Hayali Mekândan Medyaya: Göçmen Yayınları
Göçmen merkezli yayınlar, yalnızca medya faaliyetinde bulunmakla kalmadılar aynı zamanda diasporik anlamda birer “organizasyon” aracı işlevini gördüler. Gökhan Duman, Göçün Bilinmeyen Hikâyeleri Serisi’nin dokuzuncu yazısında Almanya’daki Türkiye kökenli göçmenlerin yayınlarını yorumladı.
23 Aralık 1965 günü, Almanya’da yaşayan Türkler için unutulmaz bir gündü. O gün, Almanya Radyo ve Televizyon Kurumu (ARD) televizyonda ilk kez Türkçe yayın gerçekleştirecekti. Günler öncesinden duyurusu yapılan ilk Türkçe televizyon yayınını izlemek için fabrika ve yurt kantinlerinde ya da televizyonu olan tanıdıklarının evlerinde toplanıyorlardı. ARD kanalının C stüdyosunda hazır bulunan Türk sunucular Zümrüt Uygurmen ve Örsan Öymen canlı yayına bağlandığında o gece Almanya’da en çok izlenecek yayın da başlamış oluyordu. Sunucular, anonslarını Almanca ve Türkçe yaparak Türklerin ve Almanların aynı anda programı izlemesini kolaylaştırıyordu. Programın yayın akışına bakıldığında bugün belki de hiçbir Alman televizyonun yayınlamayacağı bir içerikte hazırlanmıştı. Aralık ayının Ramazan ayına denk gelmesi dolayısıyla program, Kur’an-ı Kerim’le başlıyor, ardından Noel arifesindeki Almanlar için Demreli Noel Baba belgeseli yayınlanıyordu. Canlı yayın Türk büyükelçisinin işçilerimize mesajı, Türkiye’den haberler, Türk işçilerin ortak yatırımlarıyla ilgili kısa bir film, Karadeniz yöresinden horon oyunu ile devam ediyordu. Sunucular ekrana veda ederken son olarak Muzaffer Akgün’den bir türkü ile gece sona eriyordu. O gece, Türk işçilerin keyfine diyecek yoktu. Birkaç saatliğine de olsa, memleketlerine çok yaklaşmışlardı. Yaşadıkları şey onlar için devrim gibiydi. Hayali mekândan çıkarak gerçeğe adım attıkları bir andı.
İlk Haberleşme Aracı: Mektuplar
İlk nesil işçiler için hayatı zorlaştıran şeylerin başında ailelerinden ve anavatandan haber alma konusunda yaşadıkları zorluklardı. Radyo ve televizyon yayınlarının henüz olmadığı, telefonun çok az evde olduğu, bir mektubun gidip gelmesinin bir aydan fazla sürdüğü yıllardı. Türk işçiler memleketlerinde olup bitenleri öğrenmek, birbirlerine anlatmak için mektup yolu gözlüyordu. Yurtların girişinde göçmen işçilerin ülkelerine göre posta kutuları ayrılır, Türkiye’den gelen mektuplar, üzerinde “Türkei” yazan posta kutusuna bırakılırdı. Mektup, yalnızca gelen kişiye ait olmazdı, bir mektup geldiyse eğer o mektuptan herkes nasiplenirdi. Odalarda toplanılır, memleketin havasından, suyundan, tarlasından, ekininden, çocukların okulundan, sağlık ocağına gelen yeni hekime varıncaya dek ne varsa bir bir dinlenir, ardından mesaide olup da yetişemeyenler için bir daha tekrar edilirdi.
“O zamanlar mektubu gelene hürmet edilirdi. İşte şu adamın düşüneni, seveni varmış diye. Bir de memleketteki en son havadisler onda olurdu. O yüzden birinin mektubu geldiyse hemen gidip göz aydınlığı verirdik.” (11. Peron)
Türkiye’den Almanya’ya göçün üzerinden geçen 60 yıl, çok fazla insanın hayatında iz bıraktı. Göçün Bilinmeyen Hikâyelerinin diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
TIKLARadyolar Yayında
Mektuplar gidip gelirken, çok geçmeden ilk Türkçe radyo yayını başladı. Batı Alman Radyo ve Televizyon Kurumu WDR, 1964’te her gün 45 dakika olmak üzere Türkçe yayınlarına başladı. Daha önce Almanya’ya gelen göçmen işçiler için İtalyanca, Yunanca ve İspanyolca yayınlar yapılıyordu. Türk işçilerin gelişiyle birlikte WDR “Köln Radyosu” ismiyle Türkçe yayınlarını başlatmış oldu. Böylece Gastarbeitersendung diye adlandırılan misafir işçi yayınları Alman radyolarına bir kültür olarak yerleşti.
Aynı dönemlerde “TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu” da karasal yayın üzerinden Almanya’ya ulaşmaya başlamıştı. Bir akşam saatinde yurt odasında radyoyu kurcalarken bir anda Nida Tüfekçi’den “Sabahınan esen seher yeli mi?” türküsünü duyan Türk işçiler o anda ne hissetmişlerdi? Türküler memleketin yolunu daha kısaltıyordu belki de. O nedenle, radyoların başına oturulur, saatlerce Muzaffer Sarısözen’den, Ruhi Su’dan, Neşet Ertaş’tan, Yüksel Özkasap’tan bir türkü, bir şarkı yolu gözlenirdi.
Türkiye’den gelen işçilerin ve ailelerin sayısı arttıkça, radyolar ve televizyonlar da giderek Türkçe yayınlarını arttırmaya başladı. Köln Radyosu’nun yanı sıra SWR, NDR, RBB, Hessen, Hür Berlin, Frankfurt, Bremen, Münih ve Hamburg radyoları da belirli gün ve saatlerde Türkçe yayınlara yer veriyordu. Hem TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu’nu hem de Almanya’daki diğer radyoları dinleyebilmek için herkes bir radyo satın almanın peşine düşüyordu. Grundig ya da Schaub Lorenz marka radyoları en çok tercih edilenler arasındaydı.
Sesli Mektup Çağı: Kasetler
Almanya’daki ilk nesil Türkler, mektuplar ve radyolar aracılığıyla Türkiye’yle olan bağlarını sürdürebiliyordu. Bir süre sonra Avrupa’daki pek çok şehirde dikkatleri çekecek yeni bir elektronik eşya vitrinlerdeki yerini almaya başladı. Geçen yüzyılın en önemli icatlarından olan kasetin mucidi, Hollandalı mühendis Lou Ottens, göçmen işçilerin hayatına bu denli dokunduğunu nereden bilebilirdi? Kayıt yapan teypler bir anda yurtların, pansiyonların başköşesine kuruldu. Herkes sesini kasete çekip, eşine, ailesine, sevdiklerine gönderiyordu. Köylerde, kasabalarda, şehirlerde “sesli mektup gelmiş” deyip toplanıyorlar, gurbette olanın kanlı canlı sesini dinliyor, ardından en başa alıp bir daha tekrar ediyorlardı. Teyp ve kasetler evin yüksek bir yerinde muhafaza ediyorlardı. Bu eşyayı sakınmaktan çok, onu gönderene olan saygıdandı. Kasetler o evdeki en değerli şeylerden biriydi; içerisinde eşlerinin, babalarının, çocuklarının sesini taşıyordu.
“Banta konuşup yolluyordum ama teyp annemlerde olduğundan eşime özel bir şey diyemiyordum. En son bantta ona bir türkü söyledim. O anladı.” (11. Peron)
Gazeteler Geliyor
“Çalışkanlıklarıyla Alman iktisadi hayatına büyük hizmetleri geçen Türkleri bizler takdir ediyoruz. Gayemiz Türklerin sadece mesleki çalışmalarında, görgü ve bilgilerini arttırmalarını sağlamak olmayıp, Almanya’da kalacakları süre zarfında karşılaşacakları her türlü zorluklarda kendilerine yardımcı olmaktır.” (12 Temmuz, 1963)
Federal Almanya Çalışma Bakanı Theodore Blank, Almanya’da yayınlayan ilk Türkçe gazete olan “Anadolu”da bu şekilde hitap ediyordu Türk işçilere. Federal Almanya Hükümeti’nin desteğiyle yayınlanan gazetede, işçilerle ilgili haberlere, duyurulara yer veriliyordu. Yazıların çok küçük olması ve Alman filozofların felsefi sözlerine bolca yer vermesi dışında Türk işçilerin gazeteden bir şikâyeti yoktu. Daha çok Almanya’dan haberler yayınlamasına rağmen, uzun süre fabrikalarda, yurtlarda, pansiyonlarda elden ele dolaştı Anadolu gazetesi.
Türkiye’de yayınlanan ulusal gazeteler ise birkaç yıl sonra başta Almanya olarak üzere Avrupa’nın birçok ülkesine yerleşen Türk işçilerle ilgili önemli kararlar alacaktı. Akşam Gazetesi 3 Şubat 1969 tarihinde manşetten duyuruyordu: “Yurtdışındaki işçi vatandaşlarımızın bulundukları yerde günü gününe bir Türk gazetesi okuma ihtiyaçlarını karşılamak üzere Akşam, bugünden itibaren Almanya’da da günü gününe basılacaktır.”
Akşam gazetesini Hürriyet izledi. Münih’te bir matbaada 17 Nisan 1969 tarihinden itibaren günlük olarak basılmaya başlanan Hürriyet, “Avrupa’da çalışan işçilerimiz daha ucuz bir fiyatla, günü gününe gazetelerine kavuşacaktır.” başlığıyla artık Almanya’ya yerleştiğini ilan ediyordu. 1971’de Tercüman gazetesi de Frankfurt’ta kendi matbaasını kurdu. Türk işçiler, ellerinde gazetelerle istasyonlarda, kahvehanelerde toplanıyor, memlekette olup bitenleri konuşup tartışıyorlardı. Memleket gündemi artık, basımından üç gün sonra Sirkeci treniyle Almanya’ya ulaşan eski gazetelerden değil, günü gününe Avrupa’da basılan Türk gazetelerinden takip ediliyordu. Gazetelerin satış patlaması yaptığı dönemler ise Kıbrıs Barış Harekâtı günlerine denk geliyordu.
Milliyet, Son Havadis, Günaydın, Sabah, Türkiye, Cumhuriyet, Dünya, Millî Gazete de Almanya’ya gelerek 1961’de başlayan göç sürecinin birer parçası oldular. 80’li yıllarda günlük tirajları toplamda 200 bini geçen Türk gazeteleri, uzun yıllar Avrupa’da kalmaya ve basılmaya devam etse de 90’lı yılların sonundan itibaren bir bir kapanıp yurda kesin dönüş yapacaklardı.
Diaspora Medyasının Doğuşu
Almanya’da kalıcı olma fikrinin yerleşmesiyle birlikte Avrupa’nın pek çok şehrinde yerel medya yayınları çıkmaya başladı. Merhaba, Ren Postası, Anadil, Binfikir, Danimarka Haber, Londra Haber, Hessen Toplum, Manşet gibi gazeteler, öncü yerel medya yayınları olarak Avrupa’daki Türk toplumunun gündemini kendi perspektiflerinden anlatmaya gayret eden yayınlar oldu. Ardından birçoğu Türk sivil toplum kuruluşlarına ve bağımsız ticari kuruluşlara bağlı olan dergiler geldi. Öyle ki, aktüaliteden akademiye, spordan eğitime, kültür-sanattan ekonomiye kadar pek çok farklı alanda dergiler yayınladı.
Zaman içerisinde, televizyonlar da bu sürecin bir parçası oldu. Halihazırda, özellikle 80’li yıllardan itibaren Alman medyası göçmen toplumların gündemini ekrana taşımaya başlamıştı. ZDF’nin “Avrupa’da Komşularımız”, ARD’nin “Sizin Vatanınız, Bizim Vatanımız” programları Türk toplumuna yönelik hazırlanan dikkat çekici programlardandı. 1991 yılında kurulan TRT Int ise yurt dışında yaşayan Türk toplumuna yönelik kurulan ilk Türkiye merkezli televizyon kanalıydı. TRT Int, başta Almanya olmak üzere Avrupa’da yaşayan Türklerin yurt dışındaki temel meseleleri üzerine eğilmeye odaklandı.
Her ne kadar, 90’lı yıllarla birlikte televizyon kanalları hayatımızda daha fazla yer almaya başlasa da 1985 yılında Berlin’de kurulan TD1, yani Türkisch-Deutsches Fernsehen (Türk-Alman Televizyonu) göçmen televizyon yayıncılığında öncü oldu. Almanya’da, Türkçe ve Almanca yayın yapan ilk televizyon kanalı olan TD1, Almanya dışında Avrupa’daki diğer ülkelerde de izlenebiliyordu. TD1’in yayın hayatı, yaklaşık çeyrek asır sürecek, ancak bu süreçte Avrupa’nın birçok ülkesinde Türk toplumu tarafından kurulan televizyon kanalları yayına başlayacaktı.
Göçmen merkezli yayınlar, dünden bugüne, birer medya aracı olmalarının yanında, gündem oluşturma, ortak dil kullanımı, kültürün yaşatılması ve göçmenler arasından toplumsal bilincin sağlanmasına da aracılık etti. Bu yönüyle göçmen merkezli yayınlar -bilerek ya da bilmeyerek- diasporik yansımaları da olan birer “organizasyon” aracı oldular. Mektuplarla başlayan bilgi edinme döngüsü, farklı temalarda kümelenen yüzlerce göçmen merkezli medya kuruluşuyla birlikte geniş bir haberleşme ağına dönüştü. Avrupa’daki Türk toplumunun sesi olan çok sayıda gazete, radyo, televizyon ve internet medyası, 60 yıllık göç süreci içerisinde, işte bu merhalelerden geçerek günümüze ulaştı.