'Dosya: "Almanya'da Erken Seçim"'

Gücü Sakinliğinde Saklı Bir Siyasetçi: SPD’nin Başbakan Adayı Olaf Scholz Kimdir?

Almanya’nın mevcut şansölyesi Olaf Scholz, büyük krizlerle başa çıkmaya çalışıyor. Peki bir yandan Almanya’nın Avrupa’daki liderliğini, diğer yanda ise ekonomik gücünü muhafaza etmeye çalışan Scholz kimdir? Onun kimseyle kavga etmezmiş ve her an uyuklayabilirmiş gibi duran görüntüsünün arkasında neler var? Scholz, Filistin konusunda nasıl bir tutuma sahip? Henüz hayattayken hakkında iki tane biyografi yazılan bir şansölyenin portresine bakalım.

Fotoğraf: Alexandros Michailidis - Shutterstock.

“Olaf Scholz’un rahatlamak için bir hobiye ihtiyacı yoktur çünkü o hiç strese girmez.”

Hamburg Akşam Postası’nın Genel Yayın Yönetmeni olan Lars Haider, uzun yıllar boyunca eşlik ettiği Olaf Scholz hakkında böyle diyor. Gerçekten de Almanya Sosyal Demokrat Partisinin (SPD) en üst düzey siyasetçilerinden biri olan ve 2025 yılının başlarında Almanya’nın 10. şansölyesi olmak için yeniden seçim yarışına giren Scholz, kriz ne olursa olsun sakinliğini hep muhafaza edermiş gibi görünüyor. Nitekim 2020 yılında Almanya’nın meşhur talk show sunucusu Markus Lanz, Olaf Scholz hakkında şöyle bir ifade kullanılmıştı: “Scholz insana öyle bir bakar ki karşısındaki onun ne düşündüğünü anlayamaz.”

Peki Almanya’nın en büyük vergi kaçakçılığı skandalı olan Cum-ex’ten Ukrayna’daki savaşın Almanya’daki tsunami etkisine, Merkel kabinesindeki bakanlığından koalisyon hükûmetini dağıttığı zamana kadar geçen sürede Scholz Almanya’da nasıl bir siyasetçi profili izledi? Duygularını siyasete karıştırmayan uzun kariyerli bir sosyal demokrat olan Scholz gerçekte kim? Biyografisi ve siyasi kariyeri üzerinden bu soruları cevaplandırmaya çalışalım.

Olaf Scholz’un SPD İçindeki Yükselişi

Olaf Scholz 1958 yılında Almanya’nın Aşağı Saksonya eyaletindeki Osnabrück şehrinde doğdu ve Hamburg’ta büyüdü. Bu yönüyle bir “Hanseat”[1] olarak nitelendirilen Scholz, kendi tabiriyle “sıkça tartışılan” bir evde büyüdüğü için siyasete küçük yaşlardan itibaren ilgi duydu. Henüz 17 yaşında bir lise öğrencisiyken SPD’ye giren Scholz, daha sonra Hamburg Üniversitesinde hukuk okudu ve iş hukuku alanında uzmanlaştı. 1998 yılında ilk defa Federal Meclise milletvekili olarak girene kadar bu alanda çalıştı.

Scholz’un SPD’nin içerisindeki duruşu, siyasi olarak ateşli gençlik yıllarından orta yaş üstü pragmatik bir siyasetçiye dönüşene kadar hayli değişti. 1982’de SPD’nin gençlik yapılanması olan Jusos’un başkanı olduğunda Scholz kapitalizm karşıtı, solcu ve silahsızlanma taraftarıydı. Bugün, Ukrayna ve İsrail’e silah sevkiyatlarının Almanya tarihinde hiç olmadığı kadar yüksek olduğu bir dönemde, Scholz’un geçmişteki silahsızlanma konusundaki duruşunun yerinde, gençliğindeki kıvırcık saçlarında olduğu gibi yeller esiyor. Geçmişteki sosyalist profilinden farklı olarak bugün Scholz’un merkeze daha yakın ve pragmatik kanattaki profili, bu nedenle SPD içerisinde onun yönetim tarzını solcu değerlerden uzak bulan kesim için eleştirilerin de temelini oluşturuyor.

Özel hayatı da kano sürmek, kitap okumak ve yemek yapmak gibi hobilerle geçen Scholz, 1998 yılında kendisi gibi siyasetçi olan Britta Ernst ile evlendi. Birçok söyleşide eşinden sevgiyle bahseden Scholz ona bağlılığını, “Makamlar gelip geçer, sevgi kalır.” şeklinde anlatmıştı.

Federal Mecliste Bir Olaf Scholz

Scholz’un federal siyasete girişi 1998 yılında ilk kez Hamburg-Altona seçim bölgesinden doğrudan verilen oylarla Federal Meclis milletvekili oluşuyla gerçekleşti. O dönem henüz 40 yaşında, kendi tabiriyle çok da tecrübeli olmayan genç bir siyasetçi olarak Federal Meclise girdi ve dönemin Almanya Başbakanı Gerhard Schröder ile birlikte siyaset yapma imkânına kavuştu.

Bundan sonra Scholz, SPD içinde ve genel olarak siyasi kariyerinde hızla tırmanmaya başladı. 2001 yılında partinin yönetim kuruluna girdi ve bir yıl sonra ise SPD Genel Sekreteri oldu. Franz Müntefering’in selefi olan 44 yaşındaki Scholz, parti içinde yüzde 91’lik bir oy oranıyla Genel Sekreterlik görevine getirilmişti. SPD içerisinde Scholz’a bu yüksek teveccühün zaman zaman yerlere kadar indiği dönemler oldu.

Bu dönemlerden biri de Scholz’un 2003 yılında Almanya’da büyük bir tartışmaya yol açan “Agenda 2010”u Gerhard Schröder’in yanında oylamasıyla başlayan süreçtir. Alman sosyal güvenlik sisteminin ve iş piyasasının reforme edilmesini öngören bu program, SPD ile Yeşiller tarafından oluşturulan koalisyon hükûmetinin bir projesiydi ve muhalefetteki CDU tarafından da destekleniyordu. Birçok olumlu maddenin yanı sıra işsizlik parasının kısaltılıp azaltılması konusunda eleştirilen Agenda 10, işsizlikle mücadele etmek yerine işsizleri cezalandırdığı gerekçesiyle de tepki topladı. Bugün de Almanya’da Agenda 2010 bir yandan sosyal güvenlik sistemini güçlendirdiği iddiasıyla övülürken, diğer yanda ise topluma fakirlik ve kutuplaşma getirdiği iddiasıyla eleştirilir.

Merkel Kabinesindeki Olaf Scholz

2005 yılında Olaf Scholz, SPD Federal Meclis Grubunun Parlamento İşleri Müdürü oldu. Bu dönem, Angela Merkel öncülüğünde ikinci büyük koalisyonun başladığı bir dönemdi. Scholz da koalisyon sözleşmesi için yapılan müzakerelerin katılımcılarından biriydi. Scholz’un sık sık kullandığı “uzlaşı” kavramına dair sanatını, o dönemki büyük koalisyon görüşmelerinde iyice içselleştirdiğini söylemek abartılı olmayacaktır.

Scholz 2007 ila 2009 yılları arasında Merkel’in kabinesinde Çalışma ve Sosyal İşler Bakanı olarak görev yaptı. Bu bakanlık dönemi, Scholz için oldukça talihsiz bir zamandı zira 2008 yılında küresel finans krizi başladı ve kriz Almanya’yı da etkileyen bir ekonomik çöküşe yol açtı. Almanya’da ekonomik büyüme durma noktasına geldi. Bu dönem Scholz, işsizlik oranları artarken ekonomiyi desteklemek amacıyla “Kurzarbeit” (kısa çalışma programı) konseptini geliştirdi ve birçok işyerinin personel kesintisine gitmeden krizi atlatmalarını sağladı.

Bu dönemde en dikkat çeken düzenleme, Almanya’da “Borçlanma Freni” (“Schuldenbremse”) olarak düzenlemenin 2009 yılında Anayasa’ya yapılan bir değişiklikle hayata geçirilmesiydi. Bu düzenleme, federal hükûmet ve eyalet hükûmetlerinin bütçelerinin dengelenmesini ve kamu borçlarının sürdürülebilir bir seviyeye çekilmesini hedefliyordu. Scholz, daha sonra bu politikayı uygulayan aktörlerden birisi olarak, bundan 15 sene sonra koalisyon hükûmetini diğer nedenlerin yanı sıra “Borçlanma Freni” konusundaki anlaşmazlıklar yüzünden dağıtacak, bu düzenlemenin devam etmesi gerektiğini savunan liberal Maliye Bakanı Christian Lindner (FDP) ile yollarını ayırarak Almanya’yı erken seçime sokacaktı.

Hamburg Eyaleti Başbakanı Olaf Scholz

Bu dönemden sonra Scholz, SPD içerisinde aktif olarak rol almayı sürdürdü ve 2019 yılına kadar Genel Başkan Yardımcısı olarak kaldı. Bu arada 2011 yılında federal siyasetten eyalet siyasetine döndü ve 7 yıl boyunca Hamburg Eyaleti Başbakanı olarak görev yaptı. Bu dönemde Hamburg’u Yeşiller Partisi ile eyaleti koalisyon hükûmetiyle yönetti.

Hamburg başbakanı olduğu dönem, Scholz’un sadece federal siyasete ara verdiği dönem olarak bilinmez. Bu dönem aynı zamanda Scholz’un tüm Almanya gündemine G20 zirvesindeki olaylarla da geldiği bir dönemdir. Scholz 2017’de Almanya’da ilk kez düzenlenen G20 zirvesini bloke etmeye çalışan ve Hamburg’u alt üst ederek ateşe veren protestocular nedeniyle eleştirildi. O dönem Hamburg şehri, ağır polis şiddeti nedeniyle mahkeme tarafından kurbanlara tazminat ödemeye mahkûm edilmişti. İstifa etmesi yönünde eleştiriler alan Scholz, olayların ardından Hamburg’ta yaşayan vatandaşlardan özür diledi.

2018 yılında Olaf Scholz, yine Merkel’in kabinesinde Maliye Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak federal siyasete dönüş yaptı. Daha sonra bu kararını, “Sorumluluk beni çağırdı.” diyerek açıklayacaktı. Merkel’in kabinesinde Scholz, Schröder’in “Agenda” politikasını savundu ve “Borçlanma Freni” politikasına sadık kaldı.

Fakat Scholz’un bu dönemde SPD içerisinde yoldaşları tarafından çok da sevilmediğini eklemek gerekir. Sosyal demokrat çevrelerde Scholz, büyük koalisyon içerisinde sosyal demokrasiyi “tanınmaz” hâle getirdiği gerekçesiyle eleştirilmiş, SPD Eş Başkanı Saskia Esken 2019 yılında Scholz’u “ilkelerine bağlı bir sosyal demokrat olarak” nitelendirmekte zorlandığını söylemiştir.

CumEx Skandalı ve Scholz’a Yönelik İthamlar

2020 yılında, Olaf Scholz ile Almanya’nın en büyük vergi skandalı olarak bilinen CumEx arasında bağlantı iddiaları ortaya atıldı. CumEx, Almanya’da başta bankacılar olmak üzere varlıklı yatırımcılar ve avukatların devletten, hiç ödemedikleri vergilerin geri ödemesi için hisse senedi anlaşmalarına imza attıkları bir skandaldı.

CumEx skandalında, Hamburg merkezli Warburg Bank’ın sahibi Christian Olearius’un, Olaf Scholz ile 2016 ve 2017 yıllarında görüştüğü iddia edildi. Bu görüşmelerin ardından Warburg Bank’ın skandaldan kaynaklanan 47 milyon avroluk vergi borcunun Hamburg Vergi Dairesi tarafından tahsil edilmediği ortaya çıktı. Bu duruma Olaf Scholz’un etki ettiği iddia edilirken, Scholz bu görüşmeyi önce hatırlayamadığını, sonra Olearius’un günlüklerinde bu görüşmenin kaydı ortaya çıkınca da görüşmenin varlığını kabul edip içeriğini unuttuğunu söyledi.

Skandal büyüktü. Fakat Scholz’a yönelik iddialarda hiç kimse onu yolsuzluk nedeniyle şahsi çıkar sağlamak gibi bir suçla itham etmiyordu. Fabio de Masi (BSW) gibi Scholz’u CumEx skandalında yerden yere vuran siyasi rakipleri bile, Scholz’un şahsi bir çıkar sağladığına inanmadıklarını belirtti. Scholz bu vergi muafiyeti hakkında hiçbir etkisinin olmadığını ve vicdanının rahat olduğunu söyledi. Kendisine en ağır ithamlar yönetilirken bile sakin tavrıyla şunu söylemeye devam etti: “İncitilemeyecek kadar uzun süredir siyasetteyim.”

“Başbakan Adayı Oldum Çünkü Bunu Yapabileceğime İnanıyorum”

Garip bir şekilde Scholz, gülümsediği ya da küçümsediği bir türlü anlaşılmayan yüz ifadesini takınarak, sinirleri en sağlam insanların bile öfkeyle karşılık vermek zorunda kalacağı bu ağır iddiaların üzerinden öylece akıp gitmesini sağladı.

2020 yılında SPD, Olaf Scholz’u 2021’deki Federal Seçimler için partinin şansölye adayı olarak sunduğunda, SPD’nin oy oranı yüzde 16 ile yerlerdeydi. SPD, 150 yıllık parti tarihinin en korkunç hezimetini yaşamıştı. Scholz bu dönemi daha sonra şöyle anlatacaktır: “Aslında aday olmamam gerektiğini düşünüyordum. Ama böyle yüksek bir siyasi mevki için kimse SPD’den ringe çıkmayınca, bu böyle olmaz dedim.”

Şansölye adaylığının ilan edildiği programda daha sonra sahneye çıkan Scholz, sahnede senelerdir bozmadığı yüz ifadesiyle şöyle diyecekti: “Aday olduğuma sevindim. Kazanmak istiyorum.” Daha sonrasında ise bu sözlerini şöyle tamamlayacaktı: “Başbakan adayı oldum çünkü bunu yapabileceğime inanıyorum.”

Nitekim söylediğini de yaptı. Scholz’un adaylığıyla SPD, bir önceki seçimlerdeki hezimetini toparlayıp 2021 yılında yüzde 25,7 oranında oy alarak birinci parti oldu. SPD, 26 Eylül 2021’deki Federal Seçimleri kazanınca, Scholz da 2025’e kadar şansölyelik makamına oturdu. Scholz, 1949 sonrası Federal Almanya Cumhuriyeti’nin 9. Şansölyesi olmuştu.

Scholz’un Ölü Doğan “Trafik Işığı Koalisyonu”

Almanya tarihinde “Trafik Işığı Koalisyonu” olarak anılan ilk koalisyonu, Scholz kurdu. Aslında baştan bir “ölü doğum” olarak nitelendirilen bu koalisyon, birbirinden oldukça farklı ideolojik çizgilere sahip üç farklı partiyi, yani liberal Hür Demokrat Partiyi (FDP), Yeşilleri ve Sosyal Demokrat Partiyi (SPD) bir koalisyon içinde birlikte siyaset yapmaya zorluyordu. İlerleme ve dönüşüm, bu koalisyonun anahtar kelimeleriydi.

Scholz’un koalisyon içerisindeki rolünü anlatırken, yiğidi öldürüp hakkını vermek gerekir: Scholz koalisyonda hiçbir zaman bir “star” olmak amacı gütmedi ve televizyon spotlarının altında koalisyonu temsilen tek başına gözükmemeye çalıştı. Koalisyonun diğer ortaklarına medya temsilinde alan açtı. Bu, Scholz için zaten oldukça kolay bir işti çünkü işini yaparken büyük harflerle konuşmayı sevmeyen bir siyasetçi olarak o zaten hem Hamburg’ta hem de büyük koalisyon içinde “uzlaşı” hedefinin her türlü acı verici safhasına yakinen tanık olmuştu. Dolayısıyla yapmayı bildiği en iyi şeyi yaptı: Yeşiller, SPD ve FDP gibi farklı siyasi ideolojilerin buluştuğu koalisyonda pragmatizmi ön plana çıkarttı; bu onu çoğu zaman sosyal demokratların temsil ettiği çizgiye bütünüyle zıt adımlar atmak zorunda bıraksa da! Yine de tüm bunlar, koalisyonu sürdürebilmek için yeterli olmadı.

“Trafik Işığı Koalisyonu”nun Dağılışı

9 Kasım 2024 tarihinde Scholz, masaya yumruğunu asla vurmayacak gibi görünen bir siyasetçi olarak herkesi şaşırttı ve koalisyonun küçük ortağı Maliye Bakanı Christian Lindner’i (FDP) görevden alarak koalisyonu sonlandırdı. Almanya’da bir hükûmet krizi başlamış oldu. Fakat Scholz o kadar sakin, hatta yer yer o kadar “vitaminsiz”di ki, onun her türlü alevli üsluptan uzak tavrı neticesinde Almanya’da çoğu kimse kendisini bir “siyasi kriz” içerisinde bile hissedemiyordu.

Koalisyonun neden dağıldığı ya da hükûmet krizinin nasıl başladığı gibi sorulara Dr. Yaşar Aydın bir yazısında detaylı bir şekilde yanıt veriyor. Biz bu yazının konusuna, yani Olaf Scholz’a dönecek olursak dağılmış koalisyonun başındaki şansölyenin o dönem yüz yüze olduğu sorunlara bakabiliriz: Scholz için Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşı en öncelikli konuydu. Savaşın Almanya’ya sıçrama ihtimalini sıkça dile getirip Almanya’nın savunmasını güçlendirmesini savundu. Diğer yanda ise ülkenin köhne altyapısının güçlendirilmesi, dijitalleşme ve ülkenin kaçırdığı teknolojik gelişim trenine yeniden atlayabilmek gibi gündem maddeleri vardı.

Tüm bunlar ışığında Scholz koalisyonu sona erdirmesini şöyle açıklayacaktı: “Hükûmeti dağıttım çünkü Ukrayna’ya yardımların, altyapı yatırımlarımız, ekonomiyi destekleme, emeklilik ve bakım gibi konulara engel olmasını istemedim. Bu ikisini aynı zamanda yapabiliriz.”

Olaf Scholz’un Türklere Yönelik Tutumu ve Çifte Vatandaşlık

Her ne kadar “Trafik Işığı Koalisyonu” bir başarısızlık abidesi olsa da Scholz önderliğinde hayata geçirilen birkaç düzenlemeyi özellikle anmak gerekir. Uzun yıllar boyunca gerçekten de bir göç ülkesi olup olmadığını ciddi ciddi tartışan Almanya’da göçmenlere yönelik yasal düzenlemelerin modernleştirilmesi de ideolojik bir gerilim hattında yer alıyordu. Türkiye’den göçün üzerinden 60 yılı aşkın bir zaman geçtikten sonra “çifte vatandaşlık” düzenlemesi Olaf Scholz döneminde hayata geçti. Ülkede yaşayan Türklerin kendi vatandaşlıklarından vazgeçmeden Alman vatandaşlığına geçebilmesini ön gören bu yasa, vatandaşlık rejiminin modernleştirilmesi olarak görülüyordu.

Zaten Almanya’nın toplumsal gerçekliğinin çok gerisinde kalmış olan bu statüko o kadar geç değişmişti ki, birçok Türk bu uzun süredir beklenen değişim karşısında heyecanını çoktan yitirmişti. Nitekim Scholz, erken seçimler öncesinde doğrudan Almanya’daki “Türk kökenlilere” yönelik seçim videosunda bu “başarının bir sosyal demokrat siyasetin başarısı” olduğunu söyleyecek ve Almanya’nın bir “göç ülkesi olduğunu” yeniden vurgulayacaktı.

Filistin ve Olaf Scholz

Olaf Scholz, 7 Ekim 2023’ün sonrasında Gazze’de ateşkesi savundu. Ocak sonunda İsrail ile Hamas arasında bir ateşkes yürürlüğe girdiğinde şu açıklamada bulundu:

“Sonunda silahlar sustu. Sonunda İsrailli rehineler serbest bırakıldı. Ancak artık daha fazla insani yardımın hızla Gazze’ye ulaşması gerekiyor. Sivil halk çok acı çekti. Onların akıbeti bizi de ilgilendiriyor. Şimdi bu ivmeyi, Filistin devletinin İsrail devletiyle barış içinde bir arada var olabilmesini sağlamak için kullanmalıyız.”

Scholz her ne kadar Gazze’deki acı hakkında açıklamalar yapsa da onun şansölyeliği döneminde İsrail, Filistinlileri öldüren silahların büyük bir çoğunluğunu Almanya’dan aldı. En son Ekim 2024 tarihinde Scholz Federal Mecliste, “İsrail’e (silah) sevkiyatı var ve olmaya da devam edecek. İsrail buna güvenebilir.” açıklamasında bulundu.

Olaf Scholz aslında sosyalist gelenekte sabit bir yeri olan Filistin dayanışmasına oldukça uzaktı. Scholz’un “histerik olmamak” kuralını ihlal ettiği ender konulardan bir tanesi de Filistin protestolarıydı. Onun başbakanlığı döneminde Almanya’da Filistin yanlısı ve soykırım karşıtı protestocular, polis tarafından orantısız şiddetle karşılaştı. Yine Gazze’deki soykırıma karşı çıkan ve İsrail’deki aşırı sağcı kabinenin savaş eylemlerini eleştiren neredeyse herkes onun şansölyeliği gölgesinde “antisemitizm” damgası yedi. Öyle ki Almanya Müslümanları Koordinasyon Konseyi, Mart 2024 tarihinde Scholz’a yazdığı açık mektubunda Gazze’deki sivil halkın çektiği acılara son verilmesi ve şiddetin durdurulması için federal hükûmetin somut önlemler alması çağrısında bulundu. Bu çağrı yanıtsız kaldı.

Haziran ayındaki Avrupa Parlamentosu Seçimleri öncesinde Scholz bir seçim kampanyasında, “ellerinde kan var” sloganlarıyla yuhalandı. Scholz bu protestolar karşısında ifade özgürlüğünü savunup “7 Ekim’de savaşı Hamas başlattı.” diye cevap verdi. Leipzig Kitap Fuarı açılışında yaptığı konuşma ise Filistin’le dayanışma gösteren protestocular tarafından defalarca kesildiğinde protestocu kadına “Bağırmayı bırak, yeter!” cevabını verdi.

Özetle, Scholz herkesle uzlaşabildi. Herkesi engin siyasi ufkuna sığdırabildi ve en ağır iddiaları bile güler yüzle karşıladı. 7 Ekim sonrasında da antisemitizm karşısında kırılgan olan Yahudi cemaatini takdire şayan bir şekilde koruma altına aldı ve Yahudi cemaat ile dayanışmasını defalarca dile getirdi. Fakat kalbinde Almanya’daki Filistin diasporasına ve işgal altındaki Filistinlilere yer açamadı.

Yani Kim Bu Olaf Scholz?

Özetle, Olaf Scholz, seçmenle iletişiminde duygularını açık ederek yakın ilişki kuran bir siyasetçi değil. Karizmatik bir lider de değil. Duygu odaklı siyasetin ağır olduğu Türkiye ile karşılaştırıldığında rasyonalite ve pragmatizmin merkezde olduğu Alman siyaseti içinde sempatiklikten uzak bir profile sahip. En büyük rakibi Hristiyan Birlik (CDU/CSU) adayı Friedrich Merz’e ya da yükselmekte olan tehlikeli parti programıyla aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisine (AfD) saldırmayan, son zamanlarda Almanya’da ciddi bir antipati toplayan Trump’a karşı bile köşeli çıkışlar yapmayan bir siyasetçi Scholz.

Belki de Scholz’u en iyi, partidaşı Schröder tanımlıyor. Nitekim Schröder 2021 yılında Scholz’a neden bu kadar inandığı sorulduğunda, “Çünkü o, çalışan, öğrenen, düşüncelerinde sakin ve ölçülü, erişmek istediklerini iyi anlatan siyasi bir karışım.” diye cevap vermişti.

Gelinen aşamada Scholz, SPD’ye “sol kanat”tan giriş yapmış, seneler içerisinde pragmatik bir çizgiyi benimseyerek “ılımlı sol kanat”a geçmiş, radikal değişiklikler yerine iyileştirici reformları savunmuş bir siyasetçi. AB fikrine inanan, özellikle güvenlik ve ekonomik açıdan güvensizliğin arttığı bir dünyada “ilkelere dayalı dünya düzeni” fikrini savunan ve bunu da ancak partnerlerle gerçekleştirebileceğine inanan bir lider. Bu durumu Scholz’un bizzat kendisi şöyle anlatıyor: “Uluslararası çevrede siyaset, John Wayne metoduna göre yapılamaz. Burada ‘High Noon’ (Kahraman Şerif) yoktur. Eğer başarılı olmak isteniyorsa bu siyasetin parçasının pazarlık, uzlaşı ve azim olduğu anlaşılmalıdır.”

Scholz’u hem güçlü hem de aynı zamanda zayıf kılan profilini onun ağzından dinleyelim: “(Siyasetçi) kendisini ülkenin ve vatandaşların bir hizmetçisi olarak görmeli. Gereken alçakgönüllülüğe sahip olmalı. En yüksek siyasi merciinin, şansölye olmanın gereği de budur. Bu alçakgönüllülük benim siyasi hayatımı mümkün kılmıştır.”

 

Dipnot

[1] Hansa Birliği, Orta Çağ Avrupa’sında Kuzey Avrupa’da Baltık ve Kuzey Denizi çevresindeki ticaret şehirleri arasındaki ekonomik birliktir. Bugün de Almanya’nın Lübeck, Hamburg, Bremen gibi şehirlerinden gelenler “Hanseat” olarak isimlendirilirler.

Perspektif’le Avrupa gündemini günlük takip etmek ister misiniz? Perspektif bültenine kaydolun, Avrupa'daki gelişmeler e-posta kutunuza gelsin.

 

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler