Maccabi Olayları Sonrası Hollanda’da Müslümanlar Üzerindeki Baskı Artıyor
Amsterdam'da Ajax ve Maccabi Tel Aviv takımları arasındaki maçtan sonra çıkan olaylar, Hollanda’da göçmenlere ve Müslümanlara yönelik ayrımcılık tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Aşırı sağcı hükûmetin politikaları, Müslümanlara yönelik baskıları artırırken, özgürlükler ülkesi Hollanda karanlık bir döneme mi giriyor?
Hollanda’da geçtiğimiz mayıs ayında kurulan aşırı sağcı koalisyonun iktidara gelmesiyle birlikte, Hollanda kamuoyunda göç ve İslam konuları giderek daha fazla tartışılıyor. Son olarak, Amsterdam’da Ajax ile Maccabi Tel Aviv arasında oynanan futbol maçı sonrasında çıkan olaylar, ülkedeki göçmenlerin entegrasyonu, ırkçılık ve İslamofobi konularını yeniden alevlendirdi. Bu olayların ardından siyasilerden gelen İslam karşıtı ve ırkçı açıklamalar, Hollanda’da yaşayan Müslümanlar üzerindeki baskının artmasına yol açıyor.
Ajax – Maccabi Tel Aviv Maçı ve Amsterdam’da Şiddet Olayları
UEFA Avrupa Ligi kapsamında 7 Kasım 2024’te Amsterdam’da oynanan Ajax – Maccabi Tel Aviv futbol karşılaşması ciddi şiddet olaylarına sahne oldu. Maç için İsrail’den Amsterdam’a gelen yaklaşık 2000 kişilik Maccabi Tel Aviv taraftar grubunun bazı taşkınlıklarıyla başlayan olaylar çoğunluğunu Fas kökenli gençlerin oluşturduğu bir grubun karşılık vermesiyle hızla şiddete dönüştü. Olayların başlangıcında, aralarında İsrail ordusunda aktif görev yapan askerlerin de bulunduğu Maccabi taraftarlarının, Amsterdam sokaklarında ırkçı ve provokatif sloganlarla gerçekleştirdiği yürüyüş dikkat çekti. Sosyal medyada büyük tepki toplayan bu sloganlar arasında “Araplar’a ölüm” ve “Gazze’de okul yok çünkü hiç çocuk kalmadı” gibi ifadeler yer alıyordu.
Buna ek olarak, maçtan hemen önce İspanya’daki sel felaketinde hayatını kaybedenler için yapılan 1 dakikalık saygı duruşu sırasında Maccabi taraftarlarının bilinçli şekilde sessizliği bozduğu görüntüler de sosyal medyada yayıldı. Bu taşkınlıkları maç sonrası başörtülü kadınlara yönelik sözlü tacizler, taksicilere saldırılar ve evlerdeki Filistin sembollerinin sökülmesi gibi olaylar izledi. Çoğunluğunu Fas kökenli gençlerin oluşturduğu bir grubun yaşananlara tepki göstermesi ve Maccabi taraftarlarına şiddetle karşılık vermesiyle devam eden olaylar, her iki taraftan da onlarca kişinin yaralanması ve tutuklanmasıyla sonuçlandı.
Maccabi Olayları Sonrası Siyasilerden Tek Taraflı Açıklamalar
Maccabi taraftarlarının İsrail hükûmeti tarafından gönderilen uçakla ülkelerine dönmesi, Amsterdam’daki olayların sona ermesini sağlasa da bu şiddet olaylarının yankıları Hollanda iç siyasetinde geniş bir tartışma alanı buluyor. İslam, göç ve ırkçılık eksenindeki bu tartışmalar, dört partili koalisyonun teknokrat başbakanı Dick Schoof, koalisyon liderleri ve birçok bakanın olayların ardından yaptıkları açıklamalarla daha da alevlendi. Olayların yaşandığı gece yapılan bu açıklamalarda, yaşananlar antisemitik bir motivasyonla Yahudilere yönelik şiddet, hatta bir “pogrom” olarak nitelendirilerek, sorumlu olanların yargı önüne çıkarılması çağrıları yapılmıştı.
Bununla birlikte, olayların çıkışında Maccabi taraftarlarının rolüne dikkat çeken karşıt açıklamalar da gelmeye devam ediyor. Amsterdam İl Meclis Üyesi Jazie Veldhuyzen, olayların ertesi günü Al Jazeera’ye verdiği röportajda, yaşanan kargaşanın Maccabi taraftarlarının Amsterdam’daki Filistin bayrağı asılı evlere saldırmalarıyla başladığını belirtiyordu. İşçi Partili Amsterdam Belediye Başkanı Femke Halsema ise olay günü yaşananları “pogrom” olarak tanımlamıştı. Ancak birkaç hafta sonra bu ifadeyi kullandığı için pişman olduğunu belirten Halsema, “pogrom” kelimesinin propaganda amacıyla kullanıldığını ve Maccabi taraftarlarının geçmişteki ırkçı eylemlerini yeterince değerlendiremediğini itiraf etti. Olayların ardından mecliste sert açıklamalar yapan göçmen yanlısı DENK Partisinin lideri Stephan van Baarle ise Hollanda’nın desteğiyle Gazze’de işlenen soykırıma dahil olmuş bir taraftar grubunun Amsterdam’a gelerek şehri terörize ettiğini savundu.
Amsterdam’daki Şiddet Olaylarının Ardından Yükselen Irkçı Söylemler
Amsterdam’da yaşanan şiddet olaylarının etkileri, yalnızca yapılan kınama mesajlarıyla sınırlı kalmadı. Olayların ardından, hükümetteki koalisyon partilerinden gelen göçmen ve Müslüman karşıtı söylemler, Hollanda kamuoyunda tartışmaların odağı olmaya devam ediyor. Başbakan Dick Schoof, olayların ardından Hollanda’da ciddi bir entegrasyon krizi yaşandığını iddia etmişti. Bu açıklama, koalisyon ortaklarının giderek daha ırkçı nitelikteki yorumlarıyla farklı bir boyuta taşındı.
Koalisyonun en büyük ortağı ve son seçimin galibi olan aşırı sağcı, İslam ve göç karşıtı Özgürlük Partisinin (PVV) lideri Geert Wilders, Yahudi karşıtlığının yoğun göç ve ülkenin “İslamizasyonunun” bir sonucu olduğunu öne sürdü. Wilders, olayların sorumlusu olarak Faslıları göstererek, bu kişilerin pasaportlarının iptal edilip sınır dışı edilmeleri gerektiğini savundu. Benzer şekilde, Wilders’in partisinden kabinede yer alan ve daha önce Nazi söylemlerini kullanmasıyla gündeme gelen İltica ve Göç Bakanı Marjolein Faber’in, kabine toplantısında “antisemitizmin Faslıların genlerinde olduğunu” iddia ettiği haberleri, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı.
Irkçılık içeren bu tür açıklamalar yalnızca PVV ile sınırlı kalmadı. Koalisyonun diğer ortağı Çiftçi-Vatandaş Hareketi (BBB) lideri Caroline van der Plas, Eritreliler, Suriyeliler ve Yemenlilerin “Yahudi nefretini ruhlarında taşıdıklarını” iddia etti. Özgürlük ve Demokrasi Partisi (VVD) üyesi ve Entegrasyon ile Katılımdan Sorumlu Devlet Sekreteri Jurgen Nobel ise Müslüman gençlerin büyük bir çoğunluğunun entegrasyon problemi yaşadığını ve Hollanda değerlerini benimsemediklerini öne sürdü.
İstifalar ve Koalisyonun Kırılganlığı: Hükümetteki Kriz Derinleşiyor
Maccabi olaylarıyla başlayan süreç, Hollanda siyasetini bir bütün olarak ırkçı söylemler ve açıklamalar dalgasına sürükleyerek istifaları ve bir hükûmet krizini de beraberinde getirdi. Koalisyonun merkezde konumlanan, göç ve İslam gibi konularda diğer koalisyon partilerine göre daha ılımlı politikalara sahip Yeni Toplum Sözleşmesi Partisinin (NSC) sosyal yardımlarından sorumlu Devlet Sekreteri Fas kökenli Nora Achahbar, yapılan ırkçı açıklamaları protesto ederek görevinden istifa etti.
Bu istifa sonrasında oluşan siyasi ortamda kabinedeki diğer 4 NSC’li bakanın da istifanın eşiğinde olduğu iddialarıyla koalisyon partileri olağanüstü bir toplantıya çağrıldı. Koalisyonun dağılacağına dair beklentiler yükselirken, saatler süren toplantının ardından Başbakan Dick Schoof kameraların karşısına geçerek, koalisyonun devam edeceğini ve kabinede bir ırkçılık sorunu bulunmadığını öne sürdü. Bu açıklamayla Hollanda’da hükûmet krizi geçici olarak atlatılmış olsa da, Başbakan’ın açıklamasını ve alınan kararları tatmin edici bulmayan NSC’li iki milletvekilinin istifa etmesi mevcut koalisyonun kırılganlığını gözler önüne seriyor.
Irkçılığı Yasallaştırmak: Hollanda’da Müslümanlar Üzerindeki Baskı Artıyor
5 ay önce kurulan 4 partili aşırı sağcı hükûmet, Hollanda’yı ırkçılığın, göçmen karşıtlığının ve İslamofobi’nin normalleştiği bir siyasi ortama sürüklüyor. Olabilecek en sert göç politikalarını uygulayacakları vaadiyle kurulan koalisyon, henüz tek bir politikasını yasalaştıramamış olsa da ırkçı ve İslamofobik söylemler ile göçmenlerin haklarını sınırlandıran yasa tasarıları, ülkede yaşayan göçmenler ve Müslümanlar üzerindeki baskıyı artırıyor. Geçtiğimiz eylül ayında ülkede bir mülteci krizi olduğunu öne sürerek olağanüstü hukuk kurallarının uygulanmasını talep eden koalisyon, hem Hollanda’da yaşayan göçmenlerin haklarını kısıtlayan hem de yeni iltica taleplerinin kabul şartlarını sıkılaştıran bir göç yasa tasarısı sunmuş, ancak tasarı Hollanda Senatosu tarafından reddedilmişti.
Bu yasayı meclisten geçiremeyen koalisyon partileri, Maccabi olaylarını fırsat bilerek yeni yasa tasarıları ortaya koydu. İlk olarak, PVV, VVD ve BBB partileri, antisemitizm suçundan hüküm giyen çifte vatandaşlık sahibi Hollandalıların vatandaşlıklarının iptal edilmesini öngören bir yasa tasarısı sundu. Buna ek olarak, VVD camilerin kontrol altına alınmasını, hafta sonları verilen dinî eğitimin ve Kur’an kurslarının denetlenmesini içeren planlarını duyurdu. Son olarak, PVV ve BBB’nin ortak olarak sunduğu, “İsrail’e düşmanlığı yayan” Selefi camilerin kapatılması ve Filistin’e destek veren derneklerin terör listesine alınmasını öngören yasa tasarısı meclisten geçti. Tasarı, göçmenlerin Hollanda vatandaşı olsalar bile ayrımcılığa maruz kalabilecekleri, camilerin kapatılmasının ve Filistin’e verilen desteğe yönelik baskıların artabileceği, ayrıca Hollanda’da yaşayan Müslümanlar üzerinde ek bir baskı oluşturabileceği kaygılarıyla yoğun eleştirilere maruz kalıyor.
“Antisemitizm ve Batı Nefreti İyi Entegre Olmuş Müslümanlarda da Var”
Hollanda siyasetinde meydana gelen bu gelişmeler ülkede yaşayan Müslümanların kendilerini daha fazla baskı altında ve güvensiz hissetmelerine yol açıyor. Son olarak VVD lideri Dilan Yeşilgöz’ün de konuk olduğu bir ulusal televizyon programında, De Telegraaf gazetesi yazarı Wierd Duk tarafından yapılan açıklamalar, Hollanda’daki Müslümanlara yönelik ayrımcılık ve önyargıları bir adım daha ileriye taşıdı. Başbakan Dick Schoof’un entegrasyon problemi açıklamasına atıfta bulunan Duk, antisemitizm ve Batı nefretinin, iyi entegre olmuş, yüksek eğitimli, üniversitelerde ve gazetelerde üst düzey pozisyonlarda bulunan Müslümanlar arasında da yaygın olduğunu iddia etti. Duk, Leiden Üniversitesi profesörü Nadia Bouras ile Trouw gazetesi yazarı Emine Uğur’un bahsettiği duruma örnek teşkil eden kişiler olduklarını belirtti.
Önemli bir siyasi figürün yer aldığı, ulusal kanalda yayınlanan bir programda, Müslüman akademisyen ve gazetecilerin isim verilerek hedef gösterilmesi Hollanda’daki göç ve entegrasyon tartışmalarını tehlikeli bir noktaya taşıyor. Göçmen karşıtı söylemin Müslümanlar arasındaki sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı grupları hedef almaktan, Müslümanları bir bütün olarak iç düşman olarak gösteren bir niteliğe bürünmesi Hollanda Müslümanları için oldukça ciddi ve kaygı verici bir gelişme.
Özgürlükler Ülkesi
Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı (FRA) tarafından yakın zamanda gerçekleştirilen bir araştırma, Hollanda’da yaşayan her iki Müslümandan birinin geçtiğimiz yıl ayrımcılığa ve önyargıya maruz kaldığını ortaya koyuyor. Tolerans ve özgürlükler ülkesi olarak bilinen Hollanda, bugünlerde ırkçılık suçundan hüküm giymiş Geert Wilders gibi bir siyasetçinin seçim kazandığı, Nazi söylemleri kullananların bakanlık yapabildiği, akademisyen ve gazetecilerin ulusal kanallarda hedef alındığı, İslamofobinin ve yabancı düşmanlığının normalleştirildiği bir siyasi atmosfere sahip. Aşırı sağcı hükûmetin kurulmasıyla başlayan süreçte yaşanan gelişmeler ve siyasi arenada göçmen ve Müslümanları hedef alan sert söylemler, bağımsız bilimsel araştırmaların da gösterdiği üzere, ülkede yaşayan Müslümanlar üzerindeki baskıyı giderek artırıyor.