Thüringen ve Saksonya’nın Ardından Almanya Siyasi Çalkantının Eşiğinde mi?
Almanya’da Thüringen ve Saksonya Eyaletinde düzenlenen seçimlerin sonuçları ülkenin üzerine karabasan gibi çöktü. Peki seçim sonuçlarının ülke siyasetine olan etkisini nasıl değerlendirmeli?
Almanya’nın doğusunda yer alan Thüringen ve Saksonya eyaletlerinde 1 Eylül’de eyalet seçimleri düzenlendi. Seçimlerin sonuçları, haftalardır anketlerin çizdiği karamsar havayı destekler nitelikteydi: Aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi (AfD) Thüringen’de -henüz resmî olmayan sonuçlara göre- yüzde 32,8 oy olarak oylarını önceki seçimlere göre yüzde 9,4 oranında arttırdı. Bu yönüyle Thüringen’de sandıkların kazananı aşırı sağ ideoloji oldu.
İkinci parti olan CDU ise yüzde 23,6 ile oylarını yalnızca 1,9 oranında arttırabildi ve AfD’nin yaklaşık 10 puan gerisinde kaldı. Federal hükûmetin “trafik lambası” koalisyonunda yer alan SPD ve Yeşiller seçimlerde puan kaybederken, federal koalisyon ortağı FDP Thüringen Eyalet Meclisine giremedi.
Sol Popülist BSW’nin Başarısı
Saksonya’da ise durum az da olsa farklıydı: Orada Hristiyan Demokrat CDU yüzde 31,9 oranında oy alırken, AfD oylarını yüzde 3 arttırıp yüzde 30,6’lık oy oranıyla ikinci parti oldu. Federal hükûmetteki Yeşiller burada barajı ufak bir farkla geçebilirken Sol Parti barajı aşamadı.
Thüringen’de seçimin ana kaybedeni, yüzde 18’lik seçmen kaybıyla Sol Parti olurken, ilk kez seçime giren Sahra Wagenknecht’in “Sahra Wagenknecht İttifakı-Anlayış ve Adalet İçin” (BSW) isimli sol popülist partisi yüzde 15,8’lik bir “zafere” kavuştu denilebilir. Bu yönüyle BSW, eski Sol Parti seçmenlerinden büyük oranda destek gördü. Eyalette CDU-SPD-BSW koalisyonu muhtemel koalisyonların en fazla sandalyeye sahip olacak alternatif gibi görünüyor.
Eski komünist, yeni sol popülist Wagenknecht’in Ukrayna’ya silah sevkiyatını durdurmak ve daha kısıtlayıcı bir göç politikası yürürlüğe sokmak yönündeki parti programı, her iki eyalette de artık kilit noktada. Zira Saksonya’da da Thüringen’de de BSW’siz bir koalisyon muhtemel gözükmüyor.
AfD Thüringen’de Blokaj Azınlığına Sahip Olacak
AfD’nin seçimlerden mutlak çoğunluğu elde edememesi ve AfD ile hiçbir partinin koalisyon kurmayacağını açıklaması, gönüllere su serpen bir durum değil. Zira AfD Thüringen’de oyların üçte birinden fazlasını, Saksonya’da ise üçte birini almış durumda. Bu yazı yazıldığı anlarda AfD’nin üçte bir oy oranı henüz netlik kazanmış olmasa da, bu oran büyük bir tehlikeye kapı aralıyor: Blokaj azınlığı!
Blokaj azınlığı, AfD’nin parlamentoda üçte ikilik çoğunlukla alınması gereken kararları bloke edebilmesi demek. Örneğin seçimlerin yeniden düzenlenmesi ve hâkimlerin ataması üzerinden yargıya etki edilmesi gibi alanlarda AfD, Thüringen eyaletinde blokaj azınlığına sahip olabilir.
Bir blokaj azınlığına sahip olması, AfD’nin Thüringen eyaletinde kurulacak hükûmetin planlarını baltalamasına ya da mevcut yasal düzenlemelere destek vermek için kendi şartlarını öne sürmesine yol açabilir. Böylece AfD iktidarda olmasa da parlamentodaki sandalye sayısı ve blokaj azınlığı oluşturması nedeniyle fikirleriyle eyaletin iktidarında dolaylı yoldan söz sahibi olacak.
Yine Thüringen’de yeni hâkimlerin atanmasında AfD’nin blokaj azınlığına sahip olması, eyaletteki yargının ideolojik dizaynında aşırı sağcıların etkili olmasına yol açabilir. “Çoğunluğun kararlarını engelleyebilecek kadar güçlü bir azınlık grubu” olarak tanımlanan “blokaj azınlığı” oluşturması AfD’nin seçimlerdeki ikinci önemli başarısı.
Siyasi Çalkantının Eşiği
Aşırı sağcı AfD’nin en büyük başarısı ise, mevcut durumda federal hükûmette yer alan üç parti (SPD, FDP, Yeşiller) başta olmak üzere yerleşik partileri büyük bir sarsıntıyla karşı karşıya bırakmış olması.
Thüringen’deki seçmenlerin yüzde 50’si, Saksonya’daki seçmenlerin ise yüzde 40’ından fazlası, yerleşik partilerden yüz çevirmiş durumda. Kendisini yüzüstü bırakılmış hisseden Doğu Almanya seçmeni, bu yönüyle Alman siyasetine aşırı sağı bir “alternatif” olarak gördüğü mesajını güçlü bir şekilde verdi.
Thüringen’deki AfD’nin şefi olan Björn Höcke, kamuya yansıyan ve yargılanmasına yol açan Neonazi söylemlerine ve partisi bu eyalette Anayasayı Koruma Dairesi tarafından doğrudan “aşırı sağcı” olarak görülmesine rağmen, Doğu Almanya seçmeninde yüksek oranda bir karşılık buldu. Ve nihayetinde Almanya’da İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez bir aşırı sağcı parti ülkede seçimleri kazandı.
Özetle ülkenin federal hükûmetini yöneten partiler, ülkenin iki eyaletinde parlamentoda artık bir ağırlığa sahip değiller. 2025 yılında yapılacak federal seçimler öncesinde ortaya çıkan bu sonuç, ülkenin siyasi bir çalkantının eşiğinde olması anlamına geliyor. Trafik lambası koalisyonu 2025 seçimlerini görebilecek mi? Görse bile bu, Alman siyaset tarihinde merkez solun en büyük hezimeti olarak mı kayıtlara geçecek? Doğu Almanya’daki seçimler, bu soruları Almanya’nın kucağına bırakmış durumda.
Faşizan Siyasetin Kamburu
Doğu Almanya seçmeni, ayrıca hükûmetin Ukrayna’ya yaptığı askerî ve ekonomik yardımlar ile Rusya’ya yönelik ambargolara karşı da -aşırı sağcı AfD ve sol popülist BSW’yi destekleyerek- açık bir mesaj göndermiş oldu. Doğu Almanya’daki eyaletlerin “Putin’in beşinci ordusu” gibi görülmesine kadar yol açan bu mesaj, elbette Batı’daki hâkim siyasi atmosferle uyumlu değil.
Bu durumda siyaseten kutuplaşmış, parçalanmış bir Doğu-Batı Almanya ile karşı karşıyayız. Bu uçurumu kapatmak için merkez partiler aşırı sağın kapanına düşerse, 2025 sonrası Almanya’da siyasi atmosferin hepimiz için çok daha zor geçeceği kesin. Merkez partiler, sağa karşı demokratik ittifakı güçlendirmek amacıyla örnek eyalet hükûmetleri kurup (ve bunları badiresiz ayakta tutmayı başarıp) seçmenin mesajını sadece kısıtlayıcı göç politikasına indirgemekten vazgeçmeli.
Ayrıca mevcut hezimetlerini ülkede ürkek adımlarla inşa edilmeye çalışılan çeşitliliğe fatura etmeden, çoğulculuğu Almanya’nın doğu eyaletlerinde de cazip kılabilecek bir söylem ve bu söylemi destekleyen politikalarla kucaklayıcı bir siyaset inşa edebilirlerse, Saksonya ve Thüringen’deki felaketin tüm ülkeyi sarmasından kıl payı dönebiliriz. Aksi durumda, ülkenin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra binbir emekle yürüttüğü “Nazisizleşme” süreci tersine dönecek ve faşizmin ayak seslerini Federal Meclis’in kürsüsünde belki daha yüksek sesle duymaya başlayacağız.
Nefret ve faşizme dayanan bir siyasetin kamburunu ise sadece azınlıklar değil, tüm Almanya taşıyor olacak.