“Cordon Sanitaire”: Aşırı Sağa Karşı Uygulanan Siyasi Tecrit Nedir?
Bazı Avrupa ülkelerinde aşırı sağ partilerin etki alanını azaltmak için uygulanan siyasi tecrit uygulaması, "cordon sanitaire" olarak anılmaktadır. Peki uygulanan siyasi boykotun altında hangi fikirler yatmaktadır ve ne amaçlanmaktadır? "Anatomi" serisinin bu yazısında Avrupa siyasetine ait bu önemli kavramı ele alıyoruz.
Aslında Fransızcadan gelen tıbbi bir kavram olan “cordon sanitaire”, genellikle bir ülke ya da bölgedeki bulaşıcı hastalıkların yayılmasını engellemek amacıyla yapılan sağlık önlemleriyle ilişkilidir. Bir salgın tehlikesine maruz kalan bir bölgeye erişimin gözetim altında kontrol edilmesi uygulamasına, yani karantinaya verilen teknik bir addır. Ancak bu ifade, siyaset terminolojisinde de bir yere sahiptir ve bu bağlamda kullanılırken daha farklı bir anlam taşır.
Aşırı Sağa Karşı Siyasi Bir Tecrit
“Siyasi tecrit” anlamındaki cordon sanitaire kavramı, özellikle Avrupa’da aşırı uçtaki ideolojilerin veya aşırı radikal grupların, daha ılımlı ve ana akım politik gruplar tarafından izole edilerek siyasi alanda yalnız bırakılması anlamında kullanılmaktadır. Bu politika, esasen, bu tür grupların iktidara gelmelerini engellemek amacıyla, onlara karşı politik bir izolasyon stratejisi olarak işlev görür. Örneğin, bazı ülkelerde, aşırı sağcı partilere karşı, onları sistemin dışında tutmak için uygulanan politik bir strateji olarak “cordon sanitaire” uygulanır. Bu stratejinin altında aşırı sağın fikirlerinin “hastalıklı” olduğu kabulu ve bu doğrultuda alınan bir tavır yatmaktadır.
Siyasi tecrit stratejisi, belirli bir grubu veya ideolojiyi dışlamak, onları siyasetin merkezinden uzak tutmak için geniş çapta bir konsensüs sağlanmasıyla uygulanır. Bu, genellikle demokratik sistemlerin istikrarını korumaya yönelik bir önlem olarak görülür, çünkü bu tür grupların toplumsal düzeni bozma ve demokratik düzeni tehdit edebilecek bir potansiyeli olduğu düşünülür.
Avrupa bağlamında aşırı sağa karşı siyasi tecrit genel hatlarıyla şu şekilde gerçekleşir: Aşırı görülen politik grupların oluşturduğu sosyal güvenlik risklerinin kabulüne, bundan hareketle oluşan bir toplumsal konsensüse ve ardından bu grupların izole edilmesine dayanmaktadır. Ana akım partiler ve gruplar, aşırılıkların siyasette izole edilmesi üzerine bir konsensüse varırlar ve genellikle koalisyonların hükûmet olduğu bu ülkelerde aşırı sağ hareketler iktidar koalisyonunun dışında tutulur.
Teknik olarak bu siyasi tecrit, hukuki bir dayanağı bulunmayan, daha çok taraflar arasında yapılan gayrıresmî bir anlaşmadan ibarettir. Demokratik partiler arasında, yürütme düzeyinde, belediyelerde, eyaletlerde veya bölgesel ve federal düzeyde, hiçbir zaman aşırı sağ bir partiyle iş birliği yapılmayacağına dair bir ahitleşme olarak tanımlanabilir. Ancak, bu stratejinin zaman zaman eleştirilebilir yanları da bulunmaktadır: Bazılarına göre özgürlüklerin kısıtlanması anlamına gelebilmekte ve farklı görüşlerin ifade edilmesini engellemektedir. Merkez partilerin uzlaşısının sonucu olarak ortaya çıkan cordon sanitaire, dolayısıyla, farklı toplumsal ve politik tartışmalara da yol açabilmektedir.
Avrupa’daki Siyasi Tecrit Örnekleri
1980’li yılların Fransa’sında dönemin başbakanlarından biri olan Jacques Chirac, sağda ittifak kurulmasını önlemek amacıyla bir “siyasi tecrit” uygulaması başlattı. Bu ifade Fransa’da ilk kez ise 1987 yılında Jean-Christophe Cambadélis’in Le Monde gazetesinde yayımlanan manifestosunda yer almış ve ardından siyaset diline yerleşti. Bu çerçevede, Mart 1986’dan Mayıs 1988’e kadar süren ilk kohabitasyon dönemi boyunca Jacques Chirac, Ulusal Meclisteki çoğunluğu oluşturan ittifakın üyelerinden Jean-Marie Le Pen’in liderliğini yaptığı aşırı sağcı Ulusal Cephe (Front National) grubuna hitap etmemelerini talep etti.
Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turuna kalan adayın birisinin aşırı sağcı olması durumunda gündeme gelen “cumhuriyetçi cephe” (fr. front républicain) uygulaması da aşırı sağa karşı siyasi tecrit kapsamında değerlendirilebilir. 2002 yılında seçimin ikinci turuna Jacques Chirac karşısında ilk kez aşırı sağcı Jean-Marie Le Pen’in kalması üzerine diğer partilerin kendi tabanlarından aşırı sağa karşı baraj yapılmasını talep etmesi, buna dair en anlamlı örnek olarak öne çıkmaktadır. 2002 yılında, Fransa’nın modern siyasi tarihinde bir dönüm noktası niteliğine sahip bir seçim yaşandı. Aşırı sağcı Ulusal Cephe lideri Jean-Marie Le Pen, beklenmedik bir şekilde cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turuna kalan adaylardan biri oldu ve ülkeyi şoka uğrattı. Yeniden seçilmek için aday olmuş olan görevdeki Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, “Hoşgörüsüzlük ve nefret karşısında hiçbir uzlaşma olamaz.” dedi ve Le Pen’i meşru bir rakip olarak muhatap almama yöntemini tercih etti. Chirac, Fransa’da ikinci tura kalan adayların televizyonda tartışmaları geleneğini de bu doğrultuda reddetti. Chirac, Jean-Marie Le Pen’e karşı televizyona çıkmayı onun fikirlerini normalleşmesine katkı sağlayacak bir hata olarak tanımladı.
Yine aynı şekilde 2017 ve 2022 seçimlerinde Emmanuel Macron ve Jean-Marie’nin kızı Marine Le Pen’in ikinci tura kaldığında diğer grupların Le Pen’e karşı Macron’u desteklemesi de benzer bir çerçevede yaşandı. 2024 yılında yapılan erken yasama seçimlerinin ilk turunda aşırı sağcı Ulusal Birlik Partisinin (Rassemblement National) birinci çıkması üzerine ikinci tura kalan bölgelerde aşırı sağcı olmayan adayın desteklenmesi de yine “cumhuriyetçi cephe” stratejisi ile gerçekleşti ve bu sayede Ulusal Birlik’in potansiyelinden daha az milletvekili koltuğu kazanması sağlandı.
Aşırı sağa karşı siyasi tecrit uygulamasının en önemli örneklerinden bir diğeri de Belçika’da gözlemlenmektedir. 24 Kasım 1991 günü gerçekleşen seçimlerde Vlaams Blok isimli aşırı sağcı ve ayrılıkçı Flaman partisi, parlamentoda 12 koltuk elde etmesi üzerine ülkedeki ana akım siyasi güçler, bu partiyi sistemin dışında tutmak üzerine uzlaştı. Aşırı sağcı bir partinin parlamentoda 12 sandalye elde etmesi Belçika siyaseti için alışılmadık bir olaydı ve o tarih daha sonra Kara Pazar olarak adlandırıldı. Vlaams Blok daha sonra 2004 yılında ırkçılık suçlamasıyla yargılandığı dava nedeniyle kapatıldı ve parti isim değiştirerek günümüzdeki adını aldı: Vlaams Belang. Belçika’ya özgü olan bu aşırı sağa karşı siyasi tecrit önlemleri, yıllar içinde birçok defa sınanmış olmasına rağmen 30 yılı aşkın süredir varlığını sürdürüyor.
Benzer bir tecrit, Almanya’da da aşırı sağ parti Almanya için Alternatif’e (AfD) karşı “güvenlik duvarı” (Alm. Brandmauer) adıyla uygulanmaktadır. Avusturya’da 2024 genel seçimlerinin ardından aşırı sağ parti Özgürlük Partisine (FPÖ) yönelik Brandmauer ise Ocak 2025 itibarıyla sona erdi ve FPÖ Genel Başkanı Herbert Kickl’a hükûmeti kurması için yetki verildi.
Belçika’ya Özgü Bir Diğer Uygulama: “Medya Tecriti”
Aşırı sağa karşı uygulanan siyasi tecritin bir de medya boyutu bulunmaktadır. Belçika’da Fransızca konuşan nüfusun yaşadığı Valon Bölgesi’nde “aşırı sağ partilerin veya temsilcilerinin televizyon veya radyoda canlı olarak özgürce konuşma sürelerinin engellenmesi, onları otomatik olarak stüdyo veya canlı tartışma yayınlarından dışlamak” şeklinde bir medya boykotu olduğunu da dile getirmek mümkün. Fransızca yayın yapan medyada uygulanan ve aşırı sağcı partilerle röportaj yapılmayacağını veya onların etkinliklere davet edilmeyeceklerini belirten medya tecriti (fr: cordon médiatique) pratiğinde ana fikir aşırı sağın siyasetini ve terimlerini meşrulaştırmaya veya yaymaya araç olmamak üzerine kurulu. Söz konusu siyasi partilerin temsilcilerine canlı yayınlarda yer verilmesinin engellenmesi üzerine tasarlanmış olan bu karantina, aşırı sağcılarla yüz yüze tartışmanın onları normal (demokratik) bir siyasi muhatap olarak kabul etmek anlamına geleceğini varsaydığı için “demokrasi karşıtı” görülen bu partilerin temsilcilerinin medyada görünürlüğünü azaltma amacı taşıyor.
Bu uygulamanın Valon Bölgesi’nde yürürlükte olması Flaman Bölgesi’ndeki aşırı sağcı parti Vlaams Belang’ın bir benzerinin ortaya çıkmasını pek olası kılmıyor. Vlaams Belang liderleri, Flaman medyasında düzenli olarak yer alabiliyor ve bazı uzmanlara göre bu durum, Vlaams Belang’ın yerel ve federal seçimlerde muadillerine göre daha başarılı olmasının temel nedenlerinden biri.
Ancak söz konusu medya boykotu aşırı sağ partilerin doğrudan temsilini engelliyor olsa da medya kuruluşları, bu partiler hakkında bilgi vermeye, hatta onlardan alıntı yapmaya veya temsilcileriyle röportaj yapmaya devam ediyor. Bir diğer deyişle; medya boykotu, demokrasi için tehdit oluşturduğu düşünülen aşırı sağ grupların doğru olmayan ve yanıltıcı söylemlerini bu partilerce doğrudan yaygınlaştırılmasını engellemeye yönelik demokratik bir çaba niteliğinde.