bu ülkelerden gelen göçmenlerin toplam göçmen nüfus içinde büyük bir yoğunluk oluşturduğu bilinmektedir.