'Fransa'

Fransa’da Bitmeyen Kriz: Beşinci Cumhuriyet’in Sonu mu Yaklaşıyor?

Emmanuel Macron’un ikinci döneminde Fransa, artık neredeyse “yönetilemez” bir ülke haline geldi. Son iki yılda beşinci kez başbakan atanması, çöken hükûmetler, tekrarlanan güven oylamaları, meşruiyet tartışmaları ve yükselen aşırı sağ… Elysee Sarayı’nın yalnızlaşan sakini, Fransa’yı kurumsal bir çöküşe mi sürüklüyor?

Fotoğraf: Victor Velter/Shutterstock

Fransa, Emmanuel Macron’un 2022’de başlayan ikinci döneminde neredeyse kalıcı bir yönetim krizine sürüklenmiş durumda. 2024’te yapılan erken yasama seçimlerinden bu yana hiçbir parti ya da ittifak Ulusal Meclis’te çoğunluğu elde edemedi. Bu tablo, yürütme organını sürekli azınlık hükûmetleriyle yol almaya mecbur bıraktı. 2024 başından itibaren beşinci kez başbakan atamak zorunda kalan Macron, henüz dört gün önce istifa eden Sébastien Lecornu’ye yeniden hükûmet kurma görevi vererek Beşinci Cumhuriyet’in aşırı merkezîleşmiş cumhurbaşkanlığı sistemini parlamenter dengeyle yeniden karşı karşıya getirmiş oldu.

Erken Seçimlerle Başlayan Politik Kriz

2024’teki erken yasama seçimleri, Fransa’yı tarihinin en karmaşık siyasal denklemlerinden birine soktu. Macron’un, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağcı Ulusal Birlik (RN) partisinin zaferi üzerine parlamentoyu feshetmesi krizi çözmek yerine derinleştirdi.

30 Haziran ve 7 Temmuz’da yapılan iki turlu erken genel seçimler, Fransa siyasetinde uzun süredir görülmeyen üçlü bir kutuplaşmayı ortaya çıkardı: Sol partilerin oluşturduğu Yeni Halk Cephesi (NFP), Macron’u destekleyen merkez bloğu Ensemble ve Marine Le Pen liderliğindeki aşırı sağ Ulusal Birlik (RN).

Hiçbir bloğun 577 sandalyelik Ulusal Mecliste çoğunluğu sağlayamaması, Beşinci Cumhuriyet tarihinin en büyük krizlerinden birisine sebep oldu. Geleneksel merkez sağ Cumhuriyetçiler’in (LR) erimesi ise sistemi dengeleyen unsurları ortadan kaldırdı. Fransa böylece, hazırlıksız yakalandığı bir “koalisyonlar çağına” adım attı.

Bu kırılma yalnızca seçmen davranışlarının değil, aynı zamanda parti sisteminin iç çözülmesinin bir sonucuydu. Özellikle Cumhuriyetçiler (LR) içinde yaşanan kopuş, seçimlerin seyrini belirleyen en önemli gelişmelerden biri oldu. Partinin o dönemdeki lideri Éric Ciotti, partinin resmî çizgisine rağmen bir grup milletvekiliyle birlikte Ulusal Birlik’e açık destek verdi ve yerel düzeyde RN adaylarıyla ittifak kurdu. Bu adım, 1958’den bu yana Fransa sağının dayandığı ve cumhuriyeti koruma gerekçesiyle uygulanan siyasi tecritin (cordon sanitaire) fiilen çöktüğünü gösterdi. Her ne kadar Ciotti bu çıkışının ardından partisinden ihraç edilse de, bu hamle RN’nin meşruiyetini artırmakla kalmadı; Beşinci Cumhuriyet’in ilk lideri Charles de Gaulle ile özdeşleşmiş olan sağın tarihsel kimliğini de sarstı. Bir zamanlar “devlet aklının” temsilcisi olan merkez sağ, bu hamleyle siyasal sistemin dengeleyici gücü olmaktan çıktı. Ciotti’nin parti içi tepkiler sonucu görevden alınması ve ardından yaşanan bölünme, Fransa’da üçlü parlamenter dengeyi kalıcılaştıran kurumsal kırılmayı daha da derinleştirdi.

Macron’un Sebep Olduğu Meşruiyet Krizi

Seçimlerden birinci çıkan sol ittifak Yeni Halk Cephesi (NFP), anayasal teamüllere göre hükûmeti kurma görevini üstlenmesi gereken bloktu. Ancak Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, sonuçların hemen ardından NFP’ye başbakanlık teklif etmeyi reddetti. Elysee Sarayı bu kararı “aşırı uçların hükümete dahil edilmemesi” gerekçesiyle savundu; ancak bu tavır, seçim sonuçlarının yarattığı demokratik meşruiyeti açıkça tartışmalı hâle getirdi. Macron’un bu tutumu, Fransa’da yaygın biçimde bir “meşruiyet krizi” olarak değerlendirildi. Cumhurbaşkanı, halkın oyuyla şekillenen birinci bloktan başbakan atamayı reddederek parlamenter dengeye karşı yürütme üstünlüğünü yeniden tesis etmeye çalıştı. Bu durum, Beşinci Cumhuriyet’in yarı-başkanlık sisteminde süregelen gerilimi -yani yürütme ile yasamanın demokratik meşruiyet kaynaklarının çatışmasını- en çıplak biçimiyle görünür kıldı.

NFP liderleri bu kararı “anayasanın ruhuna aykırı” ve “seçmenin iradesini hiçe sayan” bir manevra olarak nitelendirdi. Böylece Fransa’daki kriz, yalnızca aritmetik bir parlamenter çıkmaz değil, aynı zamanda kurumsal bir meşruiyet tartışmasına dönüştü. Macron’un, meclis aritmetiğinde ilk sıralarda yer almayan Cumhuriyetçiler partisinin eski üyelerinden Michel Barnier’i başbakan atamasıyla bu kriz daha da derinleşti ve Fransa’da kalıcılık sağlayamayan azınlık hükûmetleri dönemi başladı.

Kurulamayan Hükümetler, Bitmeyen Güvensizlikler

2024 yazından itibaren Fransa neredeyse sürekli geçici hükûmetlerle yönetildi. Macron ilk olarak, geçmişte Cumhuriyetçiler’de (LR) siyaset yapmış olan ve AB’nin Brexit müzakerecisi olarak tanınan Michel Barnier’i başbakan olarak atadı. Barnier, merkez sağın ve Macron’un azınlık desteğine dayanarak yönetmeye çalıştı, ancak yalnızca üç ay görevde kalabildi. 4 Aralık 2024’te yapılan güvensizlik oylamasıyla hükûmeti düşürüldü. Bu, Beşinci Cumhuriyet tarihinde 1962’den bu yana ilk kez bir hükûmetin parlamento tarafından devrilmesi anlamına geliyordu.

Barnier’in düşüşü, yürütmenin anayasadaki 49.3. maddesini yeniden kullanmasıyla tetiklendi. Bu madde, hükûmetin parlamentonun oylaması olmaksızın yasa geçirmesine izin veriyor; ancak muhalefete de hemen ardından güvensizlik önergesi verme imkânı tanıyor. Macron’un bu mekanizmayı sosyal harcamalar reformunda devreye sokması tepki çekti ve hükûmete karşı güvenoyunun reddedilmesine yol açtı.

Barnier’in ardından Macron’un yeni tercihi, merkez blokta yer alan müttefiki MoDem hareketinin lideri François Bayrou oldu. Aralık 2024’te kurulan Bayrou hükûmeti, başlangıçta “istikrar kabinesi” olarak tanıtılsa da, kısa sürede hem derinleşen mali kriz hem de Meclis içi çatışmalar nedeniyle sarsıldı. Bayrou’nun bütçe açığını azaltmak için önerdiği 44 milyar avroluk kesinti planı ve iki resmî tatil gününün kaldırılmasını içeren “acı reçete”, hem sol hem de aşırı sağ tarafından sert biçimde reddedildi. Sonuçta 8 Eylül 2025’te yapılan güven oylaması Bayrou hükûmetinin sonunu getirdi. Meclis çoğunluğu, “Ülkenin bütçesini değil, demokratik dengeyi savunuyoruz” diyerek hükûmete sırt çevirdi.

Hükûmetin düşüşü, hem ekonomik sıkıntıların derinliğini hem de Macron’un seçimlerde birinci gelen NFP’den başbakan atamama ısrarının ülkeyi içine soktuğu çıkmazı gözler önüne serdi. Bu gelişmeler uluslararası piyasaları da tedirgin etti; AB kriterlerinin çok üzerinde bütçe açığı bulunan Fransa’nın kredi notu düşürüldü, borçlanma maliyeti yükseldi. Politik istikrarsızlık ekonomik kırılganlığı daha da artırdı.

Tarihî Rekor: Ömrü 14 Saat Süren Hükûmet

Bayrou’nun istifasından sonra Macron’un atadığı eski Savunma Bakanı Sébastien Lecornu, 9 Eylül günü başbakanlık koltuğuna oturdu. Macron’un 2017’den bu yana sadık müttefiklerinden olan Lecornu, Savunma Bakanlığı döneminde Ukrayna savaşı ve Avrupa güvenliği konularında öne çıkmış, 39 yaşında “teknokrat ama askerî refleksleri güçlü” bir siyasetçi olarak tanımlanmıştı. Ancak onun kabinesi de daha kurulmadan iç krizlerle boğuşmaya başladı: Muhalefet güvenoyu vermeyeceğini açıkladı, sendikalar protestolar başlattı. Zar zor kurulan hükümet yalnızca 14 saat ayakta kalabildi. Kabinedeki 18 isimden 13’ü önceki hükûmette de yer alıyordu.

Fransız kamuoyunun beklediği değişimi gerçekleştiremeyen Lecornu, şimdiye dek Macron hükûmetlerine dışarıdan destek veren Cumhuriyetçiler’i dahi memnun edemedi. Birkaç ay önce Cumhuriyetçiler’in başına geçen İçişleri Bakanı Bruno Retailleau, “ne solcu ne de Macroncu” bir başbakan istediklerini açıkladı. Bu gelişmeler üzerine çiçeği burnunda Başbakan Lecornu istifa etmek zorunda kaldı.

Macron Aynı İsmi Yeniden Başbakan Atadı

Sebastien Lecornu’nun istifasından dört gün sonra 10 Ekim Cuma günü Macron yeniden Lecornu’yu Başbakan olarak atadı. Aynı ismin yeniden başbakan atanması Fransız siyasetinden tepkiler aldı. Aşırı sağ RN’in genç başkanı Jordan Bardella  “Elysee Sarayı’nda her zamankinden daha yalnız ve gerçeklikten kopuk olan Emmanuel Macron tarafından atanan ‘Lecornu II’ hükümeti kötü bir şaka, demokratik bir utanç ve Fransız halkı için bir aşağılanmadır.” derken geçen yıl seçimlerde RN ile ittifak yapan Eric Ciotti de yeni kurulacak hükûmete güven oyu vermeme çağrısı yaptı. Siyasi yelpazenin solundan da Macron’un yaptığı atamaya karşı açıklamalar geldi. Sosyalist Partiden François Kalfon, Emeklilik Reformunun geri çekilmesi için somut adımlar görmek istediklerini belirtti. Yeni kurulacak hükümetin güven oylamasında Sosyalistlerin desteğini almak için Emeklilik Reformundan tavizler verebilme ihtimali konuşuluyor. Son olarak Boyun Eğmeyen Fransa partisinin grup başkanı olan Mathilde Panot da “Pazartesi günü istifa eden Lecornu’nun Cuma günü yeniden atanması, Macron’un kaçınılmaz olanı —kendi gidişini— acınacak biçimde ertelediğini gösteriyor.” dedi.

Yeniden atanan Lecornu’nun hangi blokla uzlaşabileceği, 2026 bütçe yasasının geçip geçmeyeceği ve istikrarlı bir hükûmetin kurulup kurulamayacağı konularında büyük belirsizlik konusu. Fransa’nın 3,3 trilyon avroluk kamu borcu ve GSYH’nin %5,4’üne ulaşan bütçe açığı, mali piyasalar nezdinde ciddi güven kaybı yaratıyor. Avrupa Komisyonu’nun bütçe disiplini uyarıları sürerken, sosyal harcamalarda kesintiye gidilmesi hem sendikaları hem sol muhalefeti mobilize ediyor. Bayrou’nun ve Barnier’in düşüşüne yol açan da tam olarak bu “bütçe yasası” meselesiydi.

Fransız Siyasetinde Yalnızlaşan Macron

Ülke’nin içinde olduğu durumun sorumlusu olarak muhalefet tarafından yerden yere vurulan, kamuoyu tarafından reddedilen Cumhurbaşkanı Macron, artık kendi çevresinden de desteğini kaybediyor gibi görünüyor. Cumhurbaşkanı’nın eski gözdesi olan ve 2024 yılında başbakanlık makamında bulunan Gabriel Attal, TF1 kanalında yayınlanan akşam haberlerinde artık Macron’un kararlarına anlam vermekte zorlandığını dile getirdi ve “mutlak kontrolü elinde tutma saplantısını” eleştirdi. Salı sabahı RTL radyosuna konuşan Macron’un bir diğer eski başbakanı Édouard Philippe de “Bugün devlet artık idare edilemiyor ve bu durumun sorumlusu Cumhurbaşkanı’dır,” dedi. Açık şekilde 2027 seçimlerinde adaylığını ilan eden Philippe, daha da ileri giderek Emmanuel Macron’a 2026 başında istifasını açıklayarak, bütçenin kabulünden sonra “erken bir cumhurbaşkanlığı seçimi” düzenlemesi çağrısında bulundu. Horizons’dan Milletvekili Xavier Albertini ise, Macron’un 2022’den beri yönünü kaybettiğini belirterek şunları söyledi: “Ülkenin çıkarı için bu kısır döngüyü kıracak bir karar alınmalı. Gerçeği kabul edelim: Her şeyin merkezinde duran kişi Cumhurbaşkanıdır.”

Macron’un bir diğer eski Başbakanı olan Elisabeth Borne de doğrudan Macron’u hedef almasa da onun döneminin en önemli işlerinden olan ve çok tepki çeken Emeklilik Reformunun geri çekilmesi seçeneğinin mevcut krizin çözülmesine katkı sağlayabileceğini belirtti. Emeklilik reformu ile emeklilik yaşı 62’den 64’e çıkarılmıştı. Borne, bu reformu yasalaştıran hükûmet lideriydi. Reformun üzerinden birkaç yıl geçmiş olsa da, bu düzenleme hâlâ Fransız siyasetinin en sarsıcı fay hatlarından biri olmayı sürdürüyor. Sol partiler kadar aşırı sağ da, reformun yürürlükten kaldırılmasını talep ediyor. Ancak bu adım, Macron’un iki dönemlik iktidarının en sembolik yasasını fiilen geri çekmek anlamına gelecek. Bu yüzden siyasi açıdan bir “geri dönüş” değil, daha çok tarihsel bir kırılma olabilir. Özellikle Sosyalistlerin yeni kurulacak hükûmete güven oyu vermesini sağlamak için bu adımın atılma ihtimali konuşuluyor.

Yine de, Fransa siyasetinin ve kurumlarının daha derin bir krize sürüklenmesini engelleyecek tek çıkış yolunun Cumhurbaşkanı Macron’un kendi ajandasının ve mirasının bir kısmından vazgeçerek, daha büyük bir yıkımın önüne geçmesi olduğu görülüyor.

Bu iç hesaplaşma, kamuoyu önünde yapılan bu “kirli çamaşır yıkama” ve Bruno Retailleau liderliğindeki Cumhuriyetçilerin özerk hareket etme arayışı, süreci daha da zorlaştırıyor. Peki, uzlaşma olmazsa ne olacak? Emmanuel Macron, “sorumluluk alacağını” açıkladı ancak bunun ne anlamaya geldiği henüz bilinmiyor. Bir zamanlar eski Cumhurbaşkanı François Hollande’ın Brütüs’ü olarak görülen Macron, şimdi kendi dönemindeki kriz anında yalnız ve izole kalmış durumda.

Çözüme Ulaşmayan Krizin Anatomisi: Blokların Rekabeti, Aşırı Sağ ve Kurumsal Erozyon

Fransa’daki mevcut siyasi kriz, yüzeyde bir hükûmet bunalımı gibi görünse de daha derine giden kökleri farklı unsurlara bağlanıyor. Üç temel dinamik, bu çıkmazı kalıcı hâle getiriyor. İlk olarak mevcut konjonktürde Fransa’da parlamento kabaca üç bloka bölünmüş durumda. Bu tabloda kim başbakan atanırsa atansın Ulusal Mecliste çoğunluk sağlayamayacağı icin hükûmet kurup sürdürebilmek zor. Merkezdeki bloğu destekleyen Cumhuriyetçiler ise desteklerinin karşılığında yönetimde daha fazla role sahip olmak istiyor.

İkinci olarak Macron’un Ensemble hareketinin Ulusal Mecliste güçsüz durumda olması yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı ile parlamento arasında bir gerilime neden oluyor. Macron yönetiminin 49.3 maddesini defalarca kullanması, Fransa’da “yürütme üstünlüğü” algısını güçlendirdi. Bu, özellikle emeklilik reformu, sosyal yardımlar ve bütçe kısıtlamaları gibi alanlarda halkın gözünde bir meşruiyet krizine dönüştü. Sokak protestoları, grevler ve polis şiddeti olayları bu meşruiyet krizinin toplumsal yansımalarıydı. Son yapılan kamuoyu araştırmalarında, Fransızların yalnızca yüzde 14’ü Emmanuel Macron’a güven duyduğunu dile getiriyor. Bu oran, Beşinci Cumhuriyet tarihindeki en yüksek siyasal güvensizlik oranlarından birisi olarak kayıtlara geçti.

Üçüncü olarak bu çöküşün en dikkat çekici sonucu, Marine Le Pen’in liderliğindeki Ulusal Birlik’in “iktidar adayı” olarak görülmeye başlanması oldu. Macron iktidarı ile geçen yıllar en çok aşırı sağın normalleşmesine yaradı. 2017’de sadece 8 milletvekiline sahip olan RN artık 120’den fazla vekile sahip. Parti, artık sadece tepkisel bir muhalefet değil; seçmen nezdinde “istikrarı sağlayabilecek tek güç” algısıyla öne çıkmaya başladı. Son kamuoyu araştırmalarına göre RN, olası bir erken seçimde %34-35 oy oranına ulaşabilme potansiyeli taşıyor ve anketlerde liderliği elinde tutuyor.

Fransa bugün, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurduğu demokratik modelin en ciddi sınavını veriyor. Yasama-yürütme dengesinin bozulması, blok siyasetinin kurumsallaşması ve toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesi, ülkeyi yönetilemezlik sendromuna sürüklüyor. Ancak mevcut tablo, kısa vadede umut vermiyor. Parlamentoda hiçbir blok kalıcı çoğunluk sağlayamıyor; ekonomik göstergeler kötüleşiyor; sokak protestoları yeniden tırmanma eğiliminde. Eğer sistem bu tıkanıklığı aşamazsa, Fransa yalnızca yeni bir seçimle değil, kurucu bir dönüşüm tartışmasıyla da yüzleşebilir. Beşinci Cumhuriyet’in “yürütme merkezli” yapısının geleceği, önümüzdeki iki yılın en belirleyici sorusu olacak.

Ebubekir Tavacı

Lisans derecesini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden 2016 yılında alan Tavacı, Fransa’da Université Paris 1 Panthéon Sorbonne’da Siyaset Bilimi yüksek lisans programından 2021 yılında mezun olmuş ve aynı üniversitede aynı alanda doktora araştırmasına devam etmektedir. Avrupa Birliği göç politikaları, Türk diasporası ve Fransa’da göç gibi konular üzerine çalışmalar yapmaktadır. Tavacı Perspektif redaksiyon kurulu üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler