'Anatomi Serisi'

Çokkültürlülük Nedir?

Eşitlik prensibine dayanarak kökeni ne olursa olsun bütün bireylerin kültürel olarak tanınmasını gerçekleştirme iddiasında bulunan çokkültürlülük, küreselleşmenin ciddi bir gerçeklik olduğu günümüz dünyasında önemli bir ideoloji olarak karşımıza çıkıyor. Perspektif Anatomi Serisi, bu kez çokkültürlülük kavramını ele alıyor.

Fotoğraf: @Shutterstock.com

Günümüzde göç, küreselleşme gibi olgular çokkültürlülük kavramını karşımıza çıkarmaktadır. Modernleşmenin bir ürünü olan ulus-devlet bilinci; küreselleşme ve postmodernizm gibi olgularla sarsıldı. Buna bağlı olarak bireyler ve gruplar, kendi kültürel kimliklerini keşfetme sürecini yaşadı. Ardından da bu keşfedilenlerle tanınma talepleri gündeme gelmeye başladı.

1900’lerin başlarında bağımsız devlet sayısı en fazla 50 civarındayken bu sayı doğu bloğunun dağılmasıyla 160’ı ve 2000’lere doğru 200’ü buldu. Totaliter rejimlerin yıkılması sonucu gelişen bağımsızlık hareketleri ve göç gibi etkenlerle günümüzde artık kültürel homojen devletlerden söz etmek neredeyse imkânsız. Zira günümüz devletlerinin %10’undan daha azı kültürel olarak homojen ve yeryüzünde 5000’den fazla etnik yapı bulunuyor (Doytcheva, 2009:10).

Çeşitli kültürlerin daha çok yan yana olabildiği dünyada liberal politikalar daha fazla önemsenmeye başlandı. Farklı etnik kimliklerin birbirlerini tanıyarak, bir arada çatışmasız yaşama çabası için yeni kavramlar üretildi. Farklılıkların kabul gördüğü bir ortamın çekiciliği vurgulandı. Bu doğrultuda gündeme gelen çokkültürlülük kavramı çok da uzun olmayan bir geçmişe sahip.

çokkültürlülük

Kavram, sıfat olarak ilk kez 1941’de İngilizcede önyargısız ve bağsız bireylerden oluşan kozmopolit bir toplumu nitelemek için kullanıldı. İsim olarak ise 1970’lerin başında göç alan Avustralya ve Kanada hükümetlerinin, yerli halkların ve göçmenlerin kültürel farklılıklarını teşvik etmeye yönelik geliştirdikleri politikaların ‘çokkültürlülük politikaları’ olarak adlandırılmasıyla gündeme geldi. Ardından bu anlayış ABD, Büyük Britanya ve Yeni Zelanda’da yayıldı. Terim olarak 1989’da İngilizce Oxford Sözlük’te yerini alan çokkültürlülük, geçen yüzyılın sonlarında kamusal ve siyasal hayatta, sivil toplumda ve akademik dünyada popülerleşti.

Çokkültürlülük kavramı, farklı anlamları ifade edebilecek şekilde kullanılabiliyor. İlk bakışta çokkültürlülük; farklı sosyal çevrelerden, dinî inançlardan, etnik kökenlerden veya milliyetlerden gelen bireylerden oluşan çağdaş toplumların bir niteliği olarak anlaşılabilir. Kültürel çeşitliliğin eşanlamlısı olabilecek olan bu kullanım demografik betimlemeye dayanmakta. Diğer bir bağlamda çokkültürlülük, birtakım özel aidiyetlerin varlığını ve değerini kabul etmekle kalmayan ayrıca bunları siyasi normlara ve kurumlara kaydetmeyi de öneren belli bir siyasi programı ifade etmekte.

Toplumsal Bir Olgu mu, Siyasal Bir Öneri mi?

İnsanlık tarihinde kültürel çeşitlilik kadim bir olgudur. Farklı milliyetlerden oluşan imparatorluklarda olduğu gibi etnik, dinî ya da ırka dayalı bileşenlerin tanınması şeklindeki çeşitlilik farklı devirlerde görülmüştür. Ancak günümüzde tartışılan çokkültürlülük; eşitlik prensibine dayalı, yalnızca bazı özel düzenlemelerden yararlanan birkaç tarihsel topluluğun değil; kökeni ne olursa olsun bütün bireylerin kültürel olarak tanınmasını gerçekleştirme iddiasında (Doytcheva, 2009:15-18).

Çokkültürlüğü modernitenin demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi ve bireyselci boyutlarından ayrı düşünmemek gerekiyor. Farklı kültürlerin bir arada yaşadığı kültürel çeşitliliğin çeşitli kaynakları var. Bunlardan biri bir devlet içinde birden fazla ayrı bir ortak dili ve kültürü olan tarihsel toplulukların yan yana yaşamasıyken (Kymlicka, 2015: 41) bir diğeri ise göç.

Göç alan ülke göçmenlerin etnik özelliklerini korumalarına izin verdiğinde o ülke kültürel çoğulcu bir görünüm arz etmekte. Bu durum öncelikle yüksek göç alma oranına sahip Avustralya, Kanada ve ABD gibi ülkelerde söz konusu oldu. Bu ülkelerde 1960’lara kadar göçmenlerden kendi özgün geçmişlerini terk ederek ev sahibi ülkenin kültürel normlarını özümsemeleri beklendi. Ancak göçmen grupların baskısıyla 1970’lerin başlarında üç ülkede de asimilasyon modeli terk edilerek, göçmenlerin kimi kültürel özelliklerini korumalarına izin veren, hatta bunu teşvik eden daha hoşgörülü ve çoğulcu politikalara geçildi (Kymlicka, 2015: 45-46).

çokkültürlülük 2

20. yüzyılın sonlarında tartışılan çokkültürlülük projesi; kamu otoritesi açısından kültürel çeşitliliği teşvik etmek, kişilere farklılıklarını geliştirmenin ve aktarmanın fiili yollarını sağlamak, dile ilişkin haklar tanımak, kültürel kurumlara devlet teşviki vermek, ayrımcılıkla mücadeleye kamusal destek vermek gibi ideallere sahipti. Örneğin kamusal alanda Sih türbanı ya da başörtüsü takılmasına izin vermek, anadilin kamusal öğretimini sağlamak, iki dilde öğretim vermek bunlardan bazıları (Doytcheva, 2009: 23).

Göçmen kökenlilik, iki dillilik, çifte vatandaşlık, iş gücü göçü gibi sıkça kullanılan kavramları Anatomi Serisi’nde açıklıyoruz. Anatomi Serisi’nin diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
TIKLA

Çokkültürlük ve Kimlik

Çokkültürlülük uygulamalarıyla özellikle siyasi alanda kimlik belirlenimi, kimlik temsili, kimlik politikaları, kimlik stratejileri gibi söylemler daha yoğun gündem oluşturmuştur. Kimlik belirlenimi öteki üzerinden kendini tanımlamadır ve yaşanılanların birikmiş sonucu olarak ifade edilebilir.

Modernitenin savunduğu tasavvurun aksine günümüzde bireyin tarih üstü olmadığı, bir toplumsal bağlam içinde kendini bulduğu/oluşturduğu fikri yaygınlık kazanmıştır. Bu doğrultuda “evrensel-soyut insan doğası” yerine bağlamsal bir inşa vurgulanır olmuştur. Dolayısıyla insanların farklı dil, din, etnisite, cinsiyet, renk, kültür taşıyıcıları oldukları ve bunların bireylerin kimlik oluşumlarında görmezden gelinemez olduğu fikri yaygınlık kazanmıştır.

Özneyle özdeşleşen homojen ulus-devletin merkezi konumunun zayıflamasıyla farklı kimlikler ve özneler inşa eden çok sayıda kültür sahnede yerini almıştır (Erincik, 2011:220). Bu bağlamda çokkültürlülüğü tartışmak; insan toplumlarında farklılığı ifade eden sözcüklerden olan kimlik, kültür ve etnisite gibi kavramları konuşmayı; bu kavramlara yaklaşımları netleştirmeyi gerektirmektedir.

Çokkültürlülük kavramı, kültürel çoğulculuk kavramını çağrıştırmaktadır. Zaman ve mekân içerisinde çeşitli biçimler alan kültür, bu çeşitliliğini toplumların kimliklerinin özgünlüğüyle yansıtmaktadır. Tıpkı biyolojik çeşitlilik gibi kültürel çeşitlilik de değişim, yenilik ve yaratıcılık kaynağı olarak toplumlar için gereklidir. Kültürel çoğulculuğun yaşatılması, birlikte yaşamaya istekli olan insanlar ve gruplar arasında uyumlu bir etkileşimi sağlamaya katkı sunmaktadır.

Sosyal uyumun, sivil toplumun ve barışın yaşatılabilmesi, toplumun her birey ve grubunun kültürel farklılıklarına bakılmaksızın ortaya konulacak politikalarla mümkün olacaktır. Bu yaklaşımla kültürel çoğulculuk; kamu yaşamını destekleyen, yaratıcılığı geliştiren, kültürel çeşitliliği mümkün kılan, demokratik çerçevenin olmazsa olmazıdır (Kymlicka, 2015:26). Zira günümüz dünyasında artık yurttaşlarının tek bir dili konuştuğu ve hepsinin aynı etnik kökenden geldiği, homojen denebilecek ülke neredeyse yoktur. Bu açıdan günümüz toplumlarının hemen hepsi çokkültürlülük özelliği göstermektedir.

Çokkültürlülük Karşısında Çeşitli Pozisyonlar

Çokkültürlülük, teorisyenlerince kamusal alanda farklı kimliklerin adil bir şekilde teşvik edilmesi ve barış içerisinde bir arada yaşaması projesi olarak sunuldu. Diğer taraftan sosyal, siyasal ve kültürel birçok bağlamda tartışmalara da sebep oldu. Ülkeler kendi tecrübelerine göre çokkültürlülük karşısında farklı pozisyonlar benimsedi.

Göçmen kökenlerini yücelten Kanada, çokkültür(cü/lü)lük teorileri ve uygulamalarının ilk doğuş ve uygulama mekânlarından biri olurken (Doytcheva, 2009:40) bu ideoloji cumhuriyet geleneğinin beşiği olan Fransa’da kültürel değerlerin kurumsal olarak tanınması, cemaatçilik ve ayrılıkçılıkla yaftalanan bir Anglosakson buluşu olarak nitelendi (Doytcheva, 2009:12). Almanya’da ise siyasal elitler çokkültürlülüğün politik taleplerine genelde olumsuz yaklaştı. Zira bu tür talepler “paralel toplumlara” zemin hazırlayıcı yaklaşımlar olarak nitelendi. Kültürcü bir geleneğe sahip Almanya için tek çözümün “Alman öncü kültürü” (Alm. “Leitkultur”) olduğu tezi savunuldu.

Modernlikle özdeşleştirilen asimilasyoncu kültürel birlik çabaları 20. yüzyılın sonlarına gelindiğinde bir miktar değişti. Neden çoğunluğun dini ayrıcalıklı bir konuma sahip olsun, neden sadece milli dil tek bir resmî dil olsun, neden okullarda sadece çoğunluğun kültürel değerleri baskın olarak öğretilsin gibi pratik sorularla çokkültürlülük kendine daha fazla alan açmayı başardı. Ancak 2001 New York, 2004 Madrid, 2004 van Gogh (Hollanda), 2005 Londra terör olaylarıyla başlatılabilecek yeni dönemde “güvenlikçi” politikalar sonucu Batı Avrupa ülkelerinde çokkültürlülüğün parıltısı neredeyse söndü. Bu dönemlere kadar Hollanda, “çokkültürlülüğün cenneti” olarak sunuluyordu.

Farklılıklarla Birlikte Yaşama İdeali

Çokkültürlülüğün siyasal bir proje olarak hayatiyet bulması kültürel çoğulculuğun kabul edilmesine bağlıdır. Kültürel çoğulcu bir toplumda ayrımcılığa yer yoktur. Zaten günümüzde artık eğitim, sağlık, barınma, güvenlik ve medya gibi temel kurum ve organizasyonlarda kişileri etnik kökene, renge ve kültüre göre ayrımcılığa maruz bırakmak yasalara göre suçtur.

Kültürel çoğulcu bir toplumun sosyal sisteminde kültürel gruplar arasında çeşitli ihtilaflar da söz konusudur. Hatta kültürel farklılıklar ve çatışmalar bu toplumlarda tehdit olarak algılanabilmektedir. Ancak toplumsal sistemlerin amacı sosyo-kültürel birleşme ve bütünleşmede dengeye ulaşmaktır. Çokkültürlülük bu dengeye ulaşma eğilimini destekleyecek ve tamamlayacak bir araç olarak görülebilir. Bu aracın işlevsel olması ise toplumsal, siyasi ve hukuki birçok alanda karar ve uygulamalara referans olabilmesiyle mümkündür.

Çokkültürlülük ve kültürlerarası iletişim kısmen de olsa bazı Avrupa ülkelerinde idealize edilen yaşam pratiklerinden biri olmuştur. Bu ideal birçok farklı etnik kimliği bünyesinde barındıran Avrupa için hayati bir öneme sahiptir. Zira çeşitli tarihi ve siyasi sebeplerle bugünkü Avrupa toplumları çokkültürlü, çok etnikli ve çok dinli bir toplumsal yapı arz etmektedir.  Ancak bu yapının kavranması kadar bu yapı karşısında ne tür sosyo-politik düzenlemeler yapılması gerektiği konusunda derin fikir ayrılıkları bulunmaktadır.

Kaynaklar
Doytcheva, M. (2009). Çokkültürlülük, T. A. Onmuş (çev.), İstanbul: İletişim Yayınları.
Erincik S. (2011). “Kimlik ve Çokkültürcülük Sorunu”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 52/2 s. 219-241.
Kymlicka, W. (2015). Çokkültürlü Yurttaşlık. Azınlık Haklarının Liberal Teorisi, A. Yılmaz (çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınevi.

Ahmet Aslan

Bir dönem Almanya’da ikamet etmiş olan Ahmet Aslan, Din Sosyolojisi alanında doktorasını tamamlamış olup gençlik, değerler ve göç sosyolojisi alanlarında araştırmalarını sürdürmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler