'Aşırı Sağın Yükselişi'

Dr. Yaşar Aydın: “Saksonya ve Thüringen Seçimleri Almanya Tarihinde Bir Kırılma Noktası”

Almanya’nın Thüringen ile Saksonya eyaletlerinde 1 Eylül’de düzenlenen eyalet meclisi seçimlerinde aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) Partisi’nin aldığı yüksek oy oranları kamuoyunda şok etkisi yarattı. Koalisyon tartışmalarının eşiğinde göç araştırmaları uzmanı Dr. Yaşar Aydın ile seçim sonuçlarını ve 2025 yılında gerçekleşecek olan genel seçimlere olabilecek olası etkisini konuştuk.

Yaşar Aydın

Almanya’nın Thüringen ile Saksonya eyaletlerinde 1 Eylül’de düzenlenen eyalet meclisi seçimlerinde hükûmette yer alan Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ile Hür Demokrat Parti (FDP) koalisyonu büyük bir hezimet yaşadı. Aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) Partisi Thüringen’de yüzde 32,8 oy alarak birinci, Saksonya’da yüzde 30,6 oyla ikinci oldu. Federal Hükûmet seçim sonuçlarından hangi dersi çıkartmalı sizce?

Federal Hükûmet, bu trendi tersine çevirmek için uzun zamandır uğraşıyor. Aslında bu hükûmet çok da başarısız değil. Örneğin asgari ücreti arttırdı, gelir dağılımını düzeltmeye çalışıyor. Fakat asıl problem koalisyon partileri arasındaki anlaşmazlıkların kamuoyuna yansıyarak olumsuz bir tablonun ortaya çıkması.

Diğer bir problem ise göç meselesi. Göç meselesinde insanlar “Hükûmet bir şey yapmıyor. Böyle bir sorunun olduğunun dahi farkında değil.” gibi bir izlenime kapıldı. Bu izlenim Merkel döneminde başlamıştı. Özellikle muhafazakâr kesimde Merkel’in göç politikası tepki yarattı. Solingen kentinde Suriye asıllı bir saldırgan tarafından gerçekleştirilen ve 3 kişinin yaşamını yitirdiği bıçaklı terör saldırısı da bu atmosferin tuzu biberi oldu.

“Parlamenter Demokrasiye Olan İnanç Refah Düzeyinin Düşmesiyle Giderek Kayboluyor”

Ayrıca insanların parlamenter demokrasiye olan inancı refah düzeyinin düşmesiyle giderek kayboluyor. Almanya’da insanlar demokrasiyle toplumsal refahı birlikte deneyimledi ve ikisinin ayrılmaz bir bütün olduğu inancına sahip. Şimdi ise demokrasinin illa refah getirmediğini görmeye başladı. Özellikle bir kesim gelir dağılımının bozulmasıyla parlamenter demokratik sistemin en iyi yönetim şekli olduğuna dair inancını yitirdi. Burada elitlerin de payı var.

Hükûmet göçmen karşıtı güvenlikçi politikalara yönelirse, sembolik olarak sertlik politikasına odaklanırsa bu aşırı sağın popülist milliyetçi söyleminin meşruiyet alanını genişletebilir. Unutmayalım, geçen sene Başbakan Olaf Scholz “Artık sınır dışı işlemlerini kapsamlı bir şekilde yapmalıyız.” sözleriyle Spiegel dergisinin kapağında yer almıştı. Bu gibi ifadeler göçmenlere karşıtı o sert söylemi meşrulaştırıyor; bu söylemin yaygınlaşmasına hizmet ediyor.

Almanya’da yıllardır görünmeyen hem siyasi hem de ekonomik anlamda bir doğu/batı ayrımı söz konusu. Peki sizce Almanya’nın demokrasisi doğuda AfD’yi kaldırabilecek güçte mi?

Almanya’nın eski doğu eyaletlerinde SPD veya FDP gibi ana akım partiler Almanya’nın 1990 yılındaki yeniden birleşmesinin üzerinden 30 yıldan fazla geçmiş olmasına rağmen hâlâ çok iyi örgütlenebilmiş değil. Doğu Almanya’da pek kök salamadılar.

Ayrıca demokrasinin Doğu Almanya’da Batı Almanya’ya kıyasla güçlü olduğunu düşünmüyorum. Orada, örneğin Batı Almanya’da olduğu gibi güçlü demokratik bir sivil toplum yok. Batı Almanya’da çok daha köklü ve eski bir demokrasi kültürü var. Parlamenter, çoğulcu demokrasi çok ciddi aşamalardan geçti, iktidar değişiklikleri oldu.

45 yıl otoriter bir rejim hüküm sürdü burada. Yani dolayısıyla bir “68 hareketi” olmadı Doğu Almanya’da. Güçlü, otoriter devlet ortamında devletten bağımsız bir sivil toplum gelişemedi. Doğu Almanya’nın Batı Almanya ile birleşmesinden sonra ciddi bir yapısal sorunlar ortaya çıktı. Eski sanayi tasfiye oldu, işsizlik arttı, 4 ila 5 milyon arasında insan, özellikle de genç nüfus doğudan batıya göç etti. Bu da Doğu Almanya’da ciddi bir demografik daralmaya sebep oldu. Bütün bunları da hesaba katmak gerekir.

“AfD’ye Karşı Oluşturulan ‘Yangın Duvarı’ Ne Zamana Kadar Ayakta Kalabilecek?”

Şöyle bir şey de var: Ana akım partiler AfD’ye karşı adeta bir “yangın duvarı” (Alm. Brandmauer) oluşturdular. Ancak bu “duvar” ne zamana kadar ayakta kalabilecek? Yoksa bu duvarda gedikler mi açılacak? Bütün mesele burada. Diğer taraftan şu da var: AfD’nin diğer partiler tarafından çok güçlü bir şekilde dışlanması AfD’nin başvurabileceği bir mağduriyet durumu da oluşturdu. Bu noktaları dikkate aldığımızda olumlu bir tablo ortaya çıkmıyor ne yazık ki. Bu yüzden pek de iyimser değilim bu konuda.

Peki aşırı sağın Thüringen eyaletindeki seçim zaferi, 2025 yılında gerçekleşecek olan genel seçimleri sizce nasıl etkiler?

Öncelikle genel seçimlerle eyalet seçimleri arasında bir fark olduğunu söylemek gerekir. Genel seçimlerde seçmen Başbakanı da seçileceği için genellikle daha dikkatli davranıyor ve bu bilinçle sandığa gidiyor.

Eyalet seçimlerinde Thüringen AfD Başkanı Björn Höcke güçlü bir lider olarak karşımıza çıktı ve seçimlerde AfD’yle birinci geldi. Ancak genel seçimlerde seçmen tarafından bu kadar destek görür mü emin değilim.

Diğer taraftan mevcut tehlikenin boyutlarını da göz ardı etmemek gerekiyor. Sonuç olarak Almanya’da yaklaşık 90 yıldan sonra ilk defa aşırı sağcı bir parti bir eyalette çoğunluğu elde etti. Bu ilk defa Weimar Cumhuriyeti’nde gerçekleşmişti. Yani bu önemli bir kırılma noktası. Bunu hafife almamak lazım.

“Parlamenter Demokrasilerde Aşırı Kanatların Güçlenmesi İstikrarsızlığı Beraberinde Getirir”

Radikal kanatlar güçlendi. Thüringen eyaletinde AfD ile Sol Partiden ayrılan ve aşırı sol olarak sayabileceğimiz “Sahra Wagenknecht İttifakı – Anlayış ve Adalet İçin” (BSW) Partisi toplamda yüzde 40’a varan oy aldı. Bu demokrasi için ciddi bir tehlike. Parlamenter demokrasilerde aşırı kanatların güçlenmesi istikrarsızlığı, polarizasyonu ve çatışmaları beraberinde getirir. Bu çatışmalar sözlü olabilirken, yarın bir gün sokağa da taşınabilir.

Peki kurulabilecek koalisyonlarla ilgili bir öngörünüz var mı? Nasıl bir tablo ortaya çıkabilir?

AfD’nin katılımında bir hükûmet olmayacağını kesin olarak söyleyemem. Bu imkânsız değil maalesef. Özellikle Thüringen eyaletinde AfD’nin başkanlığında bir hükûmet kurulabilir. Saksonya’da ise AfD’nin devre dışı bırakıldığı bir hükûmet oluşabilir. Çünkü orada AfD ikinci, Hristiyan Demokrat Parti (CDU) birinci oldu.

Thüringen eyaletinde şu da mümkün: Diğer partiler AfD’yle koalisyon kurmaya yanaşmayabilir. Bu durumda ikinci parti öncülüğünde bir hükûmet kurulabilir. Fakat bunu CDU veya Sahra Wagenknecht’in partisi bozabilir. AfD’yle kurulabilecek bir ittifakın ve AfD’ye hükûmet sorumluluğunun verilmesi de mümkün. “Bırakalım bir gelsinler, halk bunların iş yapıp yapamayacağını bir görsün” düşüncesiyle yapılabilir bu.

Aşırı sağın bu süreçte nasıl bir değişim geçireceğiyle ilgili bir soru da var. Yani aşırı sağ merkeze yürüdükçe bir normalleşme mi söz konusu olacak, yoksa merkeze yürüdükçe merkez partiler mi marjinalleşecek?

Ben AfD’de henüz bir merkeze yöneliş görmüyorum. Radikal kanatta devam ediyor; Björn Höcke’nin söylemleri olsun Alice Weidel’in söylemleri olsun. Tersine merkezdeki partilerin söyleminde özellikle göç ve güvenlik politikalarında AfD’ye bir yakınlaşma var. Hatta genel olarak toplumsal söylemlerde bir sağa kayma söz konusu.

“Bugünkü Almanya ile Weimar Cumhuriyetini Karşılaştırmak Doğru Değil”

İktidara gelmeleri durumunda İtalya’da olduğu gibi değişirler mi emin değilim. Ancak seçim sonuçlarından hareketle yapıldığı gibi bugünkü Almanya ile Weimar Cumhuriyeti’ni karşılaştırmak da doğru değil. Çok farklı yapılar söz konusu. Ancak şöyle bir tehlike de var: AfD’nin eyalette hükûmet kurması durumunda Almanya, diğer Avrupa Birliği ülkelerine kötü bir örnek olabilir. Bu durum dışarıda Almanya’nın itibarını zedeleyebilir, Almanya’ya karşı kuşkuları artırabilir. Bu da Alman ekonomisi ve siyasetine zarar verir.

Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW)’nin  ilk defa seçimlere girmesine rağmen aldığı yüksek oy oranını nasıl değerlendiriyorsunuz?

BSW’ye oy verenler de mevcut partilerden, özellikle de iktidar partilerinden hoşnut değil, fakat aşırı sağa da oy vermek istemiyorlar. Onlar da tercihini BSW’den yana kullandılar. Bir de BSW’ye oy verenlerin büyük bir kısmı daha önce Sol Parti’ye oy verenlerden oluşuyor. Bu seçmenler Sol Parti’nin eski bir Doğu Almanya partisi olması hasebiyle Doğu Almanya’da örgütlü.

BSW’nin özellikle göç konusunda popülist söylemleri de seçim sürecinde etkili oldu. Popülizmin aslında halkla, halkın söylemleriyle, halkın çıkarlarıyla bir bağ kurmak anlamına gelebildiğinden her zaman kötü bir şey olduğu söylenemez. Popülizmin böyle bir boyutu da var. Sahra Wagenknecht de göç konusuna, gelir dağılımına, Ukrayna Savaşı’na vurgu yaptı ve halkın istek ve korkuları konusunda duyarlı olduğunu göstererek bir fark yarattı. Ayrıca yeni radikal fikirler ortaya atarak kendini diğer partilerden ayrıştırırdı.

Enise Yılmaz

Bochum Ruhr Üniversitesi’nde hukuk eğitimi gören Yılmaz, Perspektif’in yayın kurulu üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler