İş Gücü Göçü Nedir?
Uluslararası “iş gücü göçü” bireylerin iş bulabilmek amacıyla yaşadıkları ülkelerden başka ülkelere göç etmelerini ifade ediyor. Peki iş gücü göçü, göç alan ve veren ülkeler açısından ne ifade ediyor? Perspektif Anatomi Serisi, iş gücü göçü kavramını masaya yatırıyor.
Uluslararası “iş gücü göçü” (Alm. “Arbeitsmigration”) bireylerin iş bulabilmek amacıyla yaşadıkları ülkelerden başka ülkelere göç etmelerini ifade etmektedir. “İş gücü piyasasıyla ilgili göç” (Alm. “Arbeitsmarktbezogener Zuwanderung”) ifadesi de aynı anlama gelmektedir. Günümüzde Avrupa Birliği (AB), üye ülke vatandaşlarının mal, hizmet ve sermayeleriyle Birlik iç pazarında kısıtlamasız göç etmelerine imkân tanımaktadır.
Göç alma olgusu Avrupa için tarihsel olarak nispeten yeni bir fenomendir. 19. yüzyılın ikinci yarısı Avrupa’dan kitlesel bir göç dönemiydi. 1820 ile 1914 yılları arasında 50 milyondan fazla insan ABD, Kanada ve Güney Amerika’ya göç etti. Avrupa ülkeleri ancak 1950’lerden itibaren göçmenler için bir hedef haline geldi.
Altı yıl süren ve büyük bir yıkıma sebep olan II. Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa ülkeleri, yeniden imar hamlesine girişti. Milyonlarca insanın öldüğü savaştan sonra ortaya çıkan iş gücü açığının karşılanması için tek çare bu ihtiyacı Avrupa dışından karşılamaktı. Böylelikle Batı ve Kuzey Avrupa ülkelerine ilk iş gücü göçü başladı. Bu doğrultuda sömürgecilik geçmişi olan İngiltere ve Fransa gibi ülkeler, uzun yıllar hâkimiyetleri altında bulunan topraklardan Avrupa’ya iş gücü göçüne kapı açtılar. Sömürgecilik tarihi sınırlı olan Almanya gibi ülkeler ise 60’lı yıllarda Türkiye gibi sanayileşmesini tamamlamamış, yüksek iş gücü nüfusuna sahip ülkelerden işçi temini yoluna gitti.
Savaşta büyük kayıplar veren ve yıkıma uğrayan Almanya, yeniden imar ve sanayi için ihtiyaç duyduğu iş gücünün bir kısmını Doğu Almanya’dan gelen 380 bin, kaybedilen topraklardan gelen 120 bin kişiyle karşıladı. Ancak bu yeterli olmayınca 1955’te İtalya, 1960’ta İspanya ve Yunanistan ile iş gücü anlaşmaları yapıldı. Fakat 1961’de Berlin Duvarı’nın örülmesi, Batı Almanya’daki iş gücü piyasasını olumsuz etkiledi (Aslan, 1996: 4). Çözüm için yeni arayışlara giren Almanya, 1961’de Türkiye, 1963’te Fas, 1964’te Portekiz, 1965’te Tunus ve 1968’de Yugoslavya ile iş gücü göçüne imkân tanıyan anlaşmalar imzaladı.
Türkiye’den Avrupa’ya İşçi Göçü
İş gücü göçüne Türkiye’den bakıldığında ise tablo daha farklıydı. Türkiye, 1960’lardan itibaren başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesiyle iş gücü göçüne imkân tanıyan anlaşmalar imzaladı. 1961’de Federal Almanya ile imzalanan ilk anlaşmayı; 1964’te Avusturya, Hollanda ve Belçika, 1965’te Fransa ve 1968’de Avustralya ile imzalanan anlaşmalar takip etti. Bu anlaşmalar çerçevesinde yüz binlerce işçi, Avrupa ülkelerine ve Avustralya’ya göç etti. Bu şekilde başlayan ilk kuşak iş gücü göçünü; 1970’lerde aile birleşmeleriyle gelişen sosyal göç, 12 Eylül 1980 İhtilali sonrası gelişen siyasal göç ve 1990’larda terör kaynaklı sorunlar sebebiyle gelişen göç takip etti (Adıgüzel, 2019:69).
Federal Almanya ile 30 Ekim 1961’de eski başkent Bonn yakınlarındaki Bad Godesberg’de imzalanan anlaşma 12 maddeden oluşan iki sayfalık bir metindi. Bu metnin özü, Alman sermayesinin ihtiyaç duyduğu iş gücünü istediği gibi seçerek alması ve ihtiyaç kalmayınca da geri göndermesi anlayışına dayanmaktaydı. Her şeyden önce anlaşma iki yıllık bir süreci planlar görünmekteydi. Anlaşmaya göre bir işçi ilk önce bir yıllık “ikamet izni” alabilmekte, ardından bu iznin süresini gerekli şartları yerine getirirse en fazla iki yıl daha uzatabilmekteydi (Madde 9).
Göçmen kökenlilik, iki dillilik, çifte vatandaşlık, öncü kültür gibi sıkça kullanılan kavramları Anatomi Serisi’nde açıklıyoruz. Anatomi Serisi’nin diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
TIKLA
Anlaşma metni, sanayinin acil ihtiyacını karşılama zorunluluğunun pek de emin olunmayan bir yöntemle yerine getirildiği izlenimi veriyordu. Zira anlaşmaya göre herhangi bir aksaklıkta işçilerin geri gönderilmelerinin sorunsuz olması isteniyordu. Anlaşmanın 10. maddesi Türk hükümetine işçileri formalitesiz olarak her an geri alma, geri dönüş için gerekli seyahat vesikalarını verme ve gerekli vizelerini temin etme sorumlulukları yüklemekteydi (İş Gücü Anlaşması, 1961).
Anlaşmanın yapıldığı yılın sonuna kadar Almanya’ya gelen Türk işçilerin sayısı 7 bin 116’ya ulaştı. Göçün, önceleri iş gücü göçüyle sınırlı kalacağı ve birkaç yıl içinde “misafir işçiler”in (Alm. “Gastarbeiter”) Türkiye’ye geri dönecekleri düşünüldü. Ancak böyle olmadı. Anadolu’nun birçok ilinden çeşitli hedeflere sahip adaylar, İş ve İşçi Bulma Kurumuna başvurularını yaptılar. Bu kurum İstanbul’daki Alman İrtibat Bürosu ile Almanya’nın ihtiyaç duyduğu iş gücünün seçilmesi ve sevk edilmesinden sorumluydu. Başvuruları kabul edilip kendilerine “İşçi Davet Mektubu” gönderilen adaylar, Mecidiyeköy’de bulunan merkezde Alman firmalarının doktor ve mühendisleri tarafından çok yönlü muayeneden geçirildiler. Bu aşamalardan sonra işçilerin Almanya’ya gitmesine karar verilmekte ve kendilerine bir çalışma sözleşmesi imzalatılmaktaydı.
Sözleşmeyi imzalayan işçiler kendilerine yolluk olarak verilen yiyecek paketi ve iki litre su ile Sirkeci’den trenle Münih’e doğru yola çıkıyorlar, buradan da çalışacakları kente sevk ediliyorlardı. “İşçi yurtları”na (Alm. “Heim”) yerleştirilen misafir işçiler birkaç gün içinde işbaşı yapıyorlardı. Süreç dünya petrol krizi sonucu Almanya tarafından yurtdışından yabancı iş gücü getirilmesinin durdurulduğu 1973’e kadar devam etti.
Türkiye’den Almanya’ya geçicilik perspektifiyle başlayan göç, kısa süreli ikamet izinlerinin sürekli uzatılmasıyla kalıcılığa evrildi. 1973’te yaşanan ekonomik buhrana rağmen Türk işçiler, ülkelerine dönmek yerine Almanya’da kalıp, memleketlerindeki eş ve çocuklarını yanlarına aldılar. Alman hükümetlerinin geriye dönüş teşviklerine rağmen iş gücü göçüyle başlayıp diğer göç çeşitleriyle devam eden süreç sonunda bugün altmış yıllık tarihe sahip bir topluluk oluştu.
Türkiye’de yaşanan 1960 askerî darbesinden sonra hazırlanan anayasa ile ülkede kısmi özgürlük ortamı oluşmuştu. Bu tarihe kadar ülkeden yurt dışına çıkışlar çok sınırlı gerçekleşiyordu. Almanya ile yapılan iş gücü anlaşmasından sonra binlerce kişi kitlesel göçle Avrupa ülkelerine göç etti. Bu göçlerde bireyler, yeni iş imkanlarına ve ekonomik kaynaklara ulaşmayı hedeflerken dönemin hükümetleri de işsizliği azaltmayı ve ülkeye giren döviz miktarını artırmayı amaçlıyordu (Adıgüzel, 2019:65;69).
Günümüzde İş Gücü Göçü
AB ülkeleri, bilgi teknolojisi ve ileri teknoloji gibi alanlarda nitelikli iş gücüne ihtiyaç duymaktadır. Avrupa dışından nitelikli genç işçilerin Birlik üyesi ülkelere göç etmeleri, sınırlı da olsa demografik zorlukların hafifletilmesine bir katkı sağlayabilir. Ancak Birlik ülkeleri “parlak beyinleri” Avrupa’ya çekme yarışında tartışılır. Ayrıca bazı üye ülkelerde yalnızca nitelikli değil, düşük vasıflı işçilere de ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle AB ülkeleri, iş gücü ihtiyacını karşılayabilmek için Avrupa dışından geleceklere iş gücü piyasasına erişimi kolaylaştırmalıdır.
Nitelikli iş gücüne olan ihtiyacın artması sebebiyle Almanya’da bu konudaki mevzuat son yıllarda güncellendi. 1 Mart 2020’de yürürlüğe giren Nitelikli İşçi Göçmenlik Yasası (Alm. “Fachkräfteeinwanderungsgesetz”), yeni bir yasal çerçeve oluşturarak özellikle eğitimli işçilerin Alman iş gücü piyasasına erişimini kolaylaştırıyor. Bu yasanın giderek artan, iç piyasadan ve Avrupa ülkelerinden karşılayamayan nitelikli iş gücü ihtiyacını karşılamada yararlı olması bekleniyor. Söz konusu yasa, yabancı iş gücüne ülkede ihtiyaç duyulduğunun ve bu kimselerin memnuniyetle karşılanacağının açık sinyali olarak sunuluyor (bmi).
Sonuç
İş gücü göçünün başlamasından günümüze altmış yıllık zaman zarfında istihdam, eğitim, dinî/ kültürel kimliği ve anadilini koruma, ayrımcılık gibi alanlarda birçok sorunla yüzleşmiş olan göç kökenliler, günümüzde de birçok sorunla mücadele etmektedir. Dördüncü kuşağı yetiştiren bu topluluk her türlü çabasına rağmen İslamofobi, Müslüman karşıtı ırkçılık ve yükselen sağcılık etkisinde gelişen şiddet olaylarıyla karşı karşıya kalmaktadır.
İş gücü göçünün hem göçmenler hem de göç veren ve göç alan toplumlar üzerinde çok çeşitli sonuçları bulunuyor. Göçmenler gittikleri ülkelerde uyum sorunları yaşarken göç veren toplumların yetişmiş insan kaynaklarını eksiliyor. Göç alan toplumlar da pragmatik gerekçelerle ülkelerine kabul ettikleri kitlelerin çoğunluk toplumuna uyumunu beklerken kendi sosyal sorunlarını göçmenler üzerinden yeniden okumakla karşı karşıya kalıyor.
Köken ülkelere dönen döviz kaynakları, köklü yatırımlara aktarılamadığı durumlarda yeterli bir katkı oluşturamıyor. Göç kabul eden ülkeler ise ekonominin ihtiyacı olan iş gücünü karşılamış olma avantajının yanı sıra sosyal hayatta uzun yıllar sürecek uyum sorunlarıyla yüzleşiyor. Bu toplumlar, Max Frisch’in, 1965’te sanatçı duyarlılığı ile tespit ettiği “Biz işçi çağırdık; ama insanlar geldi.” ifadesine duyarsız kaldıkları her dönem ve uygulamada çözümden uzaklaşmaktadır (Frisch, 1965).