'İslami Kuruluşlar'

Hollanda’da Entegrasyon Politikalarının Kıskacında Müslüman Kuruluşlar

Hollanda siyasetinde Müslüman kuruluşların entegrasyonuna dair bir süredir yürütülen tartışmalarda son gelişme Hollanda Temsilciler Meclisi’nin İslami kuruluşları sorgulama kararıdır. Bu karar, meclisin hükûmeti denetleme görevi kapsamında kullanabileceği en ağır araştırma yöntemi olarak değerlendirilmektedir. 

Shutterstock.com değişiklikler: Perspektif

1983 yılında Hollanda kabinesi, yayınladığı Azınlıklar Notası’nda şu cümleyi kurmuştu: “Azınlık gruplarına mensup insanların da Hollanda hukuk düzeninin temel değer yargılarına saygı göstermeleri gerektiği aşikârdır. Bununla çelişen isteklerin karşılanması söz konusu olamaz.” Azınlıklar Notası’nın bu cümlelerinde toplum içerisinde belirli değer yargılarına sahip insanların olduğu, azınlıkların ise toplumun değer yargılarına aykırı davrandıkları varsayılmaktadır. Azınlıkların söz konusu değer yargılarını kabul etmemeleri durumunda “değerler çatışması” sebebiyle toplumsal huzura zarar geleceği varsayımı yapılmaktadır. Yapılan varsayımda siyasi iradenin ulusal kimlik olgusunu tanımlamak ve korumak için karşıt bir grubun varlığına ihtiyaç duyduğu, bunun için belirli standartlar belirlediği ve azınlıkların bu standartlara uymadığı algısının oluşturulduğu görülmektedir. 

Bu ayrımı Hollanda’da uzun bir süre ayakta tutmuş olan, otokton (yerliler) ve alokton (göçmen kökenliler) sınıflandırması da olmuştur. Yerliler, belirlenmiş olan standartlara uyanlar, göçmen kökenliler ise bu standartlara uymayanlar ve dolayısıyla uyum sağlaması gerekenler olarak nitelendirilmiştir. 2016 yılından itibaren bu ayrım, olumsuz bir çağrışım yaptığı gerekçesiyle resmî kurumlar tarafından kullanılmasa da söz konusu algı farklı şekillerde ayakta tutulmuştur. Göçmen kökenliler için yapılan tanımlamada kültürel bir yaklaşımın söz konusu olduğu ise açıkça görülebilir. Göçmen kökenliler, Batılı göç geçmişine sahip olanlar ve Batılı göç geçmişine sahip olmayanlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Türkiye, Fas, Surinam ve Hollanda Antilleri’nden gelenler, ikinci kategoride yer alıp resmî metinlerde “entegrasyon politikasına tabi olan grup” olarak belirtilmektedir.

Bu sınıflandırma ile azınlıklardan uyum sağlamaları beklenmekte, fakat çelişkili bir şekilde ulusal kimlik olgusunun ayakta tutulabilmesi için tekrar dışlandıkları görülmektedir. Söz konusu dışlama, entegrasyon kavramının içeriğinin belirsiz bırakılması ile daha iyi görülebilir. Entegrasyon politikalarında entegrasyon kavramının yasal bir tanımlamaya sahip olmaması dikkat çekmektedir. Kavram yasal bir çerçeve ile sınırlandırılmadığı için azınlık grubu üyeleri, tam olarak hangi standartlara uyum sağlamaları gerektiğine dair sabit bir bilgiye sahip değillerdir. Sürekli olarak bir “aykırı” olanın varlığına ihtiyaç duyan siyasi irade, entegrasyonu istediği şekilde zorlaştırma keyfiyetine sahiptir ve sürekli olarak toplumun ötekisini oluşturarak dayattığı uyumun aslında hiçbir zaman gerçekleşmemesini sağlamaktadır.

Hollanda’da entegrasyon politikaları, 1980’li yıllarda göçmen kökenlilerin yerli halka kıyasla daha dezavantajlı bir pozisyona sahip oldukları gerekçesiyle bu açığı kapatmayı amaçlıyorken, günümüzde kültürel uyumun gerekliliğini daha belirgin şekillerde vurgular hâle gelmiştir. Göçmen kökenlilerin anadilleri ve kültürleri, topluma uyumlarını engelleyen ve toplumsal huzuru olumsuz etkileyen etkenler olarak görülmeye başlanmıştır. 2000 yılında entegrasyon tartışmalarının alevlenmesine sebep olan bir yazı yayınlayan Paul Scheffer, “çok kültürlü trajedinin toplumsal huzur için en büyük tehdit” olduğunu söylemiş ve “Biz Hollandaca dilini, kültürünü ve tarihini daha fazla ciddiye almaya başlayalım.” ifadesini kullanarak ulusal kimliğin göçmen kökenlilere karşı korunması gerektiğini belirtmiştir. Avrupa’daki diğer liderleri takiben eski Başbakan Yardımcısı Maxime Verhagen’in 2011 yılında çokkültürlü toplum inşasının başarısızlıkla sonuçlandığına dair açıklaması, çokkültürlük idealinden vazgeçildiğini açıkça göstermektedir. Verhagen eleştirisinde; yerlilerin yeterince vatan sevgisine sahip olmadığını, göçmen kökenlilerin ise Hollanda vatandaşı olmaktan yeterince gurur duymadığını belirtmiş ve entegrasyon sürecinde Hollanda’nın değer yargılarının aktarımının daha iyi sağlanması gerektiğini ifade etmiştir. 2017 yılında Hollanda’ya yeni gelen göçmenlerin, Hollanda’nın kültürel değer yargılarını kabul ettiklerine dair bir bildirinin altına imza atmaları zorunlu hâle gelmiştir.

Entegrasyon politikalarındaki değişiklik, Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşmesi’nin Hollanda parlamentosu tarafından kabul edilmesine ilişkin süreçte de görülebilir. 2001 yılında dönemin kabinesi, sadece Hollanda’nın yerli ve geleneksel azınlığı olan Frizlerin değil, aynı zamanda ikinci dünya savaşından sonraki göç dalgası ile ülkeye göç eden Türkiye kökenliler dâhil olmak üzere diğer etnik azınlıkların da ulusal azınlık olarak kabul edilmesi gerektiği görüşünü paylaşmıştır. Hatta Hollanda’nın azınlıkların ve kültürel çeşitliliğinin yasal olarak korunması noktasında diğer Avrupa ülkeleri için bir örnek teşkil etmesi gerektiği belirtilmiştir. Sözleşme, söz konusu azınlık tanımlaması ile Temsilciler Meclisi tarafından onaylanmış, fakat Senato’dan geri dönmüştür. Ancak bu durum, dönemin iktidarının azınlıklara daha eşitlikçi yaklaştığını görmek açısından yine de önemlidir. Sözleşme 2004 yılında tekrar gündeme geldiğinde ise dönemin yeni bakanı, bu “geniş” tanımlamaya karşı çıkmış ve etnik azınlıkların entegrasyon politikasına tabi olduklarını belirterek sadece Frizlerin ulusal azınlık statüsüne sahip olması gerektiğini belirtmiştir. Sözleşme bu tanımlama ile onaylanmıştır. Dolayısıyla etnik azınlıklar, uluslararası sözleşmelerde de Avrupa’nın kültürel ve ulusal mirasına dâhil edilmeyerek dışlanmaktadır.

Müslüman Türk Kuruluşlara Entegrasyon Baskısı

Kültürel çeşitliliğin giderek bir sorun olarak algılandığı Hollanda’da, göçmen topluluklar için paralel toplum kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Kökeni Almanca olan paralel toplum kavramı, “Parallelgesellschaften” olarak ilk defa 1996 yılında Wilhelm Heitmeyer tarafından Türk göçmenlerinin segregasyonunu ifade etmek için kullanılmıştır. Entegrasyondan sorumlu eski Bakan Lodewijk Asscher, 2014 yılında bir araştırmaya binaen Müslüman Türk kuruluşlarını, içine kapalı paralel topluluklar oluşturdukları ve entegrasyona katkı sağlamadıkları gerekçesiyle denetime tabi tutmak istemiştir. Bu açıklamalar tepkilere sebep olmuştur. Bakanın entegrasyon politikasına güvenoyu vermedikleri için iki Türk kökenli milletvekili partiden ihraç edilmiştir. Araştırmayı yapan akademisyenler Thijl Sunier ve Nico Landman; Bakanın araştırma raporunu yanlış anladığını belirterek derneklerin din özgürlüğü, örgütlenme ve toplanma özgürlüğü gibi anayasal haklar çerçevesinde kurulduklarını, bu sebeple derneklerden entegrasyona katkı sağlamalarının beklenemeyeceğini, bunun Katolik kilisesinden de talep edilmediğini ifade etmişlerdir. 

Bu tartışmalarda göçmen kökenlilerin köken ülkeye aidiyeti ve başka devletlerin diasporaları ile ilişkileri bir güvenlik sorunu olarak görülmeye başlanmıştır. Söz konusu ilişkiler, Hollanda siyasetinde başka devletlerin Hollanda’da yaşayan vatandaşlar üzerinde arzu edilmeyen müdahalesi olarak nitelendirilmeye başlanmıştır. Özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra Hollanda Temsilciler Meclisi, Türkiye’deki siyasi gelişmelerin Hollanda Türk toplumu içerisinde kutuplaşmaya sebep olduğunu, bu durumun ise entegrasyona zarar verdiğini belirterek bir “bilgi edinme oturumu” kararı almış ve meclise davet edilen Türk sivil toplum kuruluşlarına darbe girişimine ilişkin düşüncelerini sormuştur. Kuruluşların Türkiye ile olan ilişkilerinin de sorulduğu oturumda, kuruluş temsilcilerinin bir sanık sandalyesinde ifade veriyorlarmış gibi bir oturma düzeninin oluşturulması, eleştirilen hususlardan biri olmuştur. 

Yurt Dışı Finansmanının Kısıtlanmasına Yönelik Girişimler

2016 yılında Hollanda Diyanet Vakfı Başkanı Yusuf Acar’ın Lahey Büyükelçiliği Din İşleri Ataşesi olarak Hollanda’daki FETÖ sempatizanlarını TBMM’de Darbe Komisyonu’na rapor etmesi sonucunda oluşan siyasi krizden sonra Hollanda Temsilciler Meclisi, hükümetin Diyanet camilerinin yurt dışı finansmanını yasaklamasını talep etmiştir. Hükûmet, finansman yasağının temel hak ve özgürlüklere zarar vereceği gerekçesi ile talebi reddetmiştir. 2018 Mayıs ayında hükûmet, toplum için tehdit oluşturabilecek aşırıcı akımların önüne geçmek amacıyla camilerin özgür olmayan ülkelerden para transferlerini kontrol altına almak için imkânları araştıracağına dair resmî açıklama yapmıştır. 

2018 Ağustos ayına gelindiğinde ise Türkiye devletinin Türkçe eğitimi için Hollanda’daki derneklerde bulunan hafta sonu okullarına verdiği destek, Hollanda’nın gündemine düşmüştür. Tartışmalarda bu okulların Türkiye’nin uzantısı olduğu ve verilen eğitim içeriğinin entegrasyon için tehdit oluşturabileceğine yönelik endişeler dile getirilmiş ve konu aylarca Temsilciler Meclisi’nde tartışılmıştır. Özel bir Türkiye oturumu da yapılmış ve bazı milletvekilleri, hükûmetten entegrasyonu engelleyen sivil toplum kuruluşlarını muhatap almamasını talep etmiştir.

2019 Şubat ayında entegrasyondan sorumlu Bakan Koolmees, yaptığı resmî açıklamada yurt dışı finansmanının “problemli davranışları” artırabileceğini, bunun söz konusu olması durumunda finansmanı engellemeye çalışacaklarını belirtmiştir. Hükûmet yaptığı açıklamada “problemli davranışa” müdahale etmek için  hangi araçları kullanabileceğini araştırdıklarını, finansman konusunda şeffaflığın sağlanması için yeni bir yasa tasarısı hazırlığı içerisinde olduklarını, “özgür olmayan” ülkelerden gelen desteği ise kısıtlamak istediklerini belirtmiştir. Hükûmetin oluşturduğu “özgür olmayan ülkeler” listesinde Türkiye de yer alıyor.

Camilerin Zorunlu Sorguya Tabi Tutulması Kararı

Temsilciler Meclisi ise 2019 Mart ayında, hükûmeti denetleme görevi kapsamında sahip olduğu araştırma yöntemlerine başvurarak yurt dışı finansmanı alan Müslüman kuruluşları sorgulama kararı almıştır. 5 Mart 2019 tarihinde yapılan oylamada göçmen kökenliler tarafından kurulan DENK partisi dışında meclisteki bütün siyasi partiler, camilerin sorgulanmasına ilişkin önergeyi kabul etmişlerdir.

Sorgulama yöntemi (parlementaire ondervraging), 2016 yılındaki bilgi edinme oturumuna karşılık sorguya katılımın yasal olarak zorunlu olmasından ve yemin ederek ifade verme zorunluluğunun olmasından dolayı Temsilciler Meclisi’nin hükûmeti denetleme görevi kapsamında sahip olduğu en ağır araştırma yöntemlerinden biridir. Yöntem, 2008 yılından itibaren yürürlükte olan Anket Yasası’na tabidir (Wet op de parlementaire enquête). Anket yönteminin daha kısa ve zahmetsiz versiyonu olarak değerlendirilmektedir. Ancak komisyon, anket yöntemindeki komisyonun sahip olduğu bütün yetkilere sahiptir. Örneğin derneklerin belgelerini inceleme ve bir mekâna girme yetkisine sahiptir. Uygulanma safhasında mecliste farklı siyasi partilerden milletvekillerinin yer aldığı bir komisyon oluşturulması ve sonrasında sorgu için çağırılacak isimlerin belirlenmesi gerekmektedir. 

Sorgulama yöntemi, Hollanda’da ilk defa 2016-2017 yıllarında Panama belgelerinin yayınlanmasıyla ortaya çıkan vergi kaçakçılığı iddiaları sebebiyle uygulanmıştı. Anket yöntemi ise şimdiye kadar 11 defa uygulanmıştır. Bunlardan biri 2002-2003 yıllarında Srebrenitsa ile ilgilidir. Şu an henüz kesin olarak meclisin araştırma yöntemlerine dâhil edilmemiş olup pilot olarak uygulanan sorgulama yöntemi için oluşturulan protokolde güç ayrılığına dikkat edilmesi gerektiği, meclisin bu yöntemi sadece hükûmeti denetleme görevi kapsamında uygulamasına ve yargıçların veya savcılığın görev alanına girmemesine dikkat etmesi gerektiği belirtilmektedir. Sorgunun, çağırılacak kişilere yasal yükümlülükleri beraberinde getirmesinden dolayı ağır bir uygulama olduğu, bunun göz önünde bulundurulması, komisyonun yasal olarak sahip olduğu bütün yetkilere başvurmayacağının varsayıldığı belirtilmiş olsa da, protokolün bağlayıcı olmadığı, bağlayıcı olanın yöntemin tabi olduğu Anket Yasası olduğu açıkça ifade edilmektedir. 

“Camilerin Sorgulanmaya Değil, Güvenilmeye İhtiyacı Var”

Yurt dışı finansmanını kısıtlama girişimi ile göçmen kökenlilerin ulus ötesi bağlarının ulus devletin temel değer yargıları ile çelişebilecek siyasi fikirlerin hareketliliğini artırdığı, dolayısıyla toprak egemenliği, kolektif kimlik, toplum huzuru ve güvenlik için potansiyel tehdit oluşturduğu varsayılmaktadır. Müslüman kuruluşlar, ülkenin menfaatine karşı hareket eden kuruluşlar olarak gösterilmekte, entegrasyona katkı sağlamadıkları iddiası ile bu durumdan yine kendileri sorumlu tutulmaktadırlar. Göçmen kökenli milletvekili Farid Azarkan, camilerin sorgulanmaya değil, karşılaştıkları islamofobik saldırılardan dolayı desteğe ve güvenilmeye ihtiyaçları olduğunu belirtmiştir. 

Uluslararası Hukuk Profesörü Tom Zwart; hükûmetin “yurt dışı finansmanının problemli davranışlara yol açabileceği” ifadesindeki “problemli davranış” kavramını ceza hukukunda karşılığı olmadığı gerekçesi ile eleştirmektedir. Devlet müdahalesinin sadece suç teşkil eden durumlarda yapılabileceğini, bunun ise kanunda zaten belirlenmiş olduğunu söyleyip, buna rağmen dolaylı yoldan camilere yönelik özel bir bildiri yayınlanmasını eleştirmiştir. Aynı şekilde “özgür olmayan ülke” kavramının da tarafsızlığını ve kanundaki karşılığını sorgulamakta ve hükûmetin yaptığı açıklamada demokratik hukuk düzenini tehlikeye sokabilecek girişimlerin söz konusu olduğunu belirtmektedir. 

Avrupa Konseyi’nin Venedik Komisyonu’nun Mart ayında yayınladığı raporda da siyasi sebeplerle kuruluşların yurt dışı finansmanlarının engellenmek istenmesi eleştirilmektedir. İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesi ve Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 22. maddesinde derneklerin yurt dışı finansman haklarının korunduğu belirtilerek devletlerin bu hakları kısıtlayabilmeleri için ciddi somut vakaların söz konusu olması gerektiği, varsayımlar üzerinden kısıtlamaların yapılamayacağı, ayrıca ülke makamlarının derneklerin, toplumun menfaatine karşı hareket eden dernekler olarak lanse edilmelerine karşı koruması gerektiği belirtilmektedir. 

Göçmen kökenliler, yaşadıkları ülkelerde eşit haklara sahip vatandaş konumundadırlar. Ancak aynı zamanda ulus ötesi aidiyetleri ve kökenleri itibarıyla ulusa ve devlete tam anlamıyla ait olmadıkları, Hollanda’da yaşanan son gelişmelerde de görüldüğü üzere giderek daha fazla hissettirilmektedir. Bu anlamda Hollanda, demokratik hukuk düzenini koruma noktasında önemli bir sınavdan geçmektedir.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler