'Filistin'

Prof. Diana Allan: “Nakba Bitmedi, Farklı Biçimlerde Sürüyor”

Antropolog Prof. Diana Allan, Britanya Mandası dönemi Filistin’inin (1917–1948) sömürge arşivlerinden bulduğu görüntüler ile Lübnan’daki Filistinli mültecilerin ses kayıtlarını bir araya getirerek Filistin hafızasına kazınmış hikâyeleri gün yüzüne çıkarıyor. “Geçmiş başka bir ülke değildir” sloganıyla festivallerde gösterilen Partition (Bölünme), Bologna’daki Archivio Aperto festivalinde En İyi Uzun Metraj Film Genç Jüri Ödülü’nü aldı. Allan ile filmi, Nakba ile başlayıp bugüne uzanan parçalanma ve yerinden edilme tarihini konuştuk.

Nakba arşiv görüntülerinden oluşan Partition filminin yönetmeni Diana Allan. | Fotoğraf: Diana Allan. Değişiklikler: Perspektif

Filistinliler için bir dönüm noktası olan Nakba olayını anlatan ve “Geçmiş başka bir ülke değildir.” sloganıyla festivallerde gösterilen Partition (Bölünme) filmi, geçtiğimiz günlerde Bologna’daki Archivio Aperto festivalinde En İyi Uzun Metraj Film Genç Jüri Ödülü’nü aldı. Filmin yönetmeni Profesör Diana Allan ile filmin yapım sürecini, Filistin’de Nakba ile başlayıp süregelen parçalanma ve yerinden edilmenin tarihini ve etkilerini konuştuk.

Hoş geldiniz. Öncelikle, sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Antropolog olarak eğitim almanın yanı sıra Harvard Üniversitesi bünyesindeki Duyusal Etnografi Laboratuvarında sinema okudum. Bu eğitim, sinemaya yaklaşımımı şekillendirdi; sinemayı sadece bir illüstrasyon veya temsil aracı olarak değil, keşif, iş birliği ve ilişki ortamı olarak görmemi sağladı. 2000 yılından bu yana araştırmalarımda Lübnan’daki Filistinli mülteci topluluğuna odaklanıyorum. Bu çalışmaların çoğu, Filistinlilerin mülksüzleştirilme ve yerinden edilme tarihini ve 1948’deki sürgünün, giderek daha da kötüleşen güvencesiz ve sosyoekonomik dışlanma koşullarında yaşamaya devam eden beş nesilden fazla mülteciye bıraktığı kalıcı mirası belgeliyor.

Bu çalışmanın merkezinde, 2002 yılında Mahmoud Zeidan ve bir grup Filistinli kamp araştırmacısıyla birlikte kurduğum, tabandan gelen bir sözlü tarih girişimi olan Nakba Arşivi yer alıyor. Arşiv, birinci nesil mültecilerin 1948 öncesindeki Filistin’deki yaşamları ve İsrail devletinin kurulmasının ardından yaşanan sürgün hakkında filmlerle kaydedilmiş tanıklıklarını içeriyor. Bu kökünden sökülme sürecinde, 750.000 Filistinli evlerinden ve topraklarından zorla sürüldü ve yaklaşık 110.000’i, çoğunluğu Al-Jalil (Celile) ve Hayfa, Yafa ve Akka gibi kıyı şehirlerinden olmak üzere, Lübnan’a kaçtı. Arşivci, aktivist, etnograf ve film yapımcısı olarak çalıştığım topluluk budur. Lübnan’daki kamplarda araştırmalar yaparken, yayınladığım akademik çalışmalarım Beyrut’taki Şatila kampı ve Güney Lübnan’daki gayriresmî Filistinli topluluklar üzerine odaklanmaktadır. Şu anda Kanada’daki McGill Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışıyorum ve Antropoloji Bölümü’nde uygulamaya dayalı, çok modlu araştırmalar için bir alan olan Critical Media Lab’ın eş direktörlüğünü yapıyorum.

”Nakba Arşivine Erişmek İçin Sömürgeci İngilizlere Ödeme Yapmak İstemedim”

Bir antropolog olarak sizi Bölünme (Partition) hakkında bir film yapmaya iten nedir?

Partition, Lübnan’daki Filistinlilerle uzun süredir sürdürdüğüm çalışmalardan doğdu ve birçok faktörden etkilendi. Temel amaçlardan biri, Filistin’in yıkımında ve Filistinlilerin hâlâ yaşadığı felakette İngiltere’nin oynadığı rolü incelemekti. Bir İngiliz vatandaşı olarak, bu tarihle olan ilişkimin basit olmadığını söyleyebilirim. Film, Filistin’in yıkımını şekillendiren imparatorluk hayal gücü ve bu tarih içindeki kendi oluşumum hakkında. Aynı zamanda, kısmen İsrail’in 1948’den bu yana sergilediği olağanüstü şiddet, Nakba’nın on yıllar önce, İngiliz sömürge işgali altında başladığı gerçeğini gölgelediği için nadiren kabul edilen İngiliz sorumluluğu ve hesap verebilirliği hakkında da konuşuyor. Partition (Bölünme) başlığı sadece BM’nin 1947’deki Filistin Taksim Planı’na değil, aynı zamanda Filistinlilerin bugün yaşadıkları, topraklarından, ailelerinden ve ruhsal yaşamlarından koparılma ile işaretlenmiş koşullara da atıfta bulunuyor. Antropolojik ve sinema çalışmalarımın çoğu, bu tür ayrılıkların yaşanmış deneyimlerini ele almaya çalışmıştır. Başlık aynı zamanda, görüntü ve sesi bileşenlerine parçalayan filmin duyusal stratejilerine de atıfta bulunuyor.

Filmi bu şekilde yönetmeye nasıl karar verdiniz? Estetik politikanızı şekillendiren temel seçimler nelerdi?

Film, sömürgecilik ve İngiliz mitolojisini eleştiren bir yapım olduğu için, görsel kısmını tamamen Birleşik Krallık sömürge arşivlerindeki görüntülerden oluşturdum: haber filmleri, Filistinlileri sömürge kurumları için çalışmaya teşvik eden işe alım filmleri ve demiryolları, sağlık hizmetleri ve okullar gibi “medenileştirme” projeleriyle ilgili hükümet propagandası. Görüntüler, I. Dünya Savaşı’nın sonundan BM Bölünme Planı’nın ardından İngiliz Mandası’nın sona ermesine kadar olan 1917-1948 dönemini kapsıyor. Arşivlerden izin almak için başvurduğumda, lisans ücretlerinin çok yüksek olduğunu gördüm. Filistinlilerin mülksüzleştirilmesini belgeleyen materyallere ve görüntülere erişmek için bir İngiliz devlet kurumuna ödeme yapmak istemiyordum. Bu imparatorluk tebaasının görüntüleri, daha derin bir anlamda, onları elinde bulunduran kurumlara “ait” olmadığından, başka erişim yolları aradım. Bu da beni yeniden fotoğraflamaya yöneltti: Bolex kamera kullanarak düşük çözünürlüklü dosyaları 16 mm film üzerine yeniden çekmek.

Bu zaman alıcı süreç, materyalle olan ilişkimi çok daha samimi hale getirdi. Dijital dosyaları analog filme dönüştürerek, görüntüler ellerimden geçti. Daha sonra, sömürgeci perspektifle yapılan çerçevelemenin kenara ittiği unsurları vurgulamak için görüntüyü parçalara ayırma, kırpma, büyütme, yeniden çerçeveleme, tempo değiştirme gibi denemeler yaptım. Örneğin, İngiliz askerlerinin Yafa’da (İng. Jaffa) yürüyüş yaptığı bir sekansta, görüntüyü kırparak ve yeniden sahneledim, çerçevenin kenarlarında Filistinlilerin yaşamını ön plana çıkardım, yüzleri büyüttüm ve arka plan ile ön planı tersine çevirdim.

Aynı derecede önemli olan bir diğer unsur, Lübnan ve başka yerlerdeki mülteci kamplarında Filistinlilerle yapılan röportajlar, şarkılar, kampın ortam sesleri ve diğer kayıtlardan oluşan ses kaydıydı. Bazen muhataplarım gördüklerini anlatarak sömürgeci görüntülere yanıt veriyorlar. Partition, sessiz görüntüleri Filistinlilerin sesleriyle “yankılayarak”, sömürgeci ve yerli arşivler arasında diyalektik bir gerilim yaratan duyusal bir karşılaşma yaratıyor.

”Filistinlilerin Geçmişi, Geleceğini Belirlemeyecek”

Nakba’yı nasıl tanımlarsınız? Sizin için ne ifade ediyor?

Filistinlilerle dayanışma içinde çalışan birçok akademisyen, sanatçı ve aktivist gibi, ben de Nakba’yı geçmişte kalmış bir olay olarak değil, devam eden bir varoluşsal durum olarak anlıyorum. Gazze’deki soykırım, bu anlayışı ana akım söyleme taşıdı. Nakba, 1948’de değil, İngilizler döneminde başladı. Filistinlilerin geçmişini ve bugününü, her yerde birbirine bağlayan bir iplik gibidir. Ancak bunun onların geleceğini belirleyeceğini düşünmüyorum. Filistinlilerin direniş gücü ve adalete bağlılıkları, onların ortadan kaybolmayacakları anlamına geliyor. Bu korkunç dönemde kurtuluş uzak görünebilir, ancak İsrail kriz içindeki bir devlettir ve bölgede radikal bir değişim sadece zaman meselesidir; benim yaşamım boyunca olmasa da, gelecekte mutlaka gerçekleşecektir.

Film, geçmişteki görüntüleri günümüz Filistinlilerinin sesleriyle birleştiriyor. İkisini birbirine bağlamak neden önemliydi?

Bir asır önceki sessiz sömürgecilik döneminden kalma görüntüler ile günümüz Filistinlilerinin seslerini bir araya getiren çift odaklı yapı, sömürge arşivlerinin otoritesine ve onların geçmişinin “bittiği” fikrine meydan okumak için çok önemliydi. Filmdeki merkezi seslerden biri, şu anda Belçika’da sığınma talebinde bulunan arkadaşım Sumaya’ya ait. Kaçak yolculuğuyla ilgili anlatımı, sömürge dönemi görüntülerinin üzerine bindirilerek zamansal mesafeyi ortadan kaldırıyor. Seyirci, yerinden edilmenin sürekliliğini fark ediyor: O zamanki bölünme, onun bugünkü bölünmesidir. Kayıp insanlar ve yerler hakkında şarkı söylediğinde, etkileyici ve akılda kalan sesi, doğrusal tarihi sarsarak, mülksüzleştirme ve dayanıklılığın döngüsel bir sürekliliğini ortaya koyuyor.

Nakba ile yerinden edilen Filistinliler- Partition- Diana Allan

Nakba ile yerinden edilen Filistinlilerin arşiv görüntüsü- Partition

Filmi Sumaya ve yerinden edilmiş Filistinlilere adadınız. Sumaya ile nasıl tanıştınız?

Sumaya ile ilk kez 2000 yılında, Shatila kampında saha çalışmasına başladığımda tanıştım. O zamanlar, İngilizce öğrettiğim bir kadın STK’sı olan Najdeh’te gönüllü olarak çalışıyordum. Sumaya, tanıştığım ilk kişilerden biriydi ve kısa sürede yakın arkadaşım oldu. 25 yıldır süren dostluğumuz benim için çok değerli. O, tanıdığım en bilge, en güçlü ve en nazik insanlardan biri ve onun dayanıklılığına ve inancına hayranlık duymaya devam ediyorum.

Filmin bazı bölümleri yaklaşan bir felaket hissi veriyor. Sizce o dönemde insanlar olacakları hissediyor muydu?

Filmde zamanlar kasıtlı olarak katmanlandırılmıştır. Sumaya’nın ayrılmayı anlatmasını dinlediğimizde, ilk başta 1948’i düşünürüz, ta ki hikayesi havaalanındaki kaçakçılara gelip olayın yakın zamanda olduğunu ortaya çıkarana kadar. Bu katmanlar, yerinden edilmenin tekrarlayan doğasını vurgular. Sömürge dönemi görüntüleri de felaketi hissettirir: 1917’den kalma açılış sahnesindeki hava gözetleme görüntüleri, epistemik şiddeti örnekler: imparatorluğun toprakları bölmesi, yerli halkın hayatının boyun eğdirilmesi ve imparatorluğun sömürücü uygulamaları. Geriye dönüp baktığımızda, bu görüntülerde bugünün tohumlarını görürüz, tıpkı onların olası gelecekleri öngördüğü gibi: Manzarada tekrar tekrar görünen, mors alfabesiyle mesajlar gönderen helyografla sembolize edildiği gibi.

Sömürgeciliğin Sembolü Hâline Gelen Atları Geri Kazanmak

At üzerinde Filistin'de bir İngiliz askeri- Partition Diana Allan

Partition filminden, arşiv görüntülerinde at üstünde bir İngiliz askerini gösteren bir kare.

‘Bölünme’nin hangi yönlerinin yeterince temsil edilmediğini veya yanlış anlaşıldığını düşünüyorsunuz?

Günümüzün yıkım ölçeği benzeri görülmemiş olsa da, Filistin’de uzun süredir devam eden yerinden edilme ve etnik temizlik sürecinin bir devamı niteliğindedir. Akademisyenler, bölünme ve zorla yerinden edilmeyi İsrail’in yerleşimci sömürgeciliğinin temeli olarak görmektedir. Hukuk akademisyeni Rabea Eghbariah’ın da belirttiği gibi, Nakba yasal bir kavram olarak anlaşılabilir: yerinden edilme temel şiddet, parçalanma ise bunun yapısıdır. Lübnan’da Filistinliler sürekli bir yerinden edilme durumu yaşıyor; çoğu defalarca köklerinden koparıldı. Aynı mantık, bugün İsrail’in devam eden şiddetinin de temelini oluşturuyor ve Gazze’ye dağıtılan, mahalleleri numaralı birimlere ayıran tahliye broşürlerinde de görülebilir. Bu bölünme ve koparma mekanizmaları, Siyonizmin Filistinlilerin yaşamını parçalama çabalarının merkezinde yer almaya devam ediyor.

Filmde atlar tekrar tekrar görünüyor. Onları kayda almak neden önemliydi?

At sırtındaki sömürge askerleri ve “eğitilen” atların görüntüleri, sömürge şiddetinin, ruhun kırılması ve egemenliğin dayatılmasının bir simgesi hâline geldi. Buna çocuğun fısıldadığı “Adeeb güzel bir ata bindi” cümlesini eklemek -daha sonra okulda okunan bir dersin parçası olduğu ortaya çıkar- başka bir anlam katmanı açtı. Atı yerli varlığın ve canlılığın sembolü olarak geri kazanarak, film Adeeb’in dönüşünü yeniden hayal ediyor; bir Arap Filistinli gururla at sürerek sömürgecileirn egemenliğini tersine çeviriyor.

Yas, kayıp ve ihanet duyguları, filmde önemli bir yere sahip. Bunların hangi rolü oynamasını amaçladınız?

Ses ve şarkılardaki duygular, sömürge imgelerini yeniden kurmanın merkezinde yer alıyor. Ağıtlar, anılar ve çeşitli sesler  -çocuklar, yaşlılar, kadınlar- aracılığıyla film, arşiv görüntülerini yeniden bağlamsallaştırıyor. Bunlar aşkın imgeler değil, çatışmalı imgeler; kendi geçmişlerine karşı konuşan insanların mücadelesiyle anlam kazanan imgeler. Sumaya’nın sesi ve Amal Kawaash’ın olağanüstü şarkıları, sadece sözleriyle değil, titreşimleri ve dokularıyla da tarihi taşıyor. Bunlar, filmi somut deneyim ve duygulara bağlarken, başka bir zamandan gelen kırık, kusurlu sinyaller gibi, heliograf flaşları gibi işlev görüyor.

Farklı izleyici grupları filme ve politik mesajına nasıl tepki gösterdi?

Tepkiler büyük ölçüde farklılık gösteriyor. Marsilya, Paris ve Madrid gibi büyük Arap topluluklarının yaşadığı şehirlerdeki izleyiciler, şarkıları ve kültürel referansları sıklıkla tanıyarak filme özellikle sıcak baktılar. Kuzey Amerika’da film sadece bir kez gösterildi. Almanya’da ise şu ana kadar sadece bir kez, Berlin’de, film yapımcısı Verena Paravel’in küratörlüğünde gösterildi. Filmin, Filistinlilerin seslerinin hâlâ marjinalleştirildiği bu ülkede daha geniş kitlelere ulaşmasını umuyorum.

Esma Güney Aksoy

Lisans ve yüksek lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde tamamlayan Güney Aksoy, Çukurova Üniversitesi Arkeoloji bölümünde ikinci lisans eğitimine devam etmektedir. Ağırlıklı olarak duygulanım sosyolojisi, medya ve hukuk antropolojisi alanları ile ilgilenen yazar, aynı zamanda Peküler Palas, Fidiro Kahvesi ve Talking Anthropology podcastlerinin yapımcı ve sunucularından biridir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler