Almanya’da Hükûmet Krizinin Nedenleri ve Olası Sonuçları
Almanya’da koalisyon hükûmetinin çöküşüyle açığa çıkan siyasi kriz, Şubat 2025’te düzenlenecek erken seçimlere kadar sürecek gibi görünüyor. Seçimlere giden yolda muhtemel koalisyon modellerini ve Alman ekonomisinin içindeki darboğazı görmek önem arz ediyor.
Federal Almanya Şansölyesi Olaf Scholz (SPD) 9 Kasım’da Maliye Bakanı Christian Lindner’i (FDP) görevden alarak, Sosyal Demokratlar, Yeşiller ve Liberallerden oluşan “trafik lambası hükûmetini” (Ampelkoalition) sonlandırdı. Scholz aralık ayının ortasında Federal Mecliste (Bundestag) güven oylamasına gidecek. Ancak beklediği gibi güvenoyu alamayarak parlamentoyu feshedip seçim kararı alması için Cumhurbaşkanı’na başvuracak. Seçimler 23 Şubat 2025 tarihinde gerçekleştirilecek.
Hükûmet Krizinin Arka Planında Ne Var?
Almanya’da üç yıl önce kurulmuş olan trafik lambası hükûmetinin hangi konularda tıkandığı sorusunun yanıtı öncelikle koalisyonun iç yapısında yatıyor. Hatırlamakta fayda var: Programında “sosyal ilerleme koalisyonu” olarak anılan bu federal hükûmet; farklı gelenekten gelen, ayrı tabana dayanan ve değişik dünya görüşüne sahip üç partiden; sosyal demokrat SPD, ekolojik sol ve liberteryen Birlik90/Yeşiller ve liberal parti FDP’den oluşuyordu.
Koalisyonun hedefinde sosyal hakların genişletilmesi, bunun beraberinde getireceği yukarıdan aşağıya doğru bir yeniden bölüşüm, dar gelirli kesimlere kaynak transferi, dijitalleşmenin hızlandırılması ve ekonominin karbonsuzlaştırılması olan hükûmetin bunun Merkel’in savunageldiği sıkı bütçe ve tasarruf politikasıyla gerçekleştirmesi imkânsızdı. Ancak buradaki temel sorun Maliye Bakanı Linder’in (FDP) sıkı mali disiplinden yana ve borçlanma karşıtı olmasıydı. İleride bu konuda anlaşmazlıkların yaşanacağı bekleniyordu. Ancak hesapta olmayan bir gelişme, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı, tüm hesapları alt üst etti.
Almanya ekonomisi Kovid-19 pandemisinin yol açtığı hasarları henüz atlatmamışken bir de Ukrayna Savaşı sonrası enerji darboğazıyla karşılaştı. Rusya’dan doğalgaz alımının durdurulması enerji fiyatlarında artışa neden oldu ve enflasyonu tetikledi. Buna iklim değişikliği ile mücadelenin getirdiği maliyetler ve enflasyonla mücadele amacıyla faizlerin artırılması da eklenince ekonomik durgunluk bir türlü aşılamadı. Enerji fiyatlarının artışı ihracat odaklı Alman sanayisinin mukayeseli avantajının ve küresel piyasalardaki rekabet gücünün zayıflamasına yol açtı. Bu durum Şansölye Olaf Scholz (SPD), Ekonomi Bakanı Robert Habeck (Yeşiller) ve Christian Lindner (FDP) arasındaki siyasi anlaşmazlık ve gerilimleri keskinleştirdi.
Ekonomik durgunlukla mücadele konusunda liberal Maliye Bakanı Lindner ile koalisyonun diğer ortakları SPD ve Yeşillerin farklı yaklaşımlara sahip olduğu biliniyordu. Buna son dönemde bir de bütçe açığının nasıl kapatılacağı meselesi eklendi. Şansölye Scholz bütçe açığının borçlanma ile kapatılmasını savunurken, Lindner sosyal kısıtlamaya gidilmesi, yatırım projelerinin rafa kaldırılması yönünde bir tavır sergiledi. Bir başka anlaşmazlık konusu ise ekonomik durgunluğa karşı ne tür önlemlerin alınacağı idi. Lindner bürokrasinin azaltılmasını, etkinleştirilerek verimli hâle getirilmesini, şirketlerin vergi oranlarının düşürülmesini ve “istihdamı teşvik etmeyen” sosyal transfer ödemelerinin kısıtlanmasını talep ediyordu. Şansölye Scholz ve Ekonomi Bakanı Habeck ise borçlanma ve yeni sübvansiyonlardan yanaydılar.
Hükûmetin tıkanmasının bir başka nedeni de koalisyon partilerinin basında kıyasıya eleştirilmeleri ve –bundan da dolayı- anketlerde oylarının düşmüş olması. Bu özellikle FDP için ciddi bir huzursuzluk kaynağıydı. Zira FDP’ye olan seçmen desteği anketlerde yüzde 5 barajının altında ölçülüyordu. Lindner’in yakın çevresine koalisyon hükûmetinde kalmaları durumunda Eylül 2025’teki seçimlerde başarılı olamayacaklarını söylediği basına yansıdı. FDP Genel Başkanı Lindner, hükûmetten ayrılmayı kafasına koymuş olsa da bunun sorumluluğunu Şansölye Scholz’un üzerine yıkabileceği bir formülün arayışındaydı.
Bundan sonraki gelişmeler ise basında ve televizyon haber ve programlarında etraflıca anlatıldı, dolayısıyla bunları şu an tekrarlamayacağız.[1] Seçimler ne getirir sorusuna geçmeden önce Almanya ekonomisine göz atmakta fayda var.
Almanya’da Ekonomi Kritik Bir Eşikte
“Almanya ekonomisi çöküyor mu?” sorusu bir hayli medyatik ve tipik olarak da sansasyonel, dolayısıyla burada üzerinde durmayacağız. Ancak ekonominin ciddi sınamalarla karşı karşıya olduğu ve kritik bir eşikten geçmekte olduğu da yadsınamaz bir gerçek.
En ciddi sınama Almanya ekonomisinin son yıllarda içine düştüğü durgunluktan çıkamamış olması. Kovid-19 pandemisinin yol açtığı hasarlar henüz atlatılamamışken, Alman sanayii Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşla birlikte ciddi bir enerji kriziyle karşılaştı. Rusya’dan doğal gaz alımının durdurulmasının tetiklediği enerji fiyatları enflasyona neden oldu ve iklim değişikliği ile mücadelenin ve dijitalleşme projesinin maliyetlerini yükseltti. Artan enerji fiyatları Alman sanayiinin mukayeseli avantaj ve rekabet gücünde önemli bir kayba yol açtı.
2022 yılında yüzde 8’leri geçen enflasyon oranı şu an dizginlenmiş durumda; Ekim 2024’te yıllık enflasyon oranı yüzde 2 olarak saptandı. Ancak enflasyonun düşürülmesinin bedeli ise ekonomik yavaşlama oldu. Almanya’da GSYH 2024 yılı üçüncü çeyreğinde sadece yüzde 0,2 oranında büyüdü. İkinci çeyrekte ise yüzde 0,3 oranında küçülmüştü. Ekonomik durgunluk birkaç yıldır devam ediyor.
Bundan başka başta otomotiv sanayii olmak üzere ihracat sektörü de ciddi sınamalarla karşı karşıya. Otomotiv sanayii teknolojik gelişmelere ayak uydurmakta zorlanıyor ve e-mobilite alanında Çin’in gerisine düşmüş durumda. Trump’ın seçim kampanyasında sıkça dillendirdiği gibi Avrupa menşeli mallara yüksek gümrük tarifesi uygulaması, Almanya ekonomisinin içinde bulunduğu krizi daha da derinleştirilebilir. Her hâlükârda Alman ihracat sektörünün dünya piyasalarındaki payın kısa ve muhtemelen orta vadede göreceli olarak gerileyeceği tahmin edilebilir.
Seçimlere gidilecek olmasının ve 2025 yılı bütçesinin meclisten geçmemiş olmasının yarattığı belirsizlik, söz konusu ekonomik durgunluğu uzatacaktır. Örneğin, özellikle dar gelirli haneleri etkileyecek olan; çocuk parası (Kindergeld) artışı, tüm Almanya’da geçerli olan aylık toplu taşıma kartının (Deutschlandticket) devam edip etmeyeceği ve fiyatının ne olacağı gibi konularla ilgili mecliste karar alınamaması özel tüketim harcamalarını olumsuz yönde etkileyecektir. 2025 yılı bütçesinde kısıtlamaya gitme zorunluluğunun ise hem yatırımları hem de iç talebi daraltıcı etkileri ilerleyen aylarda görülecek. Yeni hükûmetin kurulması muhtemelen –iyimser bir tahminle- Mayıs 2025’e sarkacak.
Şansölye Scholz İpi Göğüsleyebilir mi?
Kuşkusuz Şansölye Scholz seçimlerin favorisi değil. Başbakanlık için en güçlü aday, anketlerin de işaret ettiği CDU lideri ve uzun yıllar iş dünyasında görev yapmış muhafazakâr hukukçu Friedrich Merz. Merz, anketlerde yüzde 32 ile diğer başbakan adayı Habeck (yüzde 20) ve Şansölye Scholz’dan (yüzde 16) açık ara önde. Aynı şekilde partisi CDU ve Bavyera eyaletindeki kardeş parti CSU’nun anketlerdeki desteği de yüzde 33’te. Buna karşılık AfD yüzde 17 ile ikinci, SPD yüzde 16 üçüncü, Yeşiller ise yüzde 11 ile dördüncü sırada. FDP ise yüzde 4 ile altıncı sırada ve bu oy oranıyla meclis dışında kalıyor.
Ancak seçimlere 3 aylık bir süre var ve bu süre içinde dengeler değişebilir. Dolayısıyla Scholz kesin kaybeder demek birçok nedenden dolayı gerçekçi değil. Üç neden üzerinde duralım:
Birincisi: Kamuoyunda koalisyon ortakları arasındaki uyumsuzluk tartışılıyordu ve bu da Scholz’un imajına olumsuz yansıyordu. Zaman ilerledikçe Merz’e de daha eleştirel bir gözle bakılacak, zayıf yönleri de öne çıkarılacak. SPD’nin başbakan adayı olarak Savunma Bakanı Boris Pistorius’un da adı geçiyordu. Pistorius’un yapmış olduğu açıklamayla başbakanlık için aday olmayacağını söyleyerek bu tartışmayı sonlandırmış olması Scholz’un anketlerde aldığı onay oranlarına da olumlu yansıyacaktır.
İkincisi: Seçim sürecinde Merz ve partisi muhtemelen rüzgârı sadece arkalarında değil yüzlerinde de hissedecekler. Örneğin Almanya’nın çok okunan siyasi magazini Stern geçtiğimiz hafta okurlarının karşısına Merz’in tam sayfa kapak resmi ve altında “Gerçekten daha iyisini yapabilir mi?” sorusuyla çıktı. Merz’in muhtemelen FDP ile hükûmet kuracak olması da seçmenlerce olumsuz karşılanabilir ve oy kaybına yol açabilir.
Üçüncüsü: Şansölye Scholz, Merz’e kıyasla daha deneyimli bir siyasetçi. İki kez eyalet parlamentosu ve bir kez de federal genel seçimi kazanmış bir lider. Merz’in ise ne seçim başarısı ne de bu kadar tecrübesi var. Dolayısıyla seçim sürecinde hata yapma olasılığı daha fazla.
Özetleyecek olursak; Scholz yaklaşan erken genel seçimlerin favorisi olmamakla birlikte ipi göğüsleme şansı olan bir başbakan adayı.
Seçim Sonuçları Almanya’daki Türk Diasporasını Nasıl Etkiler?
Kamuoyunda seçimlerden sol-popülist ve Putin yanlısı olarak tanımlanan Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) ve sağ popülist milliyetçi Almanya İçin Alternatif Partisinin (AfD) kârlı çıkabileceği kaygısı hâkim. Bu Almanya’da Türkler açısından kuşkusuz arzu edilmeyecek bir gelişme olur. Özellikle AfD’nin seçimlerden güçlenerek çıkması Almanya’daki Türkiyelileri olumsuz yönde etkileyecektir; çünkü bu radikal-milliyetçi ve bünyesinde ırkçı ve aşırı sağcıları bulunduran parti kültürel, dinî ve milliyetçi saiklerden ötürü Türkiye’ye ve Almanya’daki Türklere olumlu bakmıyor. Şu an için ufukta SPD ve Hristiyan Birlik partilerinden oluşan bir büyük koalisyon görülüyor ki bu Türkler için en olumlu sonuç olabilir.
Yazımızı bir çağrıyla sonlandıralım: Oy hakkına sahip Türkiyelilerin mutlaka seçimlere katılması ve tercihini demokratik partilerden yana kullanması yerinde olacaktır. Türkiyelilerden oy devşirmek için çaba harcayacağını tahmin ettiğimiz AfD gibi ırkçı bir partiye teveccüh gösterilmesi yapılacak en büyük yanlış olur.
Notlar
[1] Örnek olarak bkz. Robert Pausch, »Das liberale Drehbuch für den Regierungssturz«, Die Zeit, 15.11.224 içinde; »Wer hat Schuld am Ampel-Aus?«, ARD, 16.11.2024.