'Orta Doğu'

Esed Rejiminin Düşüşü Gazze’yi ve Orta Doğu’yu Nasıl Etkiler?

Esed rejiminin çöküşüyle başlayan süreç, İsrail’in Suriye'deki askeri operasyonları ve Gazze’de derinleşen insani krizle birlikte Orta Doğu'da cevaplanmayı bekleyen daha fazla soru yarattı. Bölgedeki gerilim, uluslararası adalet ve küresel barış açısından kritik bir sınav.

Fotoğraf: hanohiki - Shutterstock.

8 Aralık 2024, Orta Doğu’da yeni bir dönemin başlangıcı olarak tarihe geçti. Beşşar Esed ve ailesinin başkent Şam’dan kaçışı ve silahlı muhalif grupların başkenti ele geçirip resmî kurumların yönetimini devralması, yalnızca Suriye için değil, tüm bölge için köklü bir değişimin habercisi oldu. Yıllardır süregelen iç savaş, Esed ailesinin iktidarını sona erdirirken, bu çöküşün yankıları Suriye sınırlarını aşarak Filistin’e kadar uzandı. Esed sonrası bölgedeki dinamiklerin Filistin direnişi üzerindeki etkisi tartışılmaya değer, zira Gazze, bu denklemde yalnızca insani bir krizle değil, aynı zamanda siyasi belirsizlikle de yüzleşiyor.

Peki, bu gelişmeler ne anlama geliyor? İsrail’in Esed sonrası dönemdeki stratejisi Gazze’de nasıl bir etki yaratacak? Ve tüm bunların arasında, İsrail’in yayılmacı politikaları ne kadar ileri gidecek?

İsrail’in Yayılmacı Politikaları

Beşşar Esed’in düşmesi, Suriye’de büyük bir iktidar boşluğu yarattı ve bu durum İsrail için adeta bir fırsata dönüştü. İsrail, 1967’den beri işgal ettiği ve 1981 yılında uluslararası hukuka aykırı bir şekilde ilhak ettiğini ilan ettiği Golan Tepeleri çevresinde yeni topraklar elde etmek için harekete geçti ve Suriye’deki yüzlerce askeri hedefe hava saldırıları düzenledi. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres bile bu duruma sessiz kalamadı. İsrail’in Suriye’nin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü açıkça ihlal ettiğini belirttti ve “Artık tüm cephelerde şiddetin azaltılması gerekiyor.” dedi.

Bu saldırıların ardında yatan amaç ise oldukça açık. Geçmişte İsrail adına resmî müzakerelerde bulunmuş olan İngiliz-İsrailli diplomat Daniel Levy’nin dediği gibi, İsrail şu mesajı veriyor “Biz buradayız. Biz bölgenin polisiyiz… Ve hiçbir yaptırıma maruz kalmadan istediğimizi yapabiliriz.” İsrail, Lübnan’da hedeflediği başarıları elde edememiş, özellikle kuzey bölgelerindeki vatandaşlarını evlerine geri döndürme konusunda sonuç alamamış ve Gazze’de çözümsüz bir çıkmazla karşı karşıya kalmış durumda. Şimdi, Suriye’de oluşan kaosu fırsata çevirerek dikkati başka bir yöne çekmesi oradaki işgalini genişletmesi bu durumun en somut örneklerinden biri.

Tüm bunlar, Netanyahu’nun içinde bulunduğu zorlu durumu daha iyi anlamamızı sağlıyor. Netanyahu, yolsuzluk davaları nedeniyle ciddi bir baskı altında. Ancak bu baskıya rağmen, Suriye’de daha fazla toprak kazanmak için asker göndermeyi bir açıkça bir strateji olarak kullanıyor. Daniel Levy bu durumu aynen şöyle özetliyor “Belki de Netanyahu, tarihe sadece bir suçlu ya da 7 Ekim başarısızlığını yöneten bir lider olarak değil, İsrail’in sınırlarını genişleten biri olarak geçmek istiyor.”

Gazze’de 8 Aralık’tan Bu Yana Olanlar ve BM’nin Ateşkes Kararı (12 Aralık)

Esed rejiminin çöktüğü günlerde Gazze, eş zamanlı olarak, İsrail’in yoğun saldırılarına sahne oldu. Nuseyrat mülteci kampında sekiz çocuğun da aralarında bulunduğu 25 kişinin hayatını kaybetmesi ve bir günde toplam 71 Filistinlinin yaşamını yitirmesi, bölgedeki insani krizin boyutlarını bir kez daha gözler önüne serdi. Bu durum uluslararası toplumun tepkisini de beraberinde getirdi.

Bu saldırıların ardından, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu (UNGA) 12 Aralık’ta Gazze’de kapsamlı bir ateşkes çağrısı yapan bir karar aldı. Karar, 158’e karşı 9 oyla kabul edildi ve 13 ülke çekimser kaldı. Ancak bu kararın bağlayıcılığı yok ve bu nedenle de sahada pek bir değişiklik yaratamayacağı şimdiden belli.

Hamas, UNGA kararını desteklediğini ve ateşkese yönelik her türlü girişime açık olduklarını belirtmesine rağmen, İsrail’in müzakerelerdeki tavrı ve saldırılarındaki ısrarı, esir takası süreçlerini kendi lehine çevirmeye yönelik bir yöntem olarak değerlendirilebilir.

Müzakere Edilen Ateşkes: Mısır’ın “Hamas’sız Gazze” Planı

Gazze Şeridi’ndeki çatışmaların sona erdirilmesi için yürütülen müzakereler, Mısır’ın arabuluculuğunda şekillenen “Hamas’sız Gazze” planı etrafında yoğunlaşıyor. Bölgenin yeniden yapılandırılmasını ve yönetimin devredilmesini hedefleyen bu plan, Mısır’ın liderliğinde Katar ve ABD’nin de yer aldığı uluslararası tarafların katılımıyla geliştirildi. Plan, ateşkesin sağlanması, esirlerin serbest bırakılması ve Gazze üzerindeki idari kontrolün Hamas’tan alınıp Filistin Yönetimi’ne devredilmesi üzerine kurulu.

Mısır’ın önerisi, Refah Sınır Kapısı’nın Filistin Yönetimi ve Mısır denetiminde yeniden açılmasını da içeriyor. Bu adım, Gazze’nin dış dünyayla bağlantısını sağlarken, İsrail’in kontrolünü sürdürmesine olanak tanıyacak şekilde tasarlandı. İsrail, bu süreçte veto hakkını kullanarak güvenlik kaygılarını gidermeyi amaçlarken, Mısır ise diplomatik rolünü güçlendirerek bölgede barış çabalarına öncülük etmeyi hedefliyor.

Hamas ise bu plana şüpheyle yaklaşsa da Gazze’nin idaresinin yerel bir komisyona devredilmesi şartıyla süreci değerlendirebileceğini belirtiyor. Ancak bu planın, Filistin halkının özgürlük mücadelesine hizmet edip etmeyeceği hâlen tartışmalı bir konu. İsrail’in uzun vadede Hamas’ın etkisini sıfırlamayı ve Gazze üzerindeki ablukayı devam ettirmeyi amaçladığı açık bir şekilde görülüyor.

Netanyahu liderliğindeki İsrail hükûmeti ise bu planı iç politik krizlerini hafifletmek ve uluslararası arenada kazanım elde etmek için bir fırsat olarak değerlendiriyor olabilir. Bir dizi dava ve siyasi eleştirilerle karşı karşıya kalan Netanyahu, bulunduğu süreçten bir “başarı hikâyesi” çıkararak kendi pozisyonunu güçlendirmeyi hedefliyor.

Yeniden ABD Başkanı Seçilen Trump’ın Gazze Politikası

ABD’nin Orta Doğu politikaları, Donald Trump’ın 20 Ocak 2025’te yeniden başkanlık koltuğuna oturma ihtimaliyle birlikte İsrail yanlısı bir eksende daha da sertleşebileceğini düşünsek bile, Trump yönetiminin Gazze Şeridi’ndeki durumu daha fazla uzatmamak adına bir an önce ateşkes sağlama ve esir takaslarını tamamlama yönünde adımlar atmayı planladığını biliyoruz. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın Mısır ve Katar’da yürüttüğü son diplomatik temaslar, bu çabanın somut bir göstergesi olarak değerlendiriliyor.

Ancak elbette bu hızlı çözüm arayışları, Filistin halkının taleplerini görmezden gelen ve İsrail’in güvenlik çıkarlarını önceleyen bir yaklaşımı beraberinde getirecektir. İlginç olan ise Trump’ın Orta Doğu’ya dair iddialı söylemleri: Bölgedeki sorunların, Rusya-Ukrayna savaşına kıyasla daha hızlı ve kolay çözülebileceğini ifade eden Trump, İsrail’e olan desteğini açıkça dile getirse de Netanyahu’ya olan güveninin sınırlı olduğunu vurgulaması, izlenecek politikanın yönüne dair belirsizlik yaratıyor.

Netanyahu Daha Fazla Risk Alırken Gazze’de Çözümsüzlük Sürüyor

Beşşar Esed’ın düşüşü ve Orta Doğu’da değişen dengeler, İsrail’e bölgesel politikalarını genişletmek için fırsatlar sunsa da Gazze üzerindeki kanlı baskıyı artırdığı bir döneme denk geldi. Netanyahu’nun iç politikadaki krizleri, dış politikada daha agresif hamleler yapmasına yol açıyor. Yolsuzluk davaları ve azalan halk desteği nedeniyle ciddi bir baskı altında olan Netanyahu, Suriye’deki genişlemeci politikalar, Gazze’de esir takası ve ateşkes girişimleriyle siyasi kariyerini kurtarmaya çalışıyor. Ancak İsrail’de yapılan kamuoyu yoklamaları, Netanyahu’nun partisi Likud’un hâlâ birinci parti olabileceğini gösterse de mevcut koalisyonun çoğunluğu sağlayamama ihtimali, Netanyahu’nun üzerindeki siyasi baskıyı daha da artırıyor. Bu durum da, neticede, Netanyahu’nun bölgedeki hamlelerini daha riskli ve saldırgan bir hâle getiriyor.

Gazze halkı, uluslararası toplumun sessizliğine ve İsrail’in genişlemeci politikalarına rağmen direnişini sürdürüyor. Ancak bölgedeki çatışmaların hafifletilmesi için yalnızca direnişin değil, uluslararası adalet mekanizmalarının ve dayanışmanın devreye girmesi gerekiyor. Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini (UNSC) paralize eden güçlerin nihayet müzakere masasına oturması kaçınılmaz bir zorunluluk hâline geldi. Zira ateşkes çağrılarının sonuç vermesi ve insani yardımların Gazze’ye ulaştırılması için daha etkin çabalara ihtiyaç duyuluyor. Aksi hâlde, Gazze’de yaşanan insani kriz maalesef çözümsüz bir döngü içinde kalmaya devam edecek.

Gazze, bölgesel bir çatışma alanı olmaktan öte, uluslararası adaletin sağlanıp sağlanamayacağının en somut göstergesi olarak karşımızda duruyor. Dünya, bu sınavda sorumluluk almazsa, bedeli yalnızca bölge halkları için değil, küresel düzen için de ağır olacaktır.

Perspektif’le Avrupa gündemini günlük takip etmek ister misiniz? Perspektif bültenine kaydolun, Avrupa'daki gelişmeler e-posta kutunuza gelsin.

 

Büşra Öztürk

Londra Üniversitesi Hukuk bölümünden mezun olan Büşra Öztürk, Viyana Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde lisans ve yüksek lisansını tamamladı. İkinci yüksek lisansını aynı üniversitede İletişim alanında tamamlayan Öztürk, Birleşmiş Milletler Viyana Merkezi Orta Doğu Masası’nda ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nda araştırmacı olarak çalıştı.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler