Political Correctness, Siyasi Doğruculuk Nedir?
Siyasi doğruculuk, İngilizce karşılığıyla "politically correct" ne anlama geliyor? Bu kavram, ayrımcılığı önleme mücadelesinde etkili olabilir mi? Perspektif Anatomi Serisi, “siyasi doğruculuk” kavramını masaya yatırıyor.
“Hayır, onlar hakkında bu şekilde konuşamazsın! Bu siyaseten doğru (politically correct) değil!” Günlük hayatta, arkadaş ortamında veya iş yerinde bir muhabbet esnasında herkesin mutlaka duyduğu ifadelerden birisi de “siyasi doğruculuk” (İng. political correctness) ifadesidir.
Peki Türkçe’ye politik doğruculuk, siyasi doğruculuk ya da siyaseten doğruculuk olarak tercüme edilebilecek bu kavram ne anlama geliyor? Gelin bu terimi birlikte inceleyelim.
Siyasi Doğruculuk Nedir?
Cambridge Sözlüğü’nün tanımına göre “siyaseten doğruculuk” ifadesi “Belirli bir insan grubunun kaba veya saldırgan olduğunu düşünebileceği dil veya davranışlardan kaçınmayı onaylamak” manasına geliyor.
Britannica Ansiklopedisine göre ise bu ifade ilk kez 1917 Rus Devrimi’nin ardından Marksist-Leninist sözlüğünde yer almış. O dönemde bu kavram, Sovyetler Birliği Komünist Partisinin politikalarına ve parti çizgisine bağlılığı tanımlamak için kullanılıyormuş. 1980’lerin başında bu terim, liberal politikacılar tarafından, özellikle içerikten ziyade retoriğe vurgu olarak algılanan bazı sol meselelerdeki aşırılığa atıfta bulunmak için esprili bir şekilde kullanılmaya başlanmış.
1980’lerin sonlarından bu yana ise “siyasi doğruculuk” kavramı, kapsayıcı bir dil tercihini ve dezavantajlı veya ayrımcılığa uğramış insan gruplarını, özellikle de etnik köken, cinsiyet veya engellilikle tanımlanan grupları dışlayıcı, marjinalleştirici veya aşağılayıcı olarak görülebilecek dil veya davranışlardan kaçınmayı tanımlamak için kullanılıyor.
“Siyasi Doğruculuk Eşitsizlikleri Artırıyor”
Bu kavramın temelinde aslında toplumdaki tüm eşitsizliklerin üretilmesinde “dil”in önemli bir yer kapladığı kabulü yatıyor. “Siyaseten doğruculuk” da çeşitli toplumsal grupların dışlanmasını ortadan kaldırma arzusundan kaynaklanan bir dil inşa etme ihtiyacından ortaya çıkmış gibi görünüyor.
Öte yandan kavrama eleştiriler de oldukça yoğun. Örneğin yazar Ana Scalcau “The Paradoxes of Political Correctness” çalışmasında siyaseten doğruculuğun sadece yüzeyde kaldığını belirterek, ayrımcılığa ve toplumsal ötekileştirmeye yol açan temel duyguları değiştiremeyeceğini savunuyor. Scalcau, kaçınılması veya yasaklanması gereken ifade ve davranışların genellikle belirli azınlıklara atıfta bulunduğunu belirtiyor. Bu durumda sanki siyasi doğrucu bir dil kullanma zorunluluğu sadece ırk, cinsiyet veya engellilik gibi kategorilerle sınırlıymış gibi düşünülüyor. Yazara göre buradaki paradoks, bu tür bir yaklaşımın sadece ezenler ve ezilenler arasındaki ikiliği vurgulamasında saklı. Şöyle diyor Scalcau: “Siyasi doğruculuk toplumsal eşitsizlikleri düzeltmeye çalıştıkça, eşitsizlikleri daha da artırıyor. Ne kadar çok çatışmaya son vermeye çalışırsa o kadar çok çatışma yaratıyor.”
“Siyasi doğruculuk” kavramını yorumlayanlar, bu kavramla ulaşılmak istenen hedeften sapıldığı konusunda eleştiride bulunuyor. Görünmez kural hâline gelen doğruları ve kodları algılayabilmenin de bir “imtiyaz” meselesi olduğunu söyleyen bu eleştirel seslerin en temel sorusu şu: Acaba kapsayıcı bir dil inşa etme peşinde koşarken paradoksal bir şekilde dışlayıcı bir sistemin temelini atıyor olabilir miyiz?
Siyasi Doğruculuk Ayrımcılıkla Mücadelenin Bir Parçası mı?
Siyasi doğruculuğun hâlâ gerekli bir dil kültürü olduğunun arkasında duran kesim ise gerçeklik algımızın kullandığımız dilden etkilenen düşünce süreçleri tarafından belirlendiğini öne sürüyor. Buna göre kullandığımız dil, insanları ayrıştırıp ayrıştırmama, marjinalleştirip marjinalleştirmeme konusunda önemli bir rol oynuyor ve bu nedenle siyasi doğrucu bir dil kullanma bilinci de bu mücadelenin bir parçası.
Siyasi doğruculuğun “çok ileri gittiğini” söyleyen seslerin olduğunu da söyledik. Bunlara Amerika’dan bir örnekle devam edelim: The Telegraph gazetesinde çıkan bir haberde ABD’de Ulusal Siyahi Polis Derneği Başkanı Andrew George, siyasi doğruculuğun çok ileri gittiğini ve bu kavramın siyahi ve etnik azınlık toplulukların davasına çok az hizmet ettiğini söylüyor. George bu hassasiyette aşırıya gidildiğini belirterek mevcut durumda gelinen noktayı, “Örneğin insanlar siyah kahveye, siyah kahve diyemez hâle gelebiliyor.” şeklinde özetliyor. George siyasi doğruculuk için hassasiyet gösterirken asıl meselenin gözden kaçırıldığını ve bunun azınlık haklarını savunmak için çok da etkili olmadığını ekliyor.
Siyasi doğruculuk kavramına eleştirel yaklaşanlar, ayrımcılıkla mücadelenin yalnızca dilde kalmasını istemiyor. Bu düşünceden hareketle Siyahi Polis Derneği Başkanı George, ayrımcılıkla mücadelenin odak noktasının yoksulluğu kırmak ve fırsat eşitliğini sağlamak olması gerektiğini savunuyor.
Kime Göre, Neye Göre Doğru ve Kapsayıcılık?
“Siyasi doğruculuk” ifadesiyle aslında bugün çokkültürlü, kimsenin dışlanıp ayrımcılığa uğramadığı, olumsuz stereotiplerin yeniden üretilmediği bir toplum hedefi ortaya konsa da, artık bu kavramın sadece anlam değil, hedef de değiştirdiğini öne sürenler mevcut.
Bir grup insanı dışlamamak için tasarlanmış olan bu dil kültürünün kodlarını anlayamamak, siyasi ayrımcılığa veya dışlanmaya kapı açan bir zemin sunabilir mi? Örneğin yanlışlıkla “siyaseten doğru” olmayan bir şey söyleyen bir insan dışlanmaya maruz kalabilir mi? Veya “siyaseten doğru” olmamanın sınırları nerede başlıyor? Örneğin, herhangi bir Avrupa ülkesinde Türk kökenli bir kadına “Siz Türk kadınları hep eşlerinize ve çocuklarına iyi bakıyorsunuz” demek, bir iltifat olarak söylenmiş olsa bile, belirli bir stereotipleşmeyi onaylamak olarak da algılanabilir mi?
Peki ya sizce? Ayrımcılık ve basma kalıp yargıların önüne geçmek ve toplumsal barışı koruyabilmek için “siyasi doğruculuk” sizce de tesirli bir araç mı? Yoksa “Herkesi kapsayıcı” bir dilin peşine düşerken, aynı zamanda dışlayıcı bir sistemin alt yapısını da hazırlıyor olabilir miyiz?