Dosya: "Göçmen Kökenlilik ve Göçmeyen Göçmenler"

Almanya Örneğinde Göç ve Değişim

Göç süreçlerinin köklü değişikliklere yol açtığı bilinen bir gerçek. Bu değişim göçmenlerde, köken toplumlarında ve de yerleştikleri ülkelerin toplumlarında gözlemlenebilir. Almanya’daki göç hareketleri bu bağlamda önemli bir örnek.

@Shutterstock değişiklikler: Perspektif

Göçün, ekonomik ve sosyal dinamizme yol açtığı, toplumların hem demografik ve sosyal yapısını hem de kültür dokusunu değiştirdiği günümüzde iyi bilinen sosyolojik bir olgu. Göç süreçleri açık uçludur; ancak olası sonuçları üç farklı yönelime mukabil üç başlık altında toparlanabilir: Bunlardan birincisi göçmenlerin göç ettikleri toplumla az çok uyumlu bütünlüğü olarak tanımlayabileceğimiz entegrasyondur. İkincisi, göçmenlerin içinde bulundukları toplumun kültürel ve sosyal dokusu içinde eriyip gitmeleri, önceki kimliklerini tamamen yitirmeleri, yani asimilasyon. Üçüncüsü ise göçün toplumsal ayrışmaya yol açması, göçmenlerin toplumsal katılım ve siyasi süreçlerden dışlanması sonucu gerçekleşen ayrışma/segregasyon ve marjinalleşmedir. Ancak göç süreçleri her hâlükârda köklü değişikliklere yol açarlar. Hem göç edenlerde hem de göçmenlerin geldikleri ve yerleştikleri ülkelerin toplumunda derin toplumsal değişimler meydana gelir. Bütün bu saydığımız süreç ve sonuçları Almanya bağlamında da gözlemlemekteyiz.

Göç Ülkesi Almanya

Alman siyasi karar vericiler Almanya’nın bir göçmen ülkesi olduğunu ancak 2000’li yıllarda ve gönülsüz bir biçimde kabul etmiş olsalar da Almanya 1955’ten sonra ülkeye gelen “misafir işçilerden” önce de bir göç ülkesiydi. İkinci Dünya Savaşı’nın askerî hezimeti ve yıkımı sonrası kurulan Almanya Federal Cumhuriyeti’nin (1949) nüfusunun önemli bir bölümü – 12 ile 14 milyon arası bir nüfustan söz edilmekte – Doğu ve Orta Avrupa’da yüzyıllardır yerleşik oldukları yurtlarından sürülen Alman mülteci ve göçmenlerden oluşmaktaydı. Söz konusu kitlesel göç hareketi Almanya’nın oluşumunda etkin olmuştur. Buna bir de Sovyet işgal bölgesinden (sonraki Demokratik Almanya Cumhuriyeti) batıya göç edenleri eklemek gerekmektedir. Ancak bu ilk göç dalgasının sonrakilerden farkı, göçün nedeninin Almanya’nın savaş ve toprak kaybı olması ve göçmenlerin Alman etnisitesine dâhil olmalarıydı. Dolayısıyla bu kişilerin toplumla bütünleşmeleri sürecinde yerelde kısmi gerilimler yaşansa da bu süreç, sonraki dönemdeki göç hareketlerine kıyasla hızlı ve başarılı bir biçimde gerçekleşmiştir.

İkinci büyük göç hareketini ise 1955’ten itibaren gerçekleşen “misafir işçi” göçü oluşturmuştur. 1955’te Almanya ile İtalya arasında yapılan işçi alımı sözleşmesi kapsamında İtalya’dan göç başlamış, bunu, benzeri anlaşmalar sonucu İspanya ve Yunanistan’dan göçler izlemiştir. 30 Ekim 1961’de ise Almanya, Türkiye ile işçi alımı sözleşmesi imzalamış ve bu tarihten sonra Almanya’daki Türk göçmen sayısı hızla artmaya başlamıştır.

Almanya’yı Göç Alımına İten Nedenler Neydi?

Almanya’yı “misafir işçi” alımına iten neden ve motivasyonları iki başlık altında toplayabiliriz. Bunlardan ilki, iktisadi nedenler: İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımından sonra Amerikan Marshall Yardımları sonucu hızlı bir kalkınma ve büyüme dinamizmi yakalayan Batı Almanya, gittikçe daha fazla iş gücüne ihtiyaç duymaktaydı. Bu iş gücü açığını kapatmak için yurt dışından işçi alımına gidildi. Ancak burada bir noktaya işaret etmekte fayda var. Almanya’nın önünde yurt dışından işçi alımı dışında başka bir seçenek daha durmaktaydı: Sanayinin modernizasyonu ve emek yoğunluklu üretimden teknoloji yoğunluklu bir üretime geçiş. Bu yöntem bekleneni karşılar mıydı o ayrı bir tartışma konusu, ancak ikinci bir seçenek olarak mevcuttu.

Yurt dışından işçi alımının siyasi boyutları da vardı kuşkusuz. Bunların başında ise 1950’li yıllarda sendikaların bir hayli örgütlü ve güçlü olmaları gelmektedir. İşçi sendikaları, ayrıca siyasi yelpazenin sol kanadıyla da – Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve daha sonra kapatılacak olan Almanya Komünist Partisi (KPD) ile – sıkı ilişki içinde olduklarından muhafazakâr iktidar tarafından kuşkuyla karşılanmaktaydılar. Dolayısıyla yurt dışından işçi alımının sendikaların ve sol partilerin gücünü dengelemek gibi bir siyasi motivasyonu da vardı. Kaldı ki o dönem işveren dernek ve örgütleri ile merkez sağ partileri işçi alımı sözleşmelerini savunurken, sendikalar ve sol partiler ise buna karşı kuşkucu bir tutum içindeydiler.

Almanya’nın Türkiye ile işçi alımı sözleşmesi yapmasının ardında jeopolitik düşünceler de yatmaktaydı. Burada işçi alımı ile Türkiye’deki iş piyasasını rahatlatmak ve dolayısıyla NATO müttefikini siyasi bakımdan istikrarlı kılmak hedefi de yatmaktaydı. Türkiye, NATO açısından ve Avrupa’nın güvenliği bakımından önemli olmasa idi, Türkiye yerine başka bir ülke tercih edilebilirdi. Ayrıca o dönem Türkiye, laik bir toplum ve ülke olarak algılanmaktaydı Avrupa ve Almanya’da. Örneğin Türkiye’ye din perspektifinden bakılsa idi, muhtemelen işçi alım sözleşmesi yapılmazdı.

Diaspora Oluşumu

1955 sonrası gerçekleşen göç hareketleri sonucu Almanya’da hatırı sayılır bir göçmen topluluğu ortaya çıktı. 2018 yılı itibarıyla Almanya’daki yabancı uyruklu nüfus 13,7 milyondur ve bu, toplam nüfusun %16,6’sıne tekabül etmektedir. Toplam göçmen kökenli nüfus ise toplam nüfusun %25,5’ine, yani dörtte birine tekabül etmektedir. Bunların arasında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları 1,33 milyon ile ilk sırada yer almaktadır. Bunları 758 bin ile Polonyalılar ve 655 bin ile Suriyeliler takip etmektedir. Ancak Alman vatandaşı Türkiye kökenlileri de saydığımızda Almanya’daki Türkiye kökenlilerin nüfusu üç milyonu geçmektedir.

Göç Almanya toplumunda sadece sayısal olarak, yani demografik bir değişime yol açmadı, kentlerin coğrafi yapısında da gözle görülür farklılıklar yarattı. Göçmenlerin açtığı ve işlettiği lokantalar, dükkânlar, kuaförler vs. şehrin görünümünü değiştirmiştir. Örneğin Köln kentinin siluetinde artık sadece Köln Katedrali değil, aynı zamanda DİTİB Köln Merkez Camii de yer almakta. Bu, zamanla Köln algısını ve imajını da değiştirecektir.

Göç, siyasal değişimleri de beraberinde getirmektedir. Almanya bağlamında bunun belki de en önemli boyutu Alman vatandaşlığı yasasının değişime uğramış olmasıdır. 2000 yılında yürürlüğe giren yeni vatandaşlık yasasına göre aileleri belirli bir süreden beri yasal bir biçimde Almanya’da ikamet eden ailelerin yeni doğan çocuklarına Alman vatandaşlığı verilmektedir. Geçmişte kan bağına göre düzenlenen Alman vatandaşlığının, tarihte ilk defa toprak esasına göre verilmesi göçün yol açtığı değişimin bir sonucudur.

Göç Dinamiklerinin Değişimi

Göç hareketleri sadece söz konusu toplumları ve göçmenleri değiştirmekle kalmıyor, zamanla kendisi de dönüşüme uğruyor. Örneğin Almanya’ya Türk göçü bağlamında baktığımızda şöyle bir tarihsel gelişim ve değişim ile karşılaşıyoruz: Başlangıçta bir sözleşmeli işçi göçü olarak başlayan süreç, 1970’lerde aile fertlerinin göçü ile devam ediyor. Bunu 80’li yıllarda siyasi mülteci göçü, 90’lı yıllarda ise etnik gerilim ve terörle mücadelenin tetiklediği göç hareketleri takip etmektedir. 90’lı yıllardan itibaren buna iki göç biçiminin daha eklendiğini gözlemliyoruz: öğrenci göçü ve yüksek nitelikli iş gücü göçü. Son yıllarda ise Türkiye’den artan sayıda insanın siyasal nedenlerden dolayı Almanya’ya göç ettiğini gözlemliyoruz.

Türk-Alman göçü sayısal olarak da dönüm noktaları içermektedir. Örneğin 1990’lı yıllarda Türkiye’den Almanya’ya göçenlerin sayısı, Almanya’dan Türkiye’ye gidenlerin sayısından fazla iken, bu durum 2000’li yıllarda tersine döndü. Türkiye 2015’e kadar Almanya’dan, Almanya’ya verdiğinden daha çok göçmen alır oldu. 2015 sonrasında ise göç dengesi tekrar Almanya’nın lehine dönmüş durumda.

Günümüzde, Türk-Alman göçü bağlamında göz ardı edilen bir başka göç türü ise mekik göçüdür. Yani insanlar dönüşümlü olarak Almanya ve Türkiye arasında birden çok kez göç etmektedirler. Bir başka noktanın da altını çizmek gerekmektedir: Almanya sadece 19. yüzyılda değil, İkinci Dünya Savaşı sonrasında da hem göç alan hem de göç veren ülke konumundadır. Almanya’dan göçenler sadece ülkelerine geri dönen göçmenler değildir. Çok sayıda Alman, çalışma amacıyla Amerika ve birçok farklı ülkeye gitmiştir. Dolayısıyla bugün dahi özellikle iktisadi bakımdan gelişmiş birçok ülkede azımsanmayacak bir Alman göçmen nüfusu vardır.

Almanya’ya Türk Göçü: Kazan Kazan Durumu

Almanya’ya Türk göçü, göç hareketlerinin sonucu hesaplanamayan açık süreçler olduğuna iyi bir örnektir. Söz konusu göç, farklı geçmişlere, kültürlere, dinlere ve yaşam tarzlarına sahip insanları bir araya getirerek her iki toplumun da dönüşümüne katkı sağlamıştır. Tabii ki, Türklerin entegrasyonu, yani Almanya toplumuna dâhil olma ve katılım sürecine kültürel yanlış anlamalar ve zaman zaman da gerginlikler eşlik etti. Ancak günümüzde Türkiye kökenlilerle Almanlar, tüm sorun ve gerilimlere rağmen, medyada ve siyaset dünyasındaki temel varsayımın tersine oldukça iyi bir ilişki ve karşılıklı etkileşim içindedirler. Türk göçmenler Almanya toplumunun bir parçası hâline geldiler; sosyal hayatın her alanına katılıyorlar. Burada aile kurdular, iş-güç sahibi oldular ve hatta işveren olarak binlerce kişiye istihdam sağlıyorlar ve siyasi karar alma süreçlerine, yavaş da olsa, dâhil oluyorlar.

Göç sürecinden sadece Almanya ve göçmenler değil, Türkiye de kazançlı çıktı. Örneğin Türkiye kökenlilerin Almanya’dan Türkiye’ye para havaleleri 1980’lere kadar ülkenin toplam döviz gelirinin önemli bir bölümünü oluşturuyordu. Türkiye, döviz açığının azımsanmayacak bir bölümünü göçmenlerin tasarruf ve havalelerinden sağlıyordu. Bundan başka Türk göçmen işçileri, tüketim ve yatırım amaçlı (emlak alımları) harcamaları ile Türkiye ekonomisine ciddi katkıda bulunuyorlardı.

Almanya’daki Türkiye kökenliler, geride kalan neredeyse 60 yıllık zaman içinde sosyal, kültürel, siyasi ve daha birçok bakımdan önemli bir değişim ve dönüşüm geçirdiler. Bir kısmı, topluma uyum sağlayarak sosyal, iktisadi ve kültürel olarak başarılı bir biçimde ikamet ettikleri ülkeye dâhil oldular (entegrasyon). Daha küçük bir kesim ise kültürleşmeyi daha ileri boyutlara taşıyarak, tekil kimliklerinden bile vazgeçerek toplum içinde eridiler (asimilasyon). Bir başka kesim ise topluma adapte olmakta zorluk çektiklerinden toplumdan ayrışmış, âdeta kendi kabukları içinde bir yaşam sürdürüyor (ayrışma).

Ancak madalyonun öteki yüzü de var. Topluma adapte olmuş, onunla bütünleşmiş olanlar dahi yer yer dışlanma, ayrımcılık ve ırkçı söylemlere maruz kalmaktadırlar. Türkiye kökenliler, medyada ve toplumun bazı kesimlerinde hâlâ Almanya’ya ait olmayan “yabancılar” olarak algılanabilmektedirler. Ayrıca NSU cinayet serisinin ele alınması veya çifte vatandaşlıkla ilgili tartışmalar da gösteriyor ki, Türkiye kökenliler Almanya’daki iç siyasi tartışmaların da konusu. Diğer taraftan ulusötesi yönelimleri ve ilişkileri ile Türkiye kökenliler, Almanya ile Türkiye arasında bir köprü işlevi görmekte, toplumsal yaşamları ve siyasal eylemleri ile hem iki toplum arasındaki ilişkileri hem de söz konusu iki toplumu şekillendirmektedirler.

Dr. Yaşar Aydın

Göç araştırmaları ve Türkiye uzmanı olan Dr. Yaşar Aydın, Protestan Yüksekokulunda öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler