'Dosya: "Pegida Hareketi"'

“Özgüvensiz Postnasyonel Düzen Geçmişe Öykünüyor”

Kültür bilimci ve etnolog Prof. Dr. Werner Schiffauer, Pegida’nın oluşumuna ve protestoya katılanların profillerine dair sorularımızı yanıtladı.

Pegida hareketi çok çabuk bir şekilde oluştu ve yine aynı hızda takipçi topladı. Bu durum göz önüne alındığında Pegida için önceden uygun bir zemin bulunduğunu söylemek mümkün mü?

Pegida için uygun zemin İslam düşmanlığıdır. Bertelsmann Vakfı’nın araştırmasına göre Almanların yüzde 57’si İslam’ı tehdit olarak algılıyor. Yüzde 40’lık bir kesim kendini “kendi yurdunda yabancı” olarak görürken, Almanların yüzde 24’ü Müslümanların Almanya’ya göç etmesinin yasaklanmasından yana. Bu durum da Müslümanların günah keçisi olarak ortaya atılmasına olanak sağlıyor; tıpkı yirminci yüzyılın sonlarında ekonomik krizden Yahudilerin sorumlu tutulmuş olması gibi.

Diğer şehirlerde de birçok kolu oluşturulan Pegida hareketi ne derece üniter, homojen bir hareket olarak tanımlanabilir? Bu hareketin taleplerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Pegida’ya katılanlarla yapılan röportajları dinlediğimizde oldukça heterojen noktaların olduğunu görüyoruz. Kızlarının peçe takmak zorunda bırakılacağı gibi hayali endişeler taşıyanların yanında yaşlılıkta bakıma muhtaç kalma endişesi, hükûmetin Ukrayna politikasına yönelik eleştiriler gibi farklı noktalar göze çarpıyor. Bütün bu noktalarda ortak olan tek husus protesto gösterisine katılanların anlaşılmadıklarını düşünmeleri. Bunun dışında bu hareket homojenlikten oldukça uzakta bulunuyor. Genelde ise İslam büyük düşman olarak işaret edilerek bir beraberlik telkininde bulunuluyor. Müşterek düşmana odaklanılarak sanki birlik ve beraberlik varmış gibi bir hava oluşturuluyor. Oysa bu birlik ve beraberlik, insanlar asıl problemlerini hatırladığı anda dağılıp gidecektir.

Sağcı popülist partilerin oy oranları dikkate alındığında şu hakikat ortaya çıkıyor: Avrupa sağa kayıyor. Bu partiler millî duyguların güçlendirilmesini ve Euro karşıtlığını teşvik ediyor. Böyle dışlayıcı bir ulusal bilincin Avrupa’daki Müslümanlar için ne gibi sonuçları olabilir?

Bu gelişme oldukça ciddiye alınmalıdır. Bu durumun altında yatan sebep, Avrupa’nın birleşme sürecinin gelişimiyle birlikte Müslümanların sürekli daha da ötekileştirilmesidir. Bence bu, birleşme sürecinin dinamiği ile alakalı bir durumdur.

Hatırlarsanız 2004 ve 2006’da Avrupa Birliği en azından ülke sayısı bazında neredeyse iki katı kadar genişledi. Aynı zamanda bir Avrupa Anayasası oluşturma hamleleri de başarısızlıkla sonuçlandı. Daha sonra Irak Savaşı’nda Bush yönetimi tarafından “Eski Avrupa”, “Yeni Avrupa”ya karşı kışkırtıldı. Hâlihazırdaki ekonomik kriz kuzey ile güney arasındaki çatlağı belirgin hâle getirdi. Kısacası, Avrupa’nın neyi savunduğunu artık kimse bilmiyor. Dikkat çekici husus, aynı zamanda İslam’ın Avrupa’nın ötekisi olarak keşfedilmesi ve “Yahudi-Hristiyan Batı” mirasının vurgulanmasıdır. Başka bir deyişle, Avrupa’nın neyi savunduğunun bilinmediği noktada “Müslüman öteki” üzerine yoğunlaşıldı; bu da ne olduğundan ziyade ne olmadığı noktası vurgulanarak bir tanımlamaya gidilmesine olanak sağladı. Bu kendisini başkası üzerinden tanımlama durumu yeni bir şey değildir, bunun bir geçmişi var. Önceden Almanya İmparatorluğu’nun kurulmasındaki iki büyük “öteki” figürü Fransa ve Yahudilerdi. O zaman da bu iç bünyedeki heterojenlik üzerinden ulusu temellendirme imkânı hasıl olmuştu ve kültür ve dil ulusu gibi eski fikirler benimsenememişti.

Medya raporlarına göre Pegida’nın ortaya çıkma gerekçesi ekonomik sorunlar. Sizce mültecileri ya da Müslümanları fayda sağladıkları sürece sorunsuz olarak gören neoliberal faydacılık ideolojisi burada ne derece etkin?

Ben probleme dair bu tanımlama hakkında çok emin değilim. Bana, Pegida’nın varlık sebebinin postnasyonel düzen olduğu fikri daha doğru geliyor. Homojen ulus devlete bir özlem duyuluyor. Ulus devletin 70’li yıllara kadar neleri kapsadığını bir gözden geçirelim: Para havzası, ekonomi alanı (Siemens ve AEG Alman firmaları idi), güvenlik, medya (ARD ve ZDF), eğitim, hukuk… Şimdi de bunları bugünkü durum ile karşılaştıralım: Avrupa Birliği, Euro, Schengen Bölgesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi… Kala kala sadece vergi alanı tamamıyla saf “Alman” olarak kaldı. Ayrıca bu alanlarda çeşitli çakışmalar da söz konusu: İsviçre Schengen Bölgesinde olmasına rağmen AB içerisinde değil, Büyük Britanya AB içerisinde ama Schengen Bölgesi’ne dâhil değil ve Euro kullanmıyor. Birbiriyle çakışan yapılar güven duygusunu sarsıyor ve “egemenlik”, “yurttaşlık” gibi kavramlar üzerinde yeniden düşünülmesini gerekli hâle getiriyor. Mevcut durumda karar verme yetkisi sadece kısıtlı durumlarda millî sınırlar içerisinde kalıyor. Belki de bunu en çarpıcı şekilde Yunanistan örneğinde görüyoruz. Bütün bunlar esaslı sorunların olduğuna işaret ediyor: Postnasyonel düzen henüz bir özgüvene sahip değil. Böyle süreçlerde hep yıkılmış olan düzene bir özlem hasıl olur. Kişi, kendisine çok güvenliymiş gibi gelen ulus devlete özlem duymaya başlar, ama özlem duyduğu bu düzenin hiçbir zaman şu anda hayal ettiği gibi olmadığının farkına varmaz.

Şurası açık ki, Pegida gibi geçmişe dönük hareketlerin gelecekleri yoktur. Ekonomi ve iletişim ağı artık geri döndürülemez. Ulus devlet bugün güvenli bir liman değildir; tam tersine ulus devlet uluslararası sermayenin dinamiklerine çaresiz bir şekilde teslim olmuş durumdadır.

İnsan düşmanı bir zihniyeti ortadan kaldırmak için toplumun “tamamına” bir konsept önerisinde bulunuyorsunuz. Uyum şimdiye kadar yalnızca tek taraflı olarak mı tartışıldı sizce?

Uyum aslında Almanya’ya göç edenlerin topluma uyum sağlamaları olarak tartışıldı. “Bunlar” uyum sağlamalılar. Bunun temelinde “biz-siz” ayrımı vardır. Eğer uyum tabiri kullanılmak isteniyorsa bu çerçevenin toplumun tamamı için düşünülmesi gerekir. Toplumlar entegre veya disentegre olurlar, yani çözülürler. Bu açıdan bakıldığında Pegida’nın tutumunu büyük ölçüde disentegratif olarak tanımlamak mümkündür. Irkçılığın her çeşidi gibi bunlar da baltayı toplumsal birlikteliğin köklerine vurmaktalar.

Bir “İdeal Komisyon”a ihtiyaç duyulduğunu söylüyorsunuz. Bu tabirle tam olarak neyi kastediyorsunuz?

Almanya kendisini göç ülkesi olarak tanımlamıştır. Ama bunun yanında şu ana kadar bir de çok gelişmemiş bir göç toplumu oluşmuştur. Bununla kastettiğim, az önce konuştuğumuz “biz-siz” ayrımının hâlen her şeyi domine ettiğidir. “Biz Almanlar”dan bahsedildiği zaman burada -nasıl tabir etmek gerekir bilemiyorum- asıl Almanlar, organik Almanlar ya da etnik Almanlar kastediliyor. Siyah Almanlar ve göçmenlerin torunları veya torunlarının çocukları bu gruba dâhil edilmiyor. Bu durum tabii ki ABD’dekinden daha farklıdır. Hatta orada şöyle bir cümle var: “En son gelen en hakiki Amerikalıdır; çünkü ağır iş, yükselme isteği gibi Amerikan değerlerini yerleşik olanlardan daha çok temsil eder.” Böyle bir cümlenin Almanya’da düşünülmesi bile mümkün değil; henüz o raddeye gelmedik. Ama dışlayıcı olmayan bir “biz”e ulaşabiliriz. Bununla alakalı cesaret verici eğilimler de mevut. Şehirlerimiz söz konusu olduğunda bahsettiğimiz “biz” kendisini gösteriyor. Şehir toplumları kendilerini göçmen toplulukları olarak görüyorlar. “Biz Berlinliler” ya da “Biz Kreuzbergliler” dediğimiz zaman göçmenler buna dâhil oluyor. Bu bir model olarak kullanılabilir. Bunun aynısı Almanya’nın tamamı için de uygulanabilir.

Pegida kendisini toplumun tam merkezinden neşet etmiş bir halk hareketi olarak görüyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu bağlamda kendilerini adlandırdıkları “Kızgın Vatandaşlar” tabiri ne anlama geliyor?

Pegida klasik popülist bir harekettir. Bu hareket halk adına konuştuğunu iddia etmektedir.

İlk olarak elitlere karşı bir tavır takınmıştır. Bu harekete göre partiler, kiliseler, iş adamları, bilim adamları ve medya siyaseten doğru (İng. “politically correct”) gördükleri sebeplerden ötürü halkı Almanya’nın İslamlaşma tehlikesi hakkında kandırmaktadırlar. Bununla birlikte hareketin temsilcileri bu alana dair çok fazla tecrübeye sahip değiller; zira Dresden’de çok az sayıda Müslüman yaşıyor. Bu elit eleştirisinde dikkate alınması gereken nokta, bu insanların bir dışlanmışlık ya da politikacılara karşı bezginlik duygusu hissetmeleri; burada bu duygunun dışavurumu söz konusu. Bu esnada kabul edilemeyecek olan durum ise bunun için dinî bir azınlığın ön plana çıkartılması. Bu durumu bu nedenle Weimar döneminde dünya ekonomik krizinden Yahudilerin sorumlu tutulmasına benzetiyorum. Burada şu soruyu sormak gerekiyor: “Sözde İslamlaşma durdurulduğu zaman hangi sorunlar çözülecek?” Azınlıkların bu şekilde günah keçisi olarak sunulması da yine popülist hareketlerin tipik özelliklerindendir. Burada, “Tekrardan tek vücut, kapalı bir halk olsak dünya ne güzel olurdu.” düşüncesi kendisini göstermektedir.

Bu hareketin Almanya’nın doğusunda bu kadar güçlü olması tesadüf değil. Doğulu Almanlar birleşme için “Biz tek halkız!” sloganıyla mücadele ettiler. Bu tek halk fikri bir kuruntu olarak ortaya çıkmıştı. O zamanlar tek halk fikrini savunanlar bugün aynen geçmişte de olduğu gibi “Ossi” denerek aşağılanıyorlar.

Fotoğraf: © 2015 Anadolu Images/ Cüneyt Karadağ

Elif Zehra Kandemir

Lisans eğitimini Münster Üniversitesinde Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde çift anadal olarak tamamlayan Kandemir, Duisburg-Essen Üniversitesinde sosyoloji yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Ağırlıklı çalışma alanları göç sosyolojisi ve ırkçılık araştırmaları olan Kandemir Perspektif dergisi editörüdür.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler