Dosya: "Göçmen Kökenlilik ve Göçmeyen Göçmenler"

Hollandalı Olmak Bisiklete Binmek Gibi Tamamıyla Denge İşi

Hollanda geçmişten bu yana Avrupa’nın toplum olarak en hoşgörülü ve farklılıklara açık ülkesi olarak biliniyor. Peki ülke mülteci krizi sonrası Avrupa’da yükselen aşırı sağ dalgasının etkisinden dengeleri koruyarak çıkmayı başarabilecek mi?

@Shutterstock değişiklikler: Perspektif

Hollanda toplumuna entegre olan, 20. yüzyılın sonları ile 21. yüzyılın başlarındaki göçmenlerin bu başarısının birden fazla tezahürü var. Fas doğumlu Rotterdam belediye başkanı Ahmed Aboutaleb* ve İran doğumlu yazar Kader Abdolah gibi önde gelen isimlerin yanı sıra, ülkeye iş gücü olarak gelen ilk nesil göçmenler, Felemenkçeyi öğrenerek göçmen kökenlerine rağmen yaşıtlarıyla eşit eğitim ve istihdam hakkına sahip ikinci ve üçüncü nesli dünyaya getirdiler. Bununla birlikte elbette ülkenin dilini öğrenmemiş, iş bulamayan, okulu yarıda bırakmış ve toplumsal hayattan uzaklaşmış başarısız örnekler de mevcut. Üstelik ikinci nesilden Fas kökenli Hollandalı Muhammed Bouyeri gibi, 2004 yılında Amsterdam’da ünlü film yapımcısı Theo van Gogh’u bisikletiyle işine giderken öldürerek tüm ülkede ve dünyada şok etkisi yaratan aşırı örnekler de var.

Hollanda halkının büyük çoğunluğu, medya organları ve siyasiler göçmenlerin entegrasyonunu takıntı hâline getirmiş durumda. Başarısızlıklar çok fazla dikkat çekiyor, zira bazı politikacılar başarısızlıkları yüksek sesle haykırmayı tercih ediyor ve birkaç kişinin işlediği suç nedeniyle tüm toplumu suçluyorlar. Başarılar, büyük ölçüde ilgili bireylerin ve ailelerin bireysel özverilerinden kaynaklanıyor. Hollanda hükûmetleri son yıllarda birbiri ardına göçmenleri entegrasyona teşvik eden; bunun için de daha geniş Hollandalı nüfusun kaygılarına ve yeni gelenlerin ihtiyaçlarına cevap veren politikaları hayata geçirdi. Bu politikalar, Felemenkçe öğrenimine ve Hollanda’daki başarı beklentilerini karşılamak için gerekli kültürel donanımın edinilmesine odaklanmakta.

Sürekli Değişen Yaklaşımlar

Amsterdam’da 180’den fazla farklı ülke insanı yaşıyor; bu durum dünyanın diğer metropolleri için söz konusu değil. Sadece Hollanda pasaportuna sahip olanlar şehir nüfusunun %68’ini oluşturuyor. Kültürlerin kaynaştığı yer olarak bilinen ülke ve şehirde, Hollanda’ya özgü hoşgörülü atmosfer ve toplumsal hayatta “normal davranma” beklentileri öne çıkıyor. Zaman içerisinde ülkenin hükûmetleri birbirinden bu denli farklı çok sayıda kültürden oluşan nüfusun entegrasyonunu sağlamada yaklaşım değişikliklerine gitti. 1960’lar ve 1970’lerde herhangi bir resmî entegrasyon politikası bulunmazken, 1980’lerde azınlık odaklı bir yaklaşıma doğru kayma oldu. 1990’larda ise çok kültürlülüğe doğru bir evrilme yaşanırken, 90’ların sonunda bu çok kültürlülük vurgusu terk edildi ve asimilasyon çabaları başladı. Yeni gelenlere Hollandalı olabilmenin yolunun Felemenkçeyi öğrenmekten geçtiği vurgusu yapıldı.

Avrupa Ekonomik Alanı (EEA) dışından, İsviçre ve Türkiye’den gelen ve Hollanda’da uzun süreli ikamet etme beklentisindeki diğer göçmenler şimdilerde “iyi vatandaşlık” (Fl. “Inburgering”) testlerini geçmek zorunda. Üzerinde asıl durulan konu dil olmakla birlikte, sınavları geçmek zorunda olmayan göçmenlere de hükûmet, dil öğrenmenin her zaman yararlı olduğunu hatırlatıyor. Hollanda vatandaşlığına kabul edilen bir kişinin, bunun için köken ülkesinden bağımsız olarak benzer dil ve kültür sınavlarını geçmesi gerekiyor.
Ayrıca, göçmen politikasının uygulanmasından hükûmetin hangi makamının sorumlu olduğu konusunda da değişiklikler yaşanmıştı. Daha önce yerel yönetimlerin görevleri arasında olan bu alanda ulusal düzeyde bir yaklaşıma geçilmişti. Ancak 2021 yılında yürürlüğe girmesi beklenen yeni bir yasa ile göçmen politikasının yeniden yerel belediyelerin inisiyatifine bırakılması planlanıyor.

“İyi Vatandaş” Olmak

Vatandaşlık eğitimi kurslarını geçme şartları son birkaç yılda defalarca kez değiştirilirken, yeni yasa bu alanda yeniden değişiklik yapılmasını öngörüyor. Göçmenlere kursu geçmeleri için üç yıl tanınıyor: 2015’ten önce başlayanların yalnızca “İkinci Dil Olarak Felemenkçe” (NT2) resmî dil sınavını geçmeleri gerekiyor. Ancak, 1 Ocak 2015’ten sonra başlayanların bu dil sınavının yanı sıra hem Hollanda Toplumu Bilgisi sınavını hem de Hollanda İşgücü Piyasası Oryantasyonu sınavlarını geçmesi gerekiyor. (Bu son sınav uygulamasından vazgeçilmesi planlanıyor.) 1 Ekim 2017’den sonra başlayanlar ayrıca bir katılım beyanı imzalamak zorundalar ve ancak o zaman (toplumun “iyi mensupları” olarak) “vatandaş” olmayı öğrendiklerini ispatlayan resmî belgelerini teslim alabiliyorlar. Süreci üç yıl içerisinde tamamlamayanlar, tamamlamadıkları öge sayısına ve derslere katıldıkları süreye bağlı olarak 1250 Euro’ya kadar para cezasına çarptırılabiliyor. 2018’e kadar (çoğunlukla ders ücretlerini ödeyebilmek için devletten borç alarak) yıllarca tüm derslere katılmış ancak üç kere sınavdan kalmış 3 bin kişi bulunuyordu. Bu kimselerin ceza ödemeleri gerekmiyordu ve Hollanda’da ikamet etmeye devam edebiliyorlardı. Ancak hâlihazırdaki oturum statülerinde bir iyileştirme veya Hollanda vatandaşı olmaları söz konusu değildi. Bunun dışında ülkede çoğunluğu yoğun göç hareketlerinin yaşandığı 2015 yılında ülkeye gelmiş olan; ancak mülteci statülerinden dolayı testleri geçmek zorunda olmalarına rağmen sınavları hâlen verememiş 10 bin kişi daha mevcut.

Mülteci statüsündekiler, bu sınavların şart koşulduğu en büyük insan grubunu oluşturuyor. Hollanda’ya aile birleşimi ile gelenler de dâhil göçmen aileler bu testleri geçmek zorundalar. Avrupa Ekonomik Bölgesi (EEA), İsviçre ya da Türkiye’den gelen göçmenler ise kendilerine ülkeye giriş izni verilmeden dil bilgilerini ispat etmek zorundalar. Bu göçmen grubu sınavlarda çoğunlukla sığınmacılara nazaran daha başarılı olsalar da belki de bu zorunluluğun farkında olmadıklarından genellikle testleri tamamlamamaktadırlar.

Gerçeklerle Yüzleşme

Bu bahsedilen yükümlülükler yeni gelenler için geçerlidir. Onlarca yıldır ülkede yaşamakta olan aileler, bir yere aşina olmanın adaptasyonu nasıl kolaylaştırdığının göstergesi. Merkez Planlama Ofisi’ne ait 2016 tarihli bir araştırma, ikinci nesil batılı olmayan (Türk, Faslı, Surinamlı, Antilliler ve diğerleri gibi) göçmen çocuklarının dörtte birinin üst düzey işlerde çalıştıklarını ortaya koyuyor. (2000’lerin başında bu oranın %15 olduğu belirtiliyor.) Önceki yıllarda her ne kadar iyi eğitim almış olsa da birinci ve ikinci nesil bir göçmen kökenli için üst düzey pozisyonda bir iş bulmak aynı seviyede eğitim görmüş bir Hollandalıya nazaran çok daha zordu. Yıllar içerisinde, batılı olmayan göçmenlerin eğitim seviyesi yükselmeye başladı ve genel olarak Felemenkçe dil öğreniminde ilerleme kaydedildi. Türk ve Fas kökenli Hollandalı kadınların istihdamında da ciddi gelişmeler meydana geldi. Ne var ki yine de batılı olmayan göçmenler ve göçmen kökenliler hâlâ beyaz Hollandalı akranlarına kıyasla üç kat daha fazla işsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya; bu durum özellikle batılı olmayan genç göçmenler arasında gözlemleniyor. Araştırmaya göre ayrıca göçmen kökenliler arasından istihdam edilenlerin gelir düzeyi göçmen olmayanların gelir ortalamasının oldukça altındaydı ve bu kimselerin yoksulluğa düşme ihtimali dört kat daha fazlaydı.

Hollanda kriterlerine göre topluma karışma oranları da batılı olmayan göçmen gruplar arasında oldukça düşük gözlemleniyordu. Örneğin toplumsal organizasyonlara üye ya da gönüllü olarak daha az katılım gösteriyorlardı. Türk, Fas ve Antil kökenli Hollanda vatandaşı göçmenlerin yalnızca %60’ı Hollanda’da kendilerini rahat hissettiklerini söylerken, özellikle Türk ve Fas kökenliler kendi etnik toplulukları içerisinde kalmayı tercih ettiklerini vurguluyordu. Bu gayet doğal olabilir ve Hollanda’nın toplumsal organizasyonlara ve gönüllü çalışmalara önem vermesi ulusal bir kriter olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte, sosyal vatandaşlık inşa etmenin bu bilinçli yolu, yüzlerce yıllık göç tecrübesinden ve birbirlerinden bariz farklılıklar taşıyan çok sayıda insanın her zaman sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya olan bu küçük ülkede birlikte yaşamaları için gereken hoşgörüyü sağlayacağına olan inançtan kaynaklanmaktadır.

Hollanda’ya yapılan göç hareketlerinde yeni kıtaya geçiş yapanlar arasında Fransız Protestanları (Huegenot), Sefarad Yahudileri, 1930’larda Doğu Avrupalı Yahudiler, 1990’larda Endonezyalılar, Molükler, Macarlar, Latin Amerikalılar, eski Yugoslavlar ve son on yılda ise Iraklılar, Suriyeliler, Somalililer, Eritreliler, Afganlar ve diğerleri bulunuyor. Göçmenler, eski kolonilerinden, Kuzey Afrika ve Türkiye’den aileleriyle birlikte misafir işçi olarak, güney Avrupa’dan AB vatandaşları olarak, ABD, Kanada ve Avustralya gibi ülkelerden ise “expat” olarak geldi. Entegrasyonun temeli olan meşhur Hollanda hoşgörüsü, yalnızca ulusal bir mirastan değil, aynı zamanda yüzyıllardır yeni gelenler ile yerleşik halkın tek bir ulusta birleştirilmesi deneyiminin bir sonucu olarak değerlendirilebilir.

Dengeyi Sağlamak

Yeni gelenleri Felemenkçe konuşmaya ve birlikte yaşamayı öğrenmeye yönlendiren 21. yüzyıl politikaları, uzun zaman boyunca karşılıklı anlayışa yapılan vurguların bir tezahürüdür. Bazı Hollandalı vatandaşların batılı olmayan ve özellikle Müslüman göçmenlere karşı duydukları korku, temelde, güçlü dinî inançların, bu yeni gelenlerin sürekli büyüyen ve değişen hoşgörülü Hollanda toplumuna ayak uydurmasını engelleyeceği endişesidir.

21. yüzyıl Hollanda toplumunun bugün karşı karşıya olduğu sorun, entegrasyon gibi hoşgörünün de iki taraflı gerçekleşmesi gerektiğinin göz ardı edilmesi sorunudur. Bazı yeni gelenler hoşgörü standartlarına uymayan tavırlar sergilerken, açık fikirli olmayan bu gibi topluluklara karşı bazı Hollandalıların verdikleri tepkiler ya da onlardan korkmaları da üst düzey hoşgörüsüzlük örneği teşkil ediyor. Yeni gelenler dersleri takip etmekle, sınavlara girmekle yükümlü tutulabilir; bunları yapmadıkları takdirde para cezasına çarptırılabilirler. En azından, hükûmet sorunun bu cihetini çözmeye çalışıyor gibi görünüyor. Ancak, bazı Hollandalı gruplar arasında görülen hoşgörüsüzlükle ilgili problemler, karmaşık korkular ve güçlükler bu meseleye dair daha ciddi ve kapsamlı bir yaklaşımı zorunlu kılıyor. Peki bunu yaparken dengeyi sağlamak mümkün olacak mı?

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler